[email protected]

Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak; insanların fikirlere sahip olma ve bilgiyi halk otoritesi olmadan, sınırsızca alma ve verme hakkını tanır. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 11)

Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve hangi yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 19)

Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak, her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat veya herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme, alma ve verme hakkıdır. (Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme madde 19)

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 26)

Gerek ulusal, gerekse uluslararası alanda tanınan ifade özgürlüğü ile düzenlemeler yukarıdaki gibidir.

Ama siz, sakın ola ki bunlara itibar etmeyiniz. Etmeyiniz, zira ülkemizin ifade özgürlüğü konusunda uzman olan seçkin hukukçularının vazettiklerine göre, ifade özgürlüğüyle ilgili üç önemli ve yeni sınırlama getirilmiştir. Bunlardan birincisi ‘seçim kaybedenlerin ifade özgürlüğü yoktur’; ikincisi ‘ifade özgürlüğünün kullanılmasında ondan bundan alıntı yapılamaz’; üçüncüsü ise ‘kuyruk acısı olanların ifade özgürlüğü yoktur.’

Kuyruk acısı olanlar o kadar üzülmesinler. Zira bu sınırlamayla ilgili önemli bir istisnai düzenleme var. O da şu; ‘Bazı kuyruk acısı olanlar bundan muaftır.’
Yok canım! Bu da nereden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Otoriteye dayanan kanıtlamalarda oyun daima geçerli otorite kabulü gören kişi yada kişiler üzerinden kurulur. Bunları vazedenler de öyle birkaç otorite. 

Aynı şu fıkrada olduğu gibi: Adamın birisi ev hayvanları satan bir dükkana girer ve bir papağan almak istediğini söyler. Satıcı sırayla dükkandaki papağanları gösterir, meziyetlerini anlatır, fiyatlarını söyler. Sıra en değerli papağanlara geldiğinde dükkan sahibi ‘bu 5.000,00 TL.’ ‘şu 7.500,00 TL.’, ‘şu ise 10.000,00 TL.’ der. ‘Vay canına,’ der müşteri ve merakla sorar, ‘5000,00 TL.lık papağan ne yapabiliyor acaba?’ Dükkan sahibi ‘Mozart’ın bütün aryalarını ezbere bilir ve söyler’ diye yanıt verir. Bu kez müşteri ‘Ya fiyatı 7.500,00 TL. olan’ diye sorar. Dükkan sahibi gururla ‘Wagner’in bütün eserlerini okur’ der. Müşteri merakla fiyatı 10.000,00 TL. olanın marifetini sorar. ‘Valla’ der dükkan sahibi ve devam eder, ‘ben şahsen şimdiye kadar onun hiç bir marifetini görmedim, duymadım. Ama diğer ikisi ona – maestro – diyor’ 

İfade özgürlüğüyle ilgili yeni sınırlamaları getirenler, bu maestrolar yani. 
Türkiye’de Barolar Birliği Var!’ dedim ve bunun üzerine doğru ya da yanlış bir şeyler yazdım. Sonrasında olumlu, olumsuz eleştiriler geldi. Her ikisi de doğal. Elbette eleştirilecek. Ama eleştirinin de bir namusu, bir onuru vardır. O namus, o onur da, yazıyı yazanın saikini sorgulamak değil, biz senin cemaz ül evvelini biliriz demek hiç değil, yazının içeriğini eleştirmektir.

Kuyruk acısı olanlar, seçim kaybedenler, cemaz ül evvele kadar gidenler ve saik sorgulaması yapanlar hiç ama hiç kusura bakmasınlar, kendilerini de çok fazla sevindirmesinler. O yazıyı yazarken benim saikim ne biri, ne ötekisidir. Bunu ise ancak o yazıyı ve her yazıyı masum okuyanlar görebilirler.

Siz ister inanın, ister inanmayın, ben o tür ucuzlukları ve varoş kültürünün o türden yaklaşımlarını hayatım boyunca hiç tanımadım, hiç de tatmadım. Öyle bir kültürden gelmediğim için o tür duygulara aşina da değilim.

Kaldı ki ben sadece seçim kaybettim. Görüş, düşünce ve eleştirilerimi ifade etme hak ve özgürlüğümü kaybetmedim.

Alıntı yapmak! Ne yapayım? Edebiyatı, tarihi, felsefeyi, sosyolojiyi, sanatı baştan sona yürürken insanlarla, bilgelerle karşılaşıyorum. Onların söylediklerini alıp okuyanlarla paylaşıyorum. Ne var bunda? Alıntı yaptım, yapıyorum diye birileri beni anlamıyor, anlamak istemiyor ise ben ne yapabilirim? İlhan Berk’in dediği gibi; ‘Ne çıkar siz bizi anlamasanız da / Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar / Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da’Evet! Ne çıkar? Sadece siz anlamamış olursunuz. Siz anlamadınız diye ben ifade özgürlüğümü kaybetmem ki.

Kuyruk acısına gelince; kuyruğum yok ki acısı olsun. Bu bir. İkincisi, Ömer Seyfettin’in o çok öğretici öyküsünde anlattığı gibi, ne evladım elindeki baltayla yılanın kuyruğunu kesti, ne de yılan evladımı soktu. 
Son bir söz, onu da Mevlana söylüyor; ‘Kulak eğer gerçeği anlarsa görür.’


Avukat Vedat Ahsen Coşar