T.C.

YARGITAY

Ceza Genel Kurulu

 

E: 2013/1-716

K:2013/627

T: 24.12.2013

 

·         Kasten Öldürmeye Teşebbüs

·         Kasten Yaralama

·         Suç Vasfı

·         Kastın Belirlenmesi

 

Özet: Bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.

(5237 s. TCK m. 21/1, 35, 81, 86)

 

Kasten öldürme suçuna teşebbüsten sanık Hasan'ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 81, 35/2, 29, 62, 53 ve 54. maddeleri gereğince 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve tutukluluk halinin devamına ilişkin, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.09.2011 gün ve 215 - 301 sayılı hükmün, sanık müdafii ve o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.09.2012 gün ve 2553 - 6939 sayı ile;

"...Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık Hasan ile kardeşinin eşi mağdure Nafiye 'nin ahıra eşya koyma meselesi yüzünden tartıştıkları, mağdurun sanığa hakaret etmesi üzerine sanığın, bıçakla, mağdurun sol batın, baş, sol omuz, sol kol ve boyun bölgesine toplam 5 darbe vurduğu, batına nafiz bir adet yaralanmanın herhangi bir iç organ veya damar yaralanması meydana getirmeksizin yaşamsal tehlikeye neden olduğu, diğer yaraların ise basit tıbbı müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu olayda;

Sanıkla mağdur arasında öldürmeyi gerektirir herhangi bir husumetin bulunmaması, mağdurdaki yaralardan yalnızca birinin iç organ ve damar harabiyeti meydana getirmeksizin yaşamsal tehlikeye yol açıp diğerlerinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması, sanığın yaralı halde kaçan mağduru yakalayıp eylemine devam etme imkanı varken devam etmemiş olduğunun anlaşılması karşısında eylemin kasten yaralama olarak nitelendirilmesi ve 5237 sayılı TCK.nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesi sırasında; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araç, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zararın ağırlığı ve sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı göz önünde bulundurulup alt sınırdan ayrılarak ceza verilmesi gerekirken yazılı şekilde öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması suretiyle fazla ceza tayini" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 29.11.2012 gün ve 368 - 433 sayı ile;

"Olay tarihinden önce katılan Nafiye ve eşi ile sanık arasında hayvan konulacak yer ile ilgili anlaşmazlık olması, bu anlaşmazlığın sanık ve katılanın içinde bulunduğu sosyal çevre açısından husumet aşamasında olmasa da husumet başlangıç nedeni olabileceği, olay tarihinde bu nedenden dolayı katılan Nafiye'nin kayınpederi olan tanık Rafet'e ahıra eşya koymamalarını söylemesi, bundan sonra sanığın oraya gelerek hayvan konulacak yer ile ilgili bu konuda münakaşa ettikten ve sanığın aksi sabit olmayan bu nedenle kabul gören katılanın kendisine küfürlü konuşmasından sonra kesici, delici ve öldürücü özelliği olan bıçakla katılana saldırması, katılanın adli raporlarda belirtildiği şekilde öldürücü bölgelerini hedef alması, saçlı deride, boyunda, omuz arkasında, karın sol yanda batına nafiz olacak şekilde, sol kolda yaralanmaya neden olması, karın bölgesindeki yaralanmanın batına nafiz olması, bu yaranın tek başına katılanın yaşamını tehlikeye sokması, vücuttaki diğer bıçak darbe sayısı ve bu bıçak darbelerinin vücudun ölümcül bölgesinde olan baş, boyun ve omuz kısımlarında yer alması ve katılanın acil operasyona alınarak kurtarılması, katılanın can havli ile yaklaşık 100-150 metre koşması, olay yerinden kaçması, kaçtıktan sonra bayılması, yine sanığın suç kastını ortaya koyan sorgudaki savunmasında bıçağı kaç defa salladığımı bilmiyorum, yengemin neresine isabet ettiğini bilmiyorum, bıçak elimde iken gözüm kapalıydı, gözlerimi açtığımda babam ellerimden tutuyordu, ben ne yaptığımı bilmiyor, hatırlamıyorum/ şeklindeki savunmasında olayı öldürme kastı ile gerçekleştirdiği ve babasının engel olduğunu beyan etmesi, yaralanmaların bir bütün halinde katılanın yaşamını tehlikeye sokması, darbe sayısı ve yeri, katılanın acil operasyona alınarak kurtarılması, katılanın can havli ile olay yerinden kaçtıktan sonra bayılması hususları hep birlikte değerlendirildiğinde, yani özetle sanık ile katılan Nafiye arasında içinde bulundukları toplumsal yapı ve değer yargıları açısından anlaşmazlığın bulunması, sanığın kullandığı bıçağın öldürmeye elverişli vasıta niteliğinde olması ve bu bıçağın yukarıda açıklandığı üzere katılanın batın, baş, boyun ve omuz kısımlarına isabet edip, batın bölgesindeki darbenin yaşamı tehlikeye sokması, yani sanığın bıçak darbelerinin birden fazla olup, ölümcül bölgelere isabet etmesi, Yargıtay bozma ilamında her ne kadar sanığın eylemine devam etmediği bu nedenle öldürme kastı olmadığı belirtilmiş ise de katılanın bayan olması, sanığın sorgudaki savunmasından da anlaşılacağı üzere bıçağı gözlerini kapayarak birden fazla, sayısını hatırlamayacak kadar sallaması, o anda yani bıçak darbelerini katılan vurduğu anda öldürme kastının olmadığının kabul edilemeyeceği, yani kastın o an itibari ile mevcut olduğu, katılanın aldığı bıçak darbesi ile olay yerinden uzaklaşırken sanığın eylemini devam ettirmemesi şeklindeki devam ettirmemesinden dolayı eylemin yaralama kapsamında kalacağı değerlendirilmesi de yerinde olmadığı, zira zaten eylemi devam ettirse idi belki de olay katılanın ölümü ile sonuçlanacağı,

Yine her ne kadar bozma ilamında katılanın vücuduna isabet eden yaşamı tehlikeye sokan yaralanmanın iç organ yada damar harabiyetine neden olmadığı ve diğer yaraların BTM ile giderilebilir şekilde olması nedeni ile eylemin yaralanma kastı ile yapıldığı belirtilmiş ise de mahkememizce bu değerlendirmede yerinde görülmemiştir, zira sanık gözleri kapalı bir şekilde birden fazla her biri ölümcül bölgeye nüfuz etmiş bıçakla katılana yönelik eylemini gerçekleştirmiştir. Bu bıçak darbelerinin batına nafiz olanı yaşamı tehlikeye soktuğu, vücut içerisine giren bir bıçağın artık vücudun iç kısmında bir organ harabiyetine yada damar harabiyetini doğurmaması tamamen katılan açısından şans niteliğinde olduğu, diğer ölümcül bölgedeki bıçak darbeleri yanında yaşamı tehlikeye sokan bir bıçak darbesinin vücut içerisindeki seyir şekline göre de öldürme kastının yokluğu sonucuna varılamayacağı" gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "bozma" istekli 01.11.2013 gün ve 35099 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Direnme hükmü, sanık müdafii tarafından 30.11.2012 tarihinde temyiz edilmiş ise de, sanığın cezaevinden gönderdiği 04.12.2012 günlü dilekçeyle temyizden vazgeçmiş olması nedeniyle temyiz incelemesi o yer Cumhuriyet savcısının istemi ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sabit kabul edilen eyleminin kasten yaralama suçunu mu, yoksa kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Olay yeri tespit tutanağına göre, yaralama olayının meydana geldiği yönündeki ihbar üzerine belirtilen adrese gidildiğinde, katılanın hastaneye kaldırılmış olduğu, suçta kullanılan bıçağın bulunamadığı,

Muhafaza altına alma tutanağına göre, sanığın göstermesi üzerine ele geçirilen kahverengi, ahşap saplı, toplam 24,5 cm uzunluğundaki suç aleti bıçağın muhafaza altına alındığı,

Katılan ile ilgili Çanakkale Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 07.09.2011 tarihli raporda; "saçlı deride 2 cm'lik, boyun sol lateralde 2 cm'lik, sol omuz arkasında 3 cm'lik, karın sol yanda 2 cm'lik, sol kolda 2 cm'lik kesi görüldüğü, karındaki yaralanmanın batma nafiz olması nedeniyle batın içi organlarda patoloji saptanmadığı, batına nafiz olan bu yaralanmanın hayati tehlikeye neden olduğu diğer yaralanmaların her birinin yumuşak doku seyirli olup basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte olduğu" bilgilerine yer verildiği, Katılan'ın aşamalardaki beyanında; sanığın kayınbiraderi olduğunu, kendilerine ait olan ahıra kayınbiraderi ve kayınpederinin eşya koymak istediklerini, olay günü bu konuya ilişkin kayınpederi ile konuştuğu sırada sanığın yanlarına gelerek üzerine yürüdüğünü, "ne diyorsun sen" diyerek boynuna, kafasına, karnına ve vücudunun değişik yerlerine bıçakla vurduğunu, can havli ile dışarı kaçtığını, bir süre sonra düşüp bayıldığını, kimseye hakaret etmediğini söylediği,

Tanık Rafet'in aşamalarda; katılanın gelini, sanığın ise oğlu olduğunu, olay tarihinde kendilerine ait ahıra bir kısım ev eşyalarını koymak istediğini, katılanın ise hayvan alıp koyacaklarını söyleyerek karşı çıktığını ve hakaret ettiğini, bu sırada sanığın yanlarına geldiğini, katılanın sanığa da hakaret ettiğini, sanığın da sinirlenerek eve gittiğini, kendisinin katılanın yanından ayrıldığını, bağırma sesleri üzerine dışarı çıktığında katılanın yaralı olduğunu gördüğünü, arkasından 150 metre kadar gittiğini, katılan olduğu yere oturunca kendisinin taksi aramaya gittiğini ifade ettiği,

Tanık Nazan'ın aşamalarda; çocuğunu okula götürürken katılanın yolun kenarında yatar vaziyette olduğunu gördüğünü, "bana yardım edin" demesi üzerine yanına gittiğini, daha sonra tanık Binnaz'a haber verdiğini, olayı görmediğini beyan ettiği,

Tanık Binnaz'ın aşamalarda; Nazan'ın kendisine haber vermesi üzerine katılanın yanına gittiğini, ölü gibi yolda yattığını, gözünü, kirpiğini oynatınca canlı olduğunu anladığını, eve gidip karakolu aradığını, sonra bakkalı arayıp ambulans çağırmasını istediğini, ambulans gelince hastaneye götürdüklerini, katılanı gördüğünde etrafında hiç kimsenin olmadığını dile getirdiği,

Sanığın aşamalardaki beyanında; olay günü evde bulunan eşyaları avluya çıkarmaya başladıkları sırada oturdukları yerin 10 metre yanında oturan ve yengesi olan katılanın, avluya gelip çıkardıkları eşyaları ahıra götürmemeleri gerektiğini söyleyince babasının da götüreceklerini ifade etmesi üzerine katılanın babasına hakaret ettiğini, kendisinin bu şekilde konuşmamasını söylediğini, bu kez de kendisine hakaret ettiğini, bu arada babasının gittiğini, yalnız kaldıklarını, yine kendisine hakaret ve tehditlerine devam edip üzerine gelince boğuşmaya başladıklarını, kendisini korumak amacıyla saçakta asılı olan bıçağı alarak yengesine rastgele salladığını, öldürme kastı ile hareket etmediğini, aralarında herhangi bir husumet olmadığını, bıçaklama olayından sonra babasının kolunu tuttuğunu hatırladığını, babası telefonla konuşurken olay yerinden kaçtığını, olaydan dolayı pişman olduğunu savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Suça teşebbüs" başlıklı 35. maddesinde; "Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur" hükmü yer almaktadır.

Buna göre suça teşebbüs, işlenmesi kastolunan bir suçun icrasına elverişli araçlarla başlanmasından sonra, elde olmayan nedenlerle suçun tamamlanamamasıdır. Maddenin açık hükmüne göre, icra hareketlerinin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesi failin iradesi dışındaki engel nedenlerden ileri gelmelidir.

Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna sübjektif unsur denir. Failin gerçekleştirdiği davranış ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini belirleyebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçta da, işlenmek istenen suç tipindeki bütün unsurlar failce bilinmelidir. (İçel Suç Teorisi, Kayıhan İçel, Füsun Sokullu-Akıncı, İzzet Özgenç, Adem Sözüer, Fatih S. Mahmutoğlu, Yener Ünver 2. Kitap, 2. Baskı, İstanbul, 2000, s.315.)

Bu husus, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 04.06.1990 gün ve 101- 156 sayılı kararında da; "Teşebbüste aranan kast, icrasına başlanmış cürmü teşebbüs aşamasında bırakma kastı olmayıp, söz konusu suçu tamamlamaya yönelmiş kasttır" şeklinde açıklanmıştır.

Kasten yaralama suçu ile kasten öldürme suçuna teşebbüs arasındaki ayırıcı kriter manevi unsurun farklılığına dayandığından, çözülmesi gereken konu sanığın kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

5237 sayılı TCK'nın 21/1. maddesine göre, suçun yasal tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.

İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.07.2003 gün ve 196-212, 30.09.2003 gün ve 226-229, 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesi sırasında; fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânının olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmaktadır.

Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken kıstaslar farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Katılanın sanığın kardeşinin eşi olduğu, olay tarihinde ahıra eşya koyma meselesi yüzünden tartıştıkları, katılanın hakaret ederek üzerine yürümesi nedeniyle yaşanan boğuşma esnasında sanığın, hareketli ortamda bıçakla katılanın sol batın, baş, sol omuz, sol kol ve boyun bölgesine toplam 5 darbe vurduğu, batına nafiz bir adet yaralanmanın herhangi bir iç organ veya damar yaralanması meydana getirmeksizin hayati tehlikeye neden olduğu, diğer yaraların ise yumuşak doku seyirli olup basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, katılanın 100-150 metre kaçtıktan sonra düşüp bayıldığı, katılanın peşinden koşmayan sanığın olay yerinden kaçtığı şeklinde gerçekleşen olayda, sanıkla katılan arasında öldürmeyi gerektirir herhangi bir husumetin bulunmaması, suçta kullanılan bıçak öldürme eylemini gerçekleştirmeye elverişli olduğu halde, sanığın beş darbesinden yalnızca bir tanesinin iç organ ve damar harabiyeti meydana getirmeksizin hayati tehlikeye yol açıp, diğerlerinin ise basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması, sanığın yaralı halde kaçan katılanı yakalayıp eylemine devam etme imkânı varken devam etmemiş bulunması hususları birlikte göz önüne alındığında, sanığın eyleminin kasten yaralama olarak kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından bozulmasına, bozma nedeni ve tutuklulukta geçen süreye göre de sanığın tahliyesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "sanığın eylemi kasten öldürme suçuna teşebbüs niteliğinde olduğundan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç:

Açıklanan nedenlerle;

1-                  Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 29.11.2012 gün ve 368-433 sayılı direnme hükmünün, sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden (BOZULMASINA),

2-                  Bozma nedeni ve tutuklulukta geçen süre gözönüne alınarak sanık Hasan'ın (TAHLİYESİNE), başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değilse

derhal salıverilmesinin temini için Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığına (YAZI YAZILMASINA),

3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına (TEVDİİNE), 24.12.2013 günü yapılan müzakerede uyuşmazlık yönünden oyçokluğu, tahliye yönünden ise oybirliği ile karar verildi.