Yazıma başlamadan önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözünü hatırlatmak istiyorum.
Milli Eğitim'in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir.
Mustafa Kemal Atatrük
Haftalardır tartışılan, ve zorunlu eğitimde getirilmesi düşünülen 4+4+4 sistemi için söylenebilecek tek şey; “Bu gerçek bir ayrımcılıktır.”.
Bunun doğuracağı sonuçları görmemek körlüğü oynamaktır. Yaratacağı asosyal gençlik ve gelecek, yetiştirilmek istenen “dindar gençlik ”’ten çok öte bir durumdur.
Bu durum, kızlarımızın okula gönderilmemesi, başını örtüp evinin kadını olarak kapatılması demek… Getirilmek istenen, “kızlar evinde otursun/okusun sistemi”, yani 4 yıllık eğitimin sonrasında, açık öğretimden, hatta dışarıdan devam etmek şeklindeki sistem, sınavı geçemeyen öğrencilerin başarısız, özgüvensiz, pısırık ve sesini çıkaramayan, hakkını savunamayan bireyler olarak yetişmesi demektir. Genç yaşta, olgun ve cebi dolgun bir kocaya verilmesi demektir. “Dindar gençlik” yetiştirmenin yolu bu olsa gerek.
Bu bir reform olamaz. Reform, var olanı daha iyi şartlara taşımak için yapılan bir yeniliktir. Burada söz konusu olan açıkça gericiliktir. Türkiye’nin ihtiyacı olan eğitim reformu bu değildir.
Psikolojik olarak çocuk gelişimini incelendiğinde; 9-11 yaşındaki birey, çocukluktan çıkıp orta çocukluk dönemine giriyor. Bu yaşın zihni gelişimine bakıldığında, mantıklı ve soyut düşünme yeteneğinde kuvvetli bir ilerleme olduğu görülüyor. Yani, bu yaşta çocuklar birkaç hafta ilerisi için plan yapabilir duruma geliyor, kendilerini eleştirebiliyorlar. Sosyal gelişim açısından ise, diğer insanlarla fikir alışverişine girme konusunda sürekli gelişme halindedirler, bu yaşlarda. Ancak, tüm bunları, dışa açık ve soysal bir çevrede yapabilmek mümkündür. Eve kapanan bir çocuktan, öğrenemeyen ve eğitimi erken yaşta kısıtlanarak, tek geleceğe yönlendirilmiş bir çocukta bunları görmek olanaksızdır.
Getirilmek istenen sistemde, 4. sınıftan sonra, çocuklar belirlenecek açık öğretim programlarında okula gitmeden okuyabilecek. Yani okula gitme zorunluluğu olmayacak.
Bugünün Türkiye’sine baktığımızda, okur-yazar oranı olarak kadınların ortalamanın altında olduğu ve kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi sorunlarla karşılaşırız. Özellikle, Doğuya doğru gittiğimizde bu sorun daha yoğun olarak yaşanmaktadır. 8 yıllık kesintisiz eğitim ile kısmen çözümlenen, özellikle Doğu bölgelerde başlatılan Kardelen kampanyaları ile desteklenerek ilerleme kaydedilen ve başarılar elde edilen bu sorunun kökten çözümü yerine, birden geri adım atmakla ne amaçlanıyor olabilir?
Burada amaç, olsa olsa düşüncelerini ifade edemeyen, haklarını savunamayan, sessiz ve başına gelene razı olacak bir gençlik yetiştirmek olabilir. Çünkü, 10 yaşında yani tam büyüme evresinde koparılacaklar eğitimden ve sosyal çevreden. Oldu olacak 4 yılda gitmesinler. Ne yarar sağlayacaktır ki, bir çocuğun yalnızca 4 yıl okula gitmesi. Burada da bir tehlike vardır. Örneğin; Ayşe, ailesi tarafından zorunlu olduğu için okula gönderilecek, 7 yaşındayken hiçbir şeyin farkında olmadan arkadaşlık kuracak, paylaşmayı öğrenecek, modern eğitimle tanışacak, Cumhuriyet Türkiye’sinin ne olduğuna dair birkaç satır bilgi edinecek… Ancak sadece 4 yıl. 4. yılın sonunda Ayşe eve kapatılacak, arkadaşlarından ayrılacak. Zeynep ise okuluna devam edecek. Ayşe, Zeynep’ten ayrılmasına hiçbir anlam veremeyecek. Çünkü Ayşe 10 yaşında, tam da bir şeyleri ayırt etmeye, sosyal çevre edinmeye, sorular sormaya başlayacağı zaman eve kapatılmıştır. Zeynep 5. sınıfa geçtiğinde, Ayşe okulda olamayacak… Zeynep, ailesine sorduğunda; “Onlar çocuklarını okulda okutmayacak, kuran kursuna gönderecek ve eve kapatacaklar.” yanıtını alacak muhtemelen. İşte bu noktada, Zeynep ile Ayşe, ayrımcılık kavramıyla karşılaşacaklar. Kadınlar-erkekler, açıklar-kapalılar, okullular-kuran kurslular, kısaca ötekiler ve berikiler gibi ayrımlara muhatap olacaklar. Genç beyinlerinde, toplumu baştan ikiye ayırmak zorunda kalacaklar.
10 yaş çok erken bir yaştır. Bu yaşta bir çocuğun, ebeveynlerine karşı durması olanaksızdır. İsteseler de, okumalarına karşı çıkan büyüklerinin emir ve dayatmalarına karşı direnemeyeceklerdir. Bu, toplumun geleceğini karartmaktır.Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi
Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.
Türkiye’nin geleceği için, bu projenin uygulanmaması umuduyla…
Adaletbiz
Yeşim TURAN
Adaletbiz
Yeşim TURAN
------------------------------------------------------------------------