Anayasayı tümden değiştirmeye kalkmışken
katma değer vergisinde ısrarcı olmak
Biliyorum birilerine çok iddialı ya da ters gelecek ama…
Sayın Maliye Bakanımızın geçenlerde İhracatçılarımıza dönük demecini okuduktan sonra, öteden beri aklımda olan bir konuyu “yazayım” dedim. Bunu artık isteyen fantezi saysın, isteyen ekonomi-maliye tarihine düşülmüş mütevazı bir not kabul etsin…
Önce bana “cesaret veren” demeci özetleyeyim.
Maliye Bakanımızın o söylediklerinden altını çizdiğim sözler şunlar:
-“KDV Türk vergi sistemi açısından doğru bir tercihtir”
-“Kamu maliyesinin önemli bir kaynağıdır. Ancak; ihracatçılar, ticaret ve sanayi odaları bundan şikayetçidirler.
-“Türkiye’nin dört bir tarafından mevcut sistemle ilgili şikayetler geliyor”
-“KDV aslında tüketimi vergilendirmeli ama mevcut kanun tüketimi değil üretimi, yatırımı, işletmeleri ve ihracatı vergilendiren bir vergiye dönüştü”
-“KDV Bürokrasi için karmaşık bir sistem”
-“Reel sektörün mevcut sistem dolayısıyla ciddi anlamda sıkıntıları var”
-“Reel sektöre KDV borcumuz 140 milyar liradan fazla”
-“Sistem bu haliyle sürdürülebilir değil”
-“Sistem farklı oranlar dolayısıyla karmaşık hale geldi, bu kayıt dışılığa yol açıyor, rekabeti bozuyor”
-“KDV sisteminden memnun olan kimseyi görmedim”
-“Yatırımın, üretimin, istihdamın ve ihracatın önünde ciddi bir engel oluşturuyor”
-“KDV yerli üretimin aleyhine çalışıyor, ithalat yapmak daha cazip”
-“Sivil toplum kuruluşlarından yavaş yavaş görüşler gelmeye başladı; KDV reformunu yapacaksak nasıl yapacağımızı birlikte kararlaştıracağız”
-“Başınız sıkıştıkça beni arayın, methetmek için değil şikayet etmek için arayın; Sayın Bakanım şurada şu işler yanlış gidiyor deyin”
Yukarıdaki sözleri aynen medyadan aldım, -olur ya- farklı bir ifade varsa nedenini onlara sormak lazım.
*
Dedik ya, hem Sayın Bakanın bu konudaki öneri istemleri ve hem kendi düşüncelerimiz bir araya gelince konuya biz de katkıda bulunalım istedik.
Önce işin bizzat yetkilisi ve sorumlusu tarafından sunulan bu tabloyu bir kere daha gözden geçirelim:
1.KDV Türk vergi sistemi açısından doğru bir tercihtir deniyor ama bu sistemin bürokratik açıdan çok karmaşık olduğu, şikâyet etmeyen kimsenin olmadığı, üretimi, yatırımı, istihdamı, ihracatı engellediği söyleniyor.
2.Sistemin bu haliyle sürdürülmesinin mümkün olmadığı, farklı oranların karmaşa ve kayıt dışılık yarattığı, bu arada devletin reel sektöre 140 milyar liradan fazla borcunun biriktiği ifade ediliyor.
3.Ve, KDV’de bir reform yapılması ihtiyacı bulunduğu, KDV’nin reel sektörü değil tüketiciyi vergilendirmesi gerektiği, bu reformun da iş adamlarından gelecek öneriler değerlendirilerek yapılacağı bildiriliyor.
Bunların hepsini bir arada değerlendirecek olursak; anlaşılıyor ki KDV Türkiye’de, hem devlet hem özel sektör açısından sorunlu görülmektedir ve bu iş artık sürdürülemez hale gelmiştir.
Bu durumun, dünyanın pek çok yerinde ve özellikle AB içinde yaygın olarak uygulanan KDV'nin yapısındaki aksaklıktan mı yoksa bizdeki uygulamadan mı kaynaklandığını iyi değerlendirmek gerekir.
Zira seçilmiş olan bir “vergi türü” bu ülke için hem “doğru bir tercih” hem “çok bürokratik, hem ekonomide hemen her şeyi engelleyen, kimsenin beğenmediği ve sürdürülemez” olamaz.
Bunlardan sadece biri doğru olabilir.
“Vergi doğru tercihti” deniyorsa uygulama kötüdür.
Yok, uygulamada sorun yok tercih kötü ise, o vergi bize uygun bir tercih değil idiyse, şimdi yapılacak olan; bu vergide daha fazla ısrarcı olmamak, zararı büyütmemektir.
“Bu durumda artık bir şeyler yapılmak gerekiyor” deniyorsa; bize göre yapılması gereken şey, istisnaları daraltmak ve yüzde 1, yüzde 8 gibi indirimli oranları yükseltmekten çok “KDV’nin” bu ülke koşullarına uyup uymadığını masaya yatırmaktır.
Çünkü bizzat yetkilisi ve sorumlusunun anlattığına bakılırsa; bu işin tüketiciye biraz daha yüklenerek ayakta tutulması mümkün değildir.
Eğer ortada böyle 140 milyarı aşan bir ödeme sorunu varsa ve bu rakam reel sektörü hayli yoruyor ve devleti “borcunu ödeyememiş” duruma sokuyorsa, bunun çözümü, o sözü edilen “reform”dan daha ileri bir düzenleme olmalıdır.
Bir kere, “çözüm” adına vergi oranlarını yukarı çekip hasılatı yükseltme yolu seçilirse bunun en hissedilir sonucu, piyasadaki mal ve hizmet fiyatlarının devlet eliyle yükseltilmiş olacağıdır.
Bu açıkça belli ki; enflasyonu pompalamaktır, sokaktaki insanın refahının kısılmasıdır.
Dolayısıyla uygun bir “siyasi tercih” olamaz.
*
Konuyu bu köşe yazısı içinde toparlayabilmek için şimdi sakıncaları üzerine burada daha fazla ayrıntıya girmeden çözümü üzerine birkaç şey söyleyelim ve “daha daha”sını sonraya bırakalım.
1.KDV, gelir dağılımının dengeli, kayıt düzeninin oturmuş olduğu ülkelerin vergisi olduğu zaman başarılı olur. Avrupa ülkelerinde yaygın ve başarılı bir biçimde uygulanabiliyor olması buradan kaynaklanır.
2.Türkiye ne yazık ki hem kayıt dışılığı yüzde elliler dolayında dolaşan, hem gelir dağılımı çarpıklığı hayli yüksek bir ülkedir.
Bu düzeydeki kayıt dışılık kişisel bir tahminden de öte, bizzat bu ekonomiyi yönetenlerin ifadelerinde yer almaktadır.
Gelir dağılımı çarpıklığına gelince;
Sadece son yıllarda yükselen ve sayısı Japonya’dakileri bile aşan dolar milyarderlerine karşılık 14 milyon dolayında devlet desteğine “muhtaç” yurttaşımız bulunduğuna işaret etmek yeterli olacaktır. 2014’de yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de 38 dolar milyarderi varken bu sayı Kanada’da 37, Japonya’da 33’tür.
3.KDV’nin, bütün bu yapımıza rağmen ağır bir bürokrasisi olduğuna biz de katılıyoruz. Bu ağır bürokrasi maalesef yukarıdaki yapıyla birleşince uygulamada önemli sorunlar yaratmaktadır.
Ancak ne yazık ki “AB ile uyum için” gerekli olduğu inancıyla bizde daha 1985’lerde KDV vazgeçilmez bir vergi olarak kabul edilmiştir. Hatta öyle ki, bütün bu sakıncaları ve ağır bürokrasisine rağmen 313 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne bile aynen bizdeki gibi KDV uygulatılmıştır.
Şİmdi denebilir ki "Ama AB'ye gireceksek bu vergiyi uygulamak zorundayız".
İyi de, 32 yıl öncesinden heveslenip vergiyi kabul etmiş ve içinden çıkılmaz bir uygulamaya döndürmüşsek, bünyemize uymamış ya da uyduramamışsak, hele AB'ye girme konusu hala ümitsiz bir vak'a halinde ise "girmesek de vergisine uyalım" demenin "şu krizler içinde çalkalanan, gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı dünyada" bir anlamı var mıdır? Girmekteki tek sorunumuz bu mu olabilir? İngiltere Euro'yu bile kabul etmeden girmemiş miydi bu ortaklığa bir zamanlar?
4.Türkiye, bütün bunların yanı sıra oldukça büyük topraklara sahiptir ve ekonomik gelişmişliği ile sosyal yapısı da yöreden yöreye hayli farklılık gösteren bir ülkedir. Oysa KDV gibi bürokrasisi yüksek, kayıt dışılığı fazla, gelir dağılımı ciddi dengesizlikler gösteren yörelerde uygulama şansı hayli zayıf bir verginin “uygulamada” büyük sıkıntılarla karşılaşması zaten kaçınılmazdır.
Türkiye’nin batısında rahatça alabileceğiniz vergiyi doğusunda almakta zorlanırsınız. Bürokrasisini kuramazsınız, ekonomisi kaldırmaz vb..
5.Eğer ille de tüketim vergilenecekse; bakın Türkiye KDV ile tanışmadan önce de tüketimi vergilemiştir. Şimdiki ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) benzeri olan “İstihsal (üretim) Vergisi” daha kolay denetlenebilir, daha az bürokrasi gerektiren bir vergi olarak bizce gayet başarılı bir örnektir ve şimdi ÖTV uygulamasında nasıl KDV’deki kadar bir sıkıntı yaşanmıyorsa onda da yaşanmaz.
Üstelik “tecil-terkin” yöntemiyle reel sektöre yük getirmeyebilen güzel bir uygulaması da vardır.
8.Genişletilmiş bir ÖTV yada İstihsal Vergisi, bir zamanların "perakende satış vergisi" uygulamamız olan “İşletme vergisi” ile desteklendiğinde, pekâlâ diğerinin noksanını da tamamlayan ve KDV benzeri etkileri olan ve en iyi tarafı, bu ülkenin değişik bölgelerinde değişik oranlarda uygulanarak “Türkiye’nin sosyo ekonomik coğrafyası” ile ahenkleştirilebilecek bir vergileme olur..
Dilerseniz, bu usulle ekonomik açıdan güçlü olan yörelerde yüksek, güçsüz bölgelerde daha düşük vergi oranlar uygulayarak kayıt dışılığı azaltabilir, gerice yörelerin insanlarına biraz daha rahat nefes aldırabilirsiniz.
Belki sanılacaktır ki KDV gelişmiş ülkelerin vergisidir ve ondan başkası modern vergiciliğe uymaz. Hayır, kapitalizmin en gelişkin, vergi denetiminin en güçlü olduğu o ülkede, Amerika Birleşik Devletlerinde KDV diye bir vergi yoktur, orada, oranı her yerde aynı uygulanmayan “satış vergisi” vardır biliyor musunuz?
9.Türkiye, gerekçesine ve bu tercihe katılırız ya da katılmayız ama devletin tüm düzenini değiştirmeyi bile göze almış bir ülke olarak hemen her şeyin değiştirilebileceğini tartışırken acaba, bu bize pek de uymayan KDV’yi neden her türlü sıkıntıya rağmen “reform”larla, yeniden yapılandırmalarla ve Sayın Bakanın dile getirdiği her türlü sıkıntıya rağmen hala “vazgeçilmez” görür ve sürdürmekte ısrar eder? Bunu anlamak kolay değildir.
10.Toparlamak gerekirse,
Sayın Bakan’ın da ifade ettiği ve sürdürülemez saydığı durum nedeniyle Türkiye’nin vergiciliğinde ekonomiyi ve halkı rahatlatacak köklü bir düzeltme yapılacaksa KDV’yi olmazsa olmaz saymaktan vaz geçmek, alternatifleri üzerinde de fikir yürütmek gerekir.
Bu önerimiz sadece KDV gitsin falan vergi gelsin de değildir. Vergi düzeni ya da sistemi bir tek verginin uygulaması değil; ekonomiye, coğrafyaya, sosyo-kültürel yapıya uyan, şimdi şikâyet konusu edilen pek çok konuyu çözen bir “vergiler demeti”dir ve bu demette elbette ki kazancı ve özellikle spekülatif kazancı vergilendiren vergiler de olacaktır.
Üstelik bu vergiler şimdikinden daha ağırlıklı olmalı, vergi yükünü güçsüz tüketiciden güçlüye kaydırmalıdır.
Türkiye şu anda yaşadığı zorluklarla baş etmeye çalışırken neredeyse hemen her konuda şikâyete neden olan ve yine sayın Bakan’ın deyimi ile “Kimsenin memnun olduğunun görülmediği” bu vergiyi sadece vergicilik değil, acaba neden her yönüyle daha geniş bir tartışmaya açmaz da onun “sürdürülebilirliği” için reform arayışlarına girer?
Bunu hep birlikte gündeme getirmekte yarar yok mu?