Anlatı
27 Mayıs İhtilali olduğunda ilkokul 5 inci sınıftaydım. Ne olduğunu çok fazla anlamış değildim. İhtilali destekleyen öğretmenler bizi kasaba içinde yürütmüşlerdi, biz de ne yaptığımızı bilmeden yürümüştük.
Yıllar birbirini kovaladı. 27 Mayıs ihtilali ile özgürlüklerin genişlediğini, sosyal devlet ve sosyalizmi sözcüklerinin o tarihten sonra güncel tartışmalara girebildiğini anladık. Daha sonraki yıllarda keşke idamlar yapılmasaydı dedim; idamlar Demokrat partinin devamı partilere güç kazandırıştı, üstelik idamlara artık karşıydım çünkü idam ile insan yaşamı geri dönülmez biçimde sonlandırılıyordu.
İlkokul evimize çocuk adımları ile bir saate yakın uzaklıktaydı. Bu yolu yaya olarak gidiyorduk. O günler çarık yerine kara lastik giyinmeye başlamıştık. Benim içi kadife lüks ayakkabılarım vardı! Çamurlanmasın, eskimesin diye okula kadar ayakkabılarımı elimde taşır, okulun hemen karşısında akan derecikte ayaklarımı yıkar ondan sonra ayakkabılarımı giyerdim. O zamanlar kışın çok fazla kar yağarı ya da bize öyle gelirdi, çocuk boyumuzla kara gömülür, karın içinde kaybolurduk. Büyüklerde o yıllarda çok kar yağdığını söylerlerdi. Kar fındık temlilerini (ağaçlarını) yere yatırdığın dan ya temlileri silkeler, ya da kaldırıp altından geçerdik. Kışın Karadeniz’in dalgaları kabarır, kıyıda çakıllara çarparak kumsalı beyaza boyarlardı. Karadeniz’in dalgaları bize ninni gibi gelirdi.
Deniz bizim sevdalımızdı. Yazın kuşluk vakti inekleri ahıra sürünce bütün mahalle çocukları büyük bir coşku ile denize koşardık, denize yaklaştıkça heyecandan kalp atışlarımızın hızlandığını şimdi, hala hatırlarım. Denize doğru yola çıkmadan azığımızı da almayı unutmazdık, azığımız katıksız, yavan mısır ekmeğinden ibaretti.
Yaz boyu, her gün denizde helak oluncaya kadar yüzer, acıkınca yavan mısır ekmeğine saldırır iştahla, yerdik.
İlkokuldan sonra ortaokula yazıldım. Ortaokul evimize yine çocuk adımlarımızla bir saatten fazla sürerdi. Bazen oyuna, bisiklet binmeye dalıp eve karanlıkta döndüğüm olurdu. Bu akşamların birinde, fındık ağaçlarının arasında topluca uluyan çakallar beni bir hayli korkutmuştu. Bu karanlık gecelerde eve dönüşümünden ilginç bir anekdot; hortlaklara inanmazdım, bir gece karanlık çeşme diye anılan yerden geçerken kuran okuduğumu hatırladıkça hep gülerim çünkü ben kuran okumaya da inanmaz, namaz kılmazdım ama korkunca spontane olarak kuran okumuşum
Benim dikkatimi çeken o zamanlar sınıflarda kız öğrencilerin yok denecek kadar az olmasıydı. İlkokulda bizim sınıfta iki kız öğrenci vardı, ortaokul bir ve ikide hiç kız yoktu, orta sonda bir kız öğrenci vardı.
İlginç bir anı daha; ortaokul okul 2 inci sınıfta din derslerine gelen öğretmenin Darwin’ini anlatırken dinsiz olduğunu fark etmiştim, sanırım diğer öğrenciler bunun farkında değildi. Bu biraz da beni rahatlatmıştı çünkü kafam bu konuda karışıktı. Kafamdaki bu karışıklıklar lise yıllarında da devam edecekti.
Ortaokul birinci sınıfta buluğ çağının etkisiyle mi bilmiyorum dersleri astım ve 4 dersten ikmale kaldım. Karneyi aldıktan sonra bir gün harmanda oturuyoruz, annem babam da var. Amcaoğullarının en büyüğü okuyup gavur olacak diye okumama karşı çıkmıştı, o da harman yerindeydi. 4 dersten kaldığımı onlara büyük zevkle dayıoğlum Sami söylemişti. Altüst olmuştum kızgın, öfkeli ve üzgündüm. O yaz Nahiye Belediye başkanından ücretsiz ders aldım, çalıştım ve sınıfı geçtim. Ortaokul ikinci sınıfı ikmalsiz geçtim.
Orta son sınıf karnem zayıflarla doluydu. İngilizce derslerine gelen İbrahim Vecdi Aksakal bana Rahmi kendini hiç yorma, sen bu sene nasılsa mezun olamazsın, seneye tekrar bu sınıfı okursun demişti. O zaman ortaokul son sınıfta bir veya daha çok dersten kalanlara iki seçenek tanınmıştı; ister okula devam eder isterse sınav zamanı sınava girerdi. Ben hocaya, buna gerek olmadığını Haziranda mezun olacağımı söylediğimde hoca kahkahayı basmıştı. Ben dediğimi yaptım ve Haziran ortaokul sınavlarını başarı ile geçtim ve mezun oldum. Hiç unutmam matematikten 9.3 almıştım, bahçede volta atan öğretmenler benim bu notu nasıl aldığımı arlarında konuşurken kulak misafiri olmuştum. Kopya çekmediğim kesindi ve bu doğrultuda hiçbir ipucu yoktu.
Sıra Liseye gelmişti, okumak için ilk kez yuvayı terk edecek evden ayrı kalacaktım, annemi özleyecektim ama bu aynı zamanda yeni bir hayat, yeni bir çevre ve bir anlamda daha fazla özgürlük demekti.
Aklımla kalanlar
Lise 1 inci sınıfta amcamın elektrik olmayan, gaz lambası ile aydınlatılan, odun sobası ile ısıtılan evinin zemin katında okudum. Lise eve 35 dakika mesafedeydi. Lise son sınıfa kadar ikmalsiz sınıf geçerek geldim. Ortaokulda başlayan politikaya ilgim giderek artıyordu. İlk sokak gösterisine lise ikide katıldım. Bu protesto yürüyüşü öğretim üyesi atanmayan KTÜ içindi. Öğretim üyesi atanmadığı için üniversite ölü doğmuştu. Biz de yürüyüşte bir tabut taşıyarak durumu açıklamaya çalıştık.
Lisede iken komünizm propagandası yapmakta açığa alınan hakim Ali Faik Cihan ile tanışmıştım. Kendisine bir gün tanrı var mı diye sormuştum, vurgulu konuşurdu, vurgulu bir ses tonu ile tabii ki var dediğinde ben şaşırmıştı, ondan bu cevabı beklemiyorum. Cümlenin tamamladığında anlam, değişmişti, şöyle;
Tanrı elbette vaar, onu biz yaratıktık cümlenin tamamıydı.
Son sınıfta kısmi senato seçimleri vardı, seçim kampanyasına katkı sağlamak için okulu astım. O yıl liseyi bitiremedim. Gelecek sınavları beklediğim sene vekil öğretmen oldum ve sahil şeridinden uzak iç kısımlarda, Foşa (Fındıklı) İlkolkulu’nda vekil öğretmenlik yaptım. İlk kez para kazanacaktım. Takip eden sene İstanbul Hukuku kazandım. Üniversite giriş sınavlarında üç tercih hakkımız vardı, ben üçünü de hukuk olarak işaretlemiştim.
Üniversitenin açıldığı gün fakültede boykot vardı. Boykot afişleri sosyalist, sol sloganları çağrıştırıyordu bu nedenle boykota destek vermeye karar verdim. Boykot sırasında boykotu düzenleyen belgeli öğrencilerden Turan Özbay ile tanıştım. Bu arada Turan ile arkadaşlığımız ilerlemiş, evlerine çay içmeye bile gitmiştim. İlerleyen günlerde Turan’ın bir ülkücü olduğunu öğrenip şaşıracaktım. Bu dünya görüşü ayrılığına rağmen Turan ile arkadaşlığımız sürdü. Bir gün devrimci öğrenciler Turan’ı yere yatırmış başına taşla vururken gördüm ve onu kurtardım. Turan bu dostluğu hiç unutmadı ve beni sürekli nerede olursam olayım görmeye gelirdi. Bir gün Cağaloğlu’ndaki kırtasiye şirketine geldi, şirket çalışanları solcu çocuklardı, Turan’ı tanıdılar ve benden onu öldürmek için onay istediler, kızdım ve tabii ki ret ettim.
Turan 12 Eylül öncesi bana geldi ve bana bir teklifte bulundu; siz de Amerika’ya karşısınız, biz de yakında bir Amerikancı darbe olacak, sen sol fraksiyonlara öncülük edersin birlikte darbecilere karşı savaşmayı teklif etti. Böyle bir savaşın başarı şansı olmadığını düşünüyordum, devletin 5 ordusu ve bir ordu polisi vardı.
Deniz Gezmiş ile tanıştım
Deniz ile öğrencilerin orta bahçe dediği, üç tarafı binalarla çevrili, bir tarafı açık ve doğu tarafında kütüphane olan yerde tanıştık. Deniz benim Karadenizli olduğumu öğrenince ilk sorusu Bozbey’i tanıyor musun oldu. Bozkurt Nuhoğlu’na Bozbey diyorlardı.
Okul açıldığında boykot vardı demiştim. Bu boykotu sağcılar başlatmıştı ama sloganlar sol içerikliydi, sloganlara aldanıp boykotu desteklemeye başladım. Bölge yurtlarında toplantılar düzenleyip boykota destek kazanmak için çalıştım. Boykota destek büyüdü. Boykotu kamuoyuna duyurmak için basın toplantısı düzenlediğimiz gün dekan fakülteyi bir hafta kapattı. Boykot sağcıların yönetimindeyken sessiz kalan dekan boykot solun eline geçince telaşlanmıştı. Bu boykot nedeniyle fakülte disiplin kurulu tarafından bir yıl süreyle okuldan uzaklaştırıldım. O tarihte aynı sınıfta iki yıl üst üste kalanları kesin ihraç edilirlerdi. Ankara’ya cemal Reşit Eyüpoğlu’na gittim, durumu anlattım, Eyüpoğlu Danıştay’a yürütmenin durdurulması dava açtı, o zaman henüz idare mahkemeleri kurulmamıştı. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kararı dekana götürdüm ve sınavlara girmek istediğimi söyledi, dekan olmaz, yönetmelikte sınavlara girmek için iki sömestri okula deva zorunluluğu var dedi.
11 Haziran 1968 günü Deniz yarın erken gel, Üniversiteyi işgal edeceğiz dedi. Deniz’e inanmamıştım çünkü bizim öyle üniversiteyi işgal edecek gücümüz olmadığını düşünüyordum. Ertesi gün sabah 9 gibi uyandım, kahvaltıdan sonra üniversiteye gittim, İstanbul üniversitesi işgal edilmişti, orta bahçede Deniz ile karşılaştık, Deniz bana git Bozbey’i al gel dedi, Bozkurt Nuhoğlu’na Bozbey derdik. Bozkurt Fındıkzade’de Trabzon Yurdunun karşısında bir apartmanın 4 üncü katında kalıyordu, zili çaldım, uykulu gözlerini okşayarak Bozkurt kapıyı açtı. Denizler üniversiteyi işgal etmiş, Deniz seni bekliyor dedim. Bozkurt inanmadı, ben ısrar ettim, espriyle geliyor musun zorla mı getireyim dedim. Bozkurt ağız dolusu bir küfür savurdu ve geliyorum, dalga geçiyorsan o zaman….
Deniz, iki kişiyi İşgal Konseyi başkanı olarak düşünmüştü; Bozkurt Nuhoğlu Ve Kemal Bingöllü, biri Kürt, diğeri Türk, böylece halkların birliğini sağlamıştı, özünde sol militanlar daha çok Kürt’tü delikanlılardı.
İşgal yönetimle uzlaşarak sonlandırıldığında tekrar dekana çıktım ve hakkımdaki Danıştay kararına uygulayıp uygulamayacağını sordum, Dekan söylemiştim iki sömestri devam zorunluluğu var dedi. Ben de öyle ama okula devam edememem benim suçum değil sizin haksız kararınız yüzünden dedim ve hoca bak ortada derin bir boşluk var oradan düşersin diye korkuyorum dedim gülümseyerek. Bunun üzerine dekan kalemi aradı ve Rahmi sınava girecek harç yatıracak alın dedi. Unuttum bu arada beni odasına davet etmiş ve ne içersin diye sormuştu.
Demek ki hak verilmiyor alınıyormuş, daha önce mahkeme kararını uygulamayan dekan şimdi ipek olmuştu.
O sene bütün badirelere rağmen sınavları başarı ile verdim ve sınıfı geçtim.
DENİZ'İ TUTUKLATAN OLAYLAR...
Cumhuriyet Gazetesi'nin 10 mart 1968 tarihli baskısında, Rahmi Aydın ve Deniz Gezmiş'in, AIESEC kongresindeki olaylarla ilişkili olarak, 3. Asliye Mahkemesi'nin serbest bırakma kararına rağmen tutuklandıkları yazıyor.
AIESEC bizim ilk ses getiren eylemimizdi. Fen Fakültesi konferans salonunda uluslararası iktisat delegelerinde konuşma yapan hükümet sözcüsü Seyfi Öztürk’ü protesto etmiştik. Seyfi
Protesto nedenimiz bir gece yarısı meclisi basılıp TİP milletvekillerinin dövülmesiydi. İsmet Paşa bu olay üzene “eşkıyanın ne zaman, ne yapacağı belli olmaz demişti.”
Seyfi Öztürk bizim protestomuz karşısında uluslararası delegasyon önünde “burası özgür, demokratik bir ülke, bu eyleminizden ötürü hakkınızda hiçbir işlem yapılmayacak” demişti. Ertesi gün Fındıkzade’den Üniversiteye yürüyerek gidiyordum, yol üzerinde bakkalın önünde dizili gazetelerin birinci sayfasında resmimi görüp şaşırmıştım. FKF( Fikir kulüpleri) üyesiydim, doğru FKF’ye gidim İstanbul sekreteri Veysi Sarısözen’den akıl sordum, Veysi bana bir süre kaçmamı önerdi ve beni tanıdıkları olan ve bir alevi köyü olan Müşküre köyüne gönderdi, köyde 1.5 ay kadar kaldıktan sonra ilk duruşmaya katılmak için İstanbul’a döndüm. DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.
Av. Rahmi Ofluoğlu