KARDEŞLER!
13.12.2012 günü Hukuk ve Demokrasi Tarihimizde önemli bir dönemeç olarak anılacaktır. Bugünün yaşanan tarihinde bir damla olmak benim için de mutluluk oldu. Herkes olayın çeşitli yönlerini anlatıyor, yorumlar yapıyor. Ben de olaya kardeşlik açısından yaklaşacağım.
Eşimle birlikte sabah 05:30’da Beşiktaş-Gayrettepe’deki evimizden çıkıp Silivri Cezaevi Duruşma Salonunun girişindeki insan barikatını ve giriş formalitelerini aşabilerek saat 08:30’da Bekleme holüne girebildik.
Duruşma Salonuna giriş, aralarda içeride veya salon dışında sohbetler, Baro Odasındaki TV’den canlı yayınlarla dışarıda olanları izlemek, tam bir bayram havasıydı.
Duruşma Salonunda Mahkeme Kurulu diye kürsüye oturtulmuş 3 yargıç unvanlı kişi ortalığı karıştırmak istese de sanık savunucusu 200 avukat hukukun yok edilmesine izin vermediler. Bunda, dışarıdaki yüzbinlerin ve içerideki Türkiye Barolar Birliği, İstanbul - Ankara Barolarının Başkan ve Yönetim Kurulu üyeleriyle bir çok ilin Baro Başkanları ve eski Baro Başkanlarının; CHP Grup Başkan Vekillerinin ikisinin de başı çektiği otuzun üstünde Milletvekilinin ve büyük bir gazeteci ordusunun da önemli katkısı olduğu göz ardı edilemez. Salon boş olduğunda avukatlar ve sanıklara hukuk dışı cezalar yağdıran aynı kişiler bu atmosfer içinde ancak 5 kez duruşmayı keserek öfkelerini frenlemek zorunda kaldılar.
Dışarıda ise bir ara (kim emir verdiyse) robokop giysileriyle donatılmış gencecik jandarma erlerini anne-babaları, kız kardeşleri-ablaları, kardeşleri durumundaki kalabalığın üstüne yürüttüler. O arada ne olduysa erler iskambil kağıdı gibi birbirlerinin üstüne yığılarak düştüler. Aynı anda, o dağıtılmak istenen kalabalık dönerek erleri yerden kaldırdılar… TV kameralarına yansıyan bu olay bana Potemkin Zırhlısı filminden önemli bir sahneyi anımsattı ve başka bir duruşma arasında salonda görevli jandarma subaylarından bir grupla sohbette kendilerine anlattım.
1905’te Potemkin adlı Zırhlı savaş gemisinde bir grup asker Çarlık rejimine karşı isyan ettiği için kurşuna dizilmelerine karar verilir. Güvertede, öldürecekler ve öldürülecekler karşı karşıya dizilirler. Komutan ilk emri verir, silahlar doğrultulur. O sırada isyancılar “KAMARAT!” yani “KARDEŞLER!” diye bağırır. Aynı anda silahlı askerler dönüp namluları komutan ve yanındakilere çevirirler ve 1917 Ekim ayaklanmasının başlangıcı 1925’te böyle bir filme konu edilir.
Bu öyküyü anımsatınca bir üstteğmen, “yani biz de mi öyle yapalım” deyiverdi. “Ben bir şey demem” diyerek sustum ve dağıldık…
Av. Ömer YASA