BALYOZ KARARI VE BİREYSEL BAŞVURU

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz davası kararıyla dikkatlerin toplandığı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru kurumu; temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin başvurabilecekleri olağanüstü bir kanun yoludur.

Bireysel başvuru 5982 sayılı yasa ile Anayasa’da yapılan değişikliklerin halk oylamasıyla kabulünden sonra, 23 Eylül 2010 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanması ile Anayasa’ya girmiştir.

30.03.2011 tarihli 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile bireysel başvuru düzenlenmiş ve 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren de Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları kabul etmeye başlamıştır.

Bireysel başvuru kurumu, ülkelerin uygulamaları birbirinden farklı olmakla birlikte, Federal Almanya, Avusturya, İspanya, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, İsviçre, Belçika, Meksika, Brezilya, Arjantin,  Latin Amerika ülkelerinde, Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda ve Güney Kore’de mevcuttur.

Olağan kanun yollarının kişilerin temel hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere tanınan ikincil bir kanun yolu olan bireysel başvuru, 6216 sayılı yasanın dördüncü bölümünde “Bireysel Başvuru” başlığı altında, 45 ila 51. maddelerde düzenlenmiştir.

Bu yazının amacı balyoz davası açısından bireysel başvuruyu incelemek olduğundan, burada bireysel başvurunun detaylarına inmeyeceğiz.

Bireysel başvurular; ilk inceleme, kabul edilebilirlik ve esas inceleme aşamalarından sonra, karar ile sonuçlanır.  Anayasa Mahkemesi’nin kararı kesindir.

Bu bağlamda Balyoz davasının esas incelemeye kadar olan aşamaları geçeceğini düşünüyorum.

Kanımca Balyoz hükümlüleri, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa’nın 36 ve 38. maddeleri ile AİHS’nin 6 ve 7. maddelerine dayanarak bireysel başvuruda bulunabilirler. Bu maddeler adil yargılanma hakkını ve cezaların yasallığını düzenlemektedir.

Balyoz sanıklarının adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapacakları bireysel başvurunun şansı, cezaların yasallığına göre kolay ispatlanacak durumdadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında AİHM içtihatlarına önem vermesi gerektiği çok açıktır. AİHM’in Balyoz davasında tartışılan adil yargılanma hakkının ihlallerine benzer birçok konuda kararları mevcuttur. Bilindiği gibi mahkeme, Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün tanık olarak dinlenmeleri talebini reddetmişti. AİHM, değil tanık dinlenmesinin reddedilmesini, aleyhteki tanıklara soru sorulmasına engel olmayı bile adil yargılanma hakkına aykırı bulmuştur. Balyoz sanıklarının adil yargılanmaya ilişkin dayanaklarının çok güçlü olduğunu düşünüyorum.

Bireysel başvuru bakımından, Balyoz davası için esas sorun temyiz ile bireysel başvurunun sınırının tayininde yatmaktadır. Bu sınır, 6216 sayılı yasa ile kesin biçimde çizilmemiş, farkın tespiti uygulamaya bırakılmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin 4. fıkrasında “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” denilmektedir. 6216 sayılı Kanun’un 49/6. Maddesinde ise “Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz” denilerek, yüksek mahkemeler arasındaki ilişkinin sınırı çizilmeye çalışılmıştır.

Ne var ki bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik inceleme ile kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar arasındaki sınırın her zaman çok net bir şekilde belirlenmesi mümkün olmayabilir.

Zaten Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz kararı üzerine yaptığı açıklama ile bu dava ile ilgili önyargılı bir tutum sergilemiş ve daha baştan kararın doğru olduğunu açıklamıştır. Bu hali ile Balyoz hükümlülerinin Anayasa Mahkemesi’ne yapacakları bireysel başvuruların önü kesilmiş, bu başvurulara bakacak ilgili Anayasa Mahkemesi bölümü şimdiden baskı altına alınmıştır. Hukukçular Haşim Kılıç’ın bu açıklamasının suç oluşturduğunun farkındadırlar.

Bu talihsiz açıklamaya rağmen belki de bize; “Ankara’da hakimler var!” dedirtecek bir gelişme olur umuduyla, konuyu irdelemeye devam edelim.

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular konusunda henüz yeteri kadar içtihadı oluşmamıştır. Çünkü uygulama daha çok yenidir. Bu nedenle biz, konuya AİHM uygulamaları ve kararları ışığında bakmak durumundayız.

AİHM davaları usul, olaylar,  hukuki niteleme açılarından incelemektedir. AİHM bu incelemelerinde delilleri değerlendirmekte, soruşturma ve kovuşturmanın bütün safahatlarını incelemekte, ilgili iç hukukun uygulamasını değerlendirmekte ve böylece temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir. Görüldüğü gibi AİHM uygulamalarında sınır oldukça geniş tutulmaktadır.

Delillerin İncelenmesi, Delil Ve Bilgi Toplama

Bireysel başvuruyu düzenleyen 6216 sayılı yasa, Anayasa Mahkemesi’ne çok geniş yetkiler vermiştir. Mahkeme taraflardan delil isteyebileceği gibi resen delil de toplayabilir.

6216 sayılı kanunun 49/3. Maddesine göre: “ Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir.”

Mahkeme inceleme, araştırma veya delil toplama konusunda hiçbir sınırlamaya tabi değildir. Mahkemeyi sınırlandıran tek kural, araştırma ve incelemenin bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği konusunda olmasıdır. Mahkeme yalnız taraflardan değil, ilgili herkesten bilgi, belge ve delil isteme yetkisine haizdir.

Duruşma

Mahkeme anılan yasanın 49/4. maddesine göre, gerek görürse duruşma yapılmasına karar verebilecektir.

Bütün bunlardan sonra; “Bireysel başvuruda deliller tartışılmaz,  hukuk normunun uygulanmasına bakılmaz.” demenin hiçbir anlamı yoktur. Zaten bir hak ihlalinin olup olmadığını başka şekilde tespit etmek mümkün değildir.

Yeniden Yargılama

Mahkeme bütün bu incelemeleri yapacak, delilleri, bilgi ve belgeleri inceleyecek, tatmin olmazsa ilgililerden yeni delil, bilgi ve belge isteyecek ve sonuçta bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği konusunda karar verecektir. Mahkeme bütün bu inceleme ve değerlendirmeler sonucunda, hükümlünün hukuk normunun tanımlamadığı bir eylemden ötürü özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sonucuna varırsa, esas mahkemesinden bu durumun giderilmesini isteyecektir. Esas mahkemesinin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tartışma yetkisi yoktur.

6216 sayılı yasanın 50/2. maddesine göre: “ Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

Tedbir Kararı

Bölümler, esas incelemesi aşamasında başvurucunun temel haklarını korumak için tedbire karar verebilirler. Mahkeme tedbir kararı verirken herhangi bir sınırlamaya tabi değildir. Mahkemenin yetkisinde olan tedbir kararını Balyoz hükümlüleri bakımından dikkate alacak olursak, kanımca mahkeme başvurucuların daha fazla mağdur olmamaları için tedbiren sanıkların serbest bırakılmasına karar verebilir.

Durum teorik olarak böyle iken Anayasa Mahkemesi, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiş ve infaz aşamasındaki bir davada infazı durdurmaya karar verir mi? Özellikle Balyoz sanıkları için böyle bir karar vermeyeceği çok açıktır. Üstelik Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın 9. Ceza Dairesini takdir eden ve açıkça kararda bir yanlışın olamayacağı yönündeki açıklamasından sonra…

6216 sayılı yasanın 50/5.maddesine göre: “Bölümler, esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar.”

Sonuç olarak; Anayasa ve 6216 sayılı yasa, temel hak ve özgürlüklerin korunması için Anayasa Mahkemesi’ne olağanüstü yetkiler vermiştir. Kanunun esas amacı, kamu gücüne karşı gerçek ve tüzel kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumaktır. Bireysel başvuruyu kamucu bir yaklaşımla ele aldığınız takdirde, kanunun özünü ve sözünü gözardı etmeniz kaçınılmaz olacaktır.

Bireysel başvuru davalarında Anayasa Mahkemesi, Temyiz mahkemesinden (Yargıtay’dan) daha geniş yetkilere sahiptir.

Yukarıda ilgili yasalara göre yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, Anayasa Mahkemesi bir hakkın ihlal edilip edilmediği konusunda çok geniş yetkilere sahiptir. Bu konuda dosyada mevcut delilleri, bilgi ve belgeleri yeterli bulmaz ise yeni delil araştırması yapabilir, ilgililerden bilgi, belge ve delil isteyebilir. Görüldüğü gibi, bireysel başvuruların esastan incelenmesi sanılanın aksine, dar bir alanda yapılacak incelemeden ibaret değildir. Mahkeme bir hak ihlalinin olup olmadığını tespit etmek için, her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. 6216 sayılı yasanın Anayasa Mahkemesi’ne yüklediği, kamu gücünün hak ihlali yapıp yapmadığını tespit etmek ve ihlalin kaldırılması için gerekli talimatları vermek, olarak tanımlanabilecek kesin bir görev bulunmaktadır.

Kanun İnsan Hakları Açısından İleri Bir Kanundur

6216 sayılı kanun, AB mevzuatına uyum doğrultusunda düzenlenmiş insan hakları açısından ileri bir düzenlemedir. Düzenleme, AB mevzuatına uyum amacının yanı sıra, Türkiye’nin AİHM nezdindeki kötü imajını düzeltmek ve AİHM’ne gidecek davaları azaltmayı hedeflemektedir. Bilindiği gibi AİHM kararlarında Türkiye kötü yargılamada Rusya’dan sonra ikinci sıradadır. Türkiye’nin kötü yargılamada baş sıralarda yer almasının esas nedeni, hiç şüphesiz yasalar değil kötü uygulamalardır. Bu bağlamda AİHM Türk yargıcı Prof. Dr. Işıl Karakaş’ın: "Kötü yasa değil, kötü yargıç vardır" sözünü anmakta yarar vardır.

12 Mart 1971 darbe döneminde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın emri ile nikah töreni polisçe basılıp nikahtan alınan, balayını Selimiye Kışlası’nda, 1. Evlilik yıldönümünü Davutpaşa Kışlası’ndan geçirmiş bir darbe mağduru olarak, amacım hiç şüphesiz darbe savunuculuğu yapmak değil… Darbeciliğe ve darbelere karşı olmakla birlikte unutmamak gerekir ki; yasalarımız darbeci düşünceyi cezalandırmıyor. Tıpkı katil olmayı düşünen birini cezalandırmadığı gibi… Kanımca, Balyoz davasında darbeye teşebbüs suçu oluşmamıştır. Mahkemece darbeci düşünce ve davranışlar cezalandırılmıştır. Bu ise ciddi bir temel hak ve özgürlük ihlalidir.

Bir ülkede yasalar yanlış uygulanıyorsa, hiç kimsenin temel hak ve özgürlükleri güvence altında olamaz.

Anayasa Mahkemesi’ne yasa ile verilen görev, kişi hak ve özgürlüklerinin kamu gücü tarafından ihlal edilmesinin önüne geçmektir. Kamu gücü yasama, yürütme ve yargı gücünden oluşmaktadır. Balyoz kararında bir temel hak ve özgürlük ihlali varsa bu ihlali yargı gücü yapmıştır. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nin Balyoz kararında hükümlülerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği doğrultusunda ciddi iddialar mevcutken, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin mevcut üyelerini öven ve “Yanlış yapmazlar.” şeklinde tarafgir bir açıklama yapması en hafif tabirle talihsizliktir.

Türkiye’de yargıya güven %40’lara gerilemişken, Yargıtay Balyoz kararı ile tarihi bir fırsatı heba etmiştir. Umarız Anayasa Mahkemesi, Başkan’ına rağmen aynı hatayı yapmaz.

Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz hükümlülerinin bireysel başvurularında vereceği kararların ne olacağından daha çok, hukuk kamuoyunun tatmini önemlidir. Balyoz davası ile ilgili olarak ortada ciddi iddialar vardır. Balyoz dosyasında darbe suçunun icra hareketi sayılabilecek hiçbir somut eylemin olmadığı, dijital verilerin sahte olduğu ve uluslararası standartlarda hukuki delil sayılamayacağı, yargılamanın adil olmadığı gibi…

Bütün bu iddialar son derece ciddi temel insan hak ve özgürlükleri ihlalidir. Anayasa Mahkemesi vereceği kararla bütün bu iddiaları yanıtlamalıdır. Aksi halde Anayasa Mahkemesi görevini yapmamış, kamu gücünün temel hak ve özgürlükleri ihlaline sübjektif nedenlerle seyirci kalmış olacaktır.

Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz davası ile ilgili vereceği karar, en az darbe devrinin kapanması kadar önemlidir. Kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin tehdit altında olduğu bir ülkede, hangi rejimin hüküm sürdüğünün hiçbir önemi yoktur.

Bütün bu nedenlerle; Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz başvuruları konusunda vereceği karar, Türkiye’de demokrasinin ve rejimin göstergesi olacaktır.

İleri demokrasi mi, ileri faşizm mi?

Bireysel Başvuru İle İlgili Makale Okumak İçin TIKLAYINIZ.

rahmi68@hotmail.com