BDDK yani Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu açıklamış, gazeteler de yazmış:
İnşaat sektörünün “2018 yılı başında 5,9 milyar lira olan batık kredileri 2019 Ocağında 12,9 milyar liraya ulaşmış. Bir yıldaki artış yüzde 118.
Bu yılın başına göre toplam batık ise 17,8 milyar liraymış.
Bankaların elinde 15.500 kadar satılık konut varmış.
Diğer taraftan başka başka haberler de çarpıyor gözümüze tabii:
“Falanca banka da konut kredi faizlerini indirdi.”
“Bankaların konuta ayırdığı krediler şu kadar arttı” falan…
Haliyle “ne oluyoruz?” diye düşünüyor insan. İnşaatlar mı ucuzluyor, müteahhitleri mi batıyor?
Olan şu: “İmarperver” siyaset, uzun yıllar boyunca bu işin tadını çıkarmaya doyamayınca bu sefer de işin suyu çıktı ve olay nihayet doyum noktasına geldi. Bankalar bu ara “batan geminin mallarını” satıyor.
Bir zamanların Amerika’sının yaşadığı “altına hücum” misali, elinde biraz parası, biraz siyasi ilişkisi olan çok sayıda insan inşaat müteahhitliğine hücum edince son yıllarda sadece şehirler değil, dağ taş bile inşaat şantiyesine döndü.
Kim alacaktı bunca binayı peki?
Baştan “yatırımcı” dediğimiz spekülatörler aldı. Parlatılan bu sektör onların gözlerini kamaştırdı, önce ellerindeki parayı yatırdılar arkasından banka kredilerini yüklendiler.
Arkasından daha iyi bir konuta “terfi” etmek isteyenler, sonra da gerçek ihtiyacı olup da o güne kadar alamamış olanlar.
Bankalar üstü açık-kapalı kredi vermeye “teşvik edildi”,
Bu durum bizim hayli kırılgan ekonomimize ve büyük deprem beklentisi gerçeğine hiç uymadığı halde “Mortgage” bile özendirildi. “Kira öder gibi 30 yılda ödersiniz” türünden “safiyane” telkinlerde bulunuldu.
İşte bu estirilen rüzgarla bir süreliğine “inşaata hücum” dolu dizgin gitti ve nihayet bu günlere gelindi.
Şimdi “ite-kaka” biraz satış varsa da, maalesef önce sektörün sonra ekonominin durumu oldukça vahim.
Görünüşe göre de, ekonominin temel kurallarına göre de bu iş uzunca bir süre ülkeye bazı ıkıntılar yaratacak.
Birincisi, iktidarın bu işi önce sürdürebilmek; sonrasındaysa durumu kurtarabilmek için ekonominin işleyişinden ilgili mevzuatına kadar yaptığı müdahaleler o kadar ağırdı ki, bunun tahribatını öyle on yıllar içerisinde falan gidermek mümkün olamayacak.
İkincisi, bu sürede inşaat sektörüne yöneltilen ve artık orada “sabitleşen sermaye” kadar yeni bir sermaye yaratılana ve bu sektöre gömülen krediler sıfırlanana kadar, bizim ekonomi yönetimlerinin yemesi gereken çok fırın ekmek var ki; bunun ne kadar zamanda olabileceğini varın siz hesaplayın.
Bu süre içerisinde hepimiz dua edelim ki, bir darbe de doğadan gelip büyük bir deprem yıkımı yaşamayalım; yerkürenin gerilimi ufak ufak boşalsın ve büyük bir felakete, bizi daha da derin bir ekonomik uçuruma sürüklemesin.
Peki gelelim bundan sonrasına:
1.Türkiye, kıt kaynaklarının üzerine bir de dışarıdan borçlanarak, hatta elde kalan son sermayeleri de yurt dışına kaçırarak çok büyük bir sermaye kaybı yaşamıştır.
2.Gayrımenkul ve diğer inşaat yatırımlarıyla artık bağlı ya da sabit hale gelen sermayenin buralardan çözülüp ekonomi sahnesinde ortaya çıkması mümkün değildir. Hatta buraya bağlanan paranın kredi borçlarının döndürülmesi bile sorun yaratmaktadır.
3.Eldeki ve “elden gelen” paraların gayrı menkule yatırılması, büyük ölçüde bu ülkenin yatırıma ve üretime kaynak yaratacak imkanlarının kesilip o tarafa aktarılması demek olmuştur. Bunun sonucu; üretimin düşmesi, işsizliğin artması, mal kıtlığı, pahalılık, dış borçlanmaya daha fazla ihtiyaç ve dolayısıyla daha çok taviz olacaktı ki bu da olmuştur ve iş başında hangi iktidar olursa olsun bunun baskısı daha uzun yıllar devam edecektir.
3.İçinde yaşadığımız “piyasa düzeni”nde temel kuraldır. Piyasanın işleyiş düzeni de bankacılık da bu ölçülerde müdahale ile karşılaştığında ekonominin çarkları bir yerlerde kilitlenir ve çeşitli çökmeler yaşanır.
Bugün sebze-meyve ticaretinden para ticaretine yani bankacılığa kadar işleyişte açıkça görülmektedir ki ticari tercihlerin yerini idari ve siyasi tercihler almıştır. Ticari tercih ve dengelere yapılan bu ağır müdahale, sistemi günden güne daha büyük sıkıntılara sokacaktır.
Bundan en kısa zamanda vaz geçilmelidir. Suları yukarıdan aşağıya akıtan cazibe nasıl ki yer çekimi ise, piyasa düzenindeki bir ekonominin dengeye gelmesindeki cazibe de siyasi değil ticari beklenti yani kazanç beklentisidir. Kazanamayacak olan ne sebze eker ne kredi verir. “Ver” derseniz en fazla piyasadan çekilir.
4.Bankaların üzerinde kalan gayrı menkuller ile batan krediler belki bunları batırmaz, belki bu kayıplar koca bir ülkenin varlığı karşısında çok da önemli bir yüzde bile değildir ama; buralarda “kaybedilen sermaye” bu ülkenin ne kadar zorlarsak zorlayalım; yatırım, üretim ve kalkınma yolunda kullanabileceği toplam “barut”udur.
Bunun tamamı yanlış kullanılıp sabit sermaye haline dönüştürülmüş ve bu imkanlar hala da zorlanmaktaysa; ne yazık ki elde pek fazla barut da kalmamıştır. Türkiye bu dönemde bütün yumurtaları bir sepete, imar sepetine koymuş ve o sepet de bugün yuvarlanmış olduğu için ülkenin geriye kalan imkanları çok çok kısılmıştır.
Bu durumda bu ülkede belki yine de tarlalar ekilir, meyveler yetiştirilir, fabrika bacaları tüter ama giderek bütün bunların sermayedarı yani sahipleri biz değil, yabancı sermaye olur. Halkımız da iş bulabildiği kadarıyla ancak onların “elemanı” olur, onların refahına çalışır.
Bu bir yandan da alttan alta oluyor, farkında mısınız? Dileyen “en büyük şu kadar şirket” türü listelerdeki gelişmelere bir göz atsın, gidişatı görecektir.
Sorun büyüktür, çözülemedikçe de giderek büyümektedir.
Hani sigarayı bırakma konusunda falan hep söylenir ya; burada da öyledir, bu iş öyle sözle, yeminle, vaadle falan değil önce “kafa”da çözülür.
Kafadaki saplantılar, yanlış düşünceler değişmedikçe, sadece şu ya da bu vaad ya da sözümona tedbirlerle bu hastalıklı yapıdan da, bu dertten de kurtulmak asla mümkün değildir.
Son olarak yabancıların bir sözünü hatırlatalım:
“No money no company”, Türkçe okunuşuyla “no mani, no kampani” yani “para yoksa şirket de yoktur”.
Dolayısıyla, eldeki üç kuruşunu aldığı beş kuruş kredi ile birlikte tümüyle toprağa, betona gömen bir ülkenin ne yatırım için ve ne de üretim için parası olamaz.
Bu piyasa düzeninde para olmayınca da hiçbir şey olmaz, olamaz. Sonra da, devlet zerzevat, bankalar emlak satmak zorunda kalırlar.