Basın Özgürlüğünün Değeri

Geçen hafta, Today’s Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Bülent Keneş, ABD basınında MİT Müsteşarı Hakan Fidan aleyhinde çıkan haberleri tarafsız bir gözle yayımladıkları için eleştirildiklerinden yakındı. Keneş, “Today’s Zaman ve şahsım Türkiye’ye, hükümete ve MİT Müsteşarı’na karşı başlatılan bir uluslararası komplonun ‘parçası’, ‘işbirlikçisi’, ‘taşeronu’ olmakla ve hatta ‘vatana ihanet’le suçlandık” diyor.
Bu durum gazetecilik açısından da, memleketin durumu açısından da üzerinde durulmayı hak eden bir durumdur.
Today’s Zaman’ın dahil olduğu grup, bilindiği gibi hükümetle yakın ilişki içinde olduğu evvel eski bilinen, ama son zamanlarda bazı konularda aralarında ciddi ve gizlenmeyen anlaşmazlıkların çıktığı Cemaat ya da Hizmet grubudur.
Bu grupla ilgili pek çok algının, bilginin medyada geniş yer bulduğu da biliniyor.
Gülen grubuyla ilgili iddiaların en önemlilerinden birisi özel yetkili mahkemelerde görülen davalara bu grubun polis ve adliye içindeki gücüyle müdahale ettiği, edebildiğidir. Gülen grubu ile ilgili kitap yazanların başlarına tutuklanmak, hapis yatmak gibi işlerin geldiğini de herkes biliyor. Ahmet Şık’ın, Nedim Şener’in tutuklanmaları bu kapsamdadır; Odatv davası hâlâ sürüyor, Cemaat’i deşifre eden bir kitap yazan Hanefi Avcı hâlâ içeridedir. Kuşkusuz Gülen Cemaati bu iddiaları hep yalanlamıştır ve yalanlamayı da sürdürmektedir.


Ama bir gerçek var ki, o da şu sıralarda AKP hükümeti konusunda Zaman grubunun yanıldığını itiraf etmesidir. Tıpkı AKP hükümetine Gülen cemaati ile eşgüdüm içinde destek veren kimi liberal medyacılar gibi. Bülent Keneş de aynı gerçeği söylüyor zaten: “Hep iyi niyetle yaklaştığımız mevcut hükümetten daha fazla demokrasi ve daha fazla hak özgürlük konusunda beklentilerimizden dolayı uzun süre okurlarımızı da yanıltmışız.”
Hem beklentileri hem de demokrasi bilgileri konusunda yanıldıkları kesindir.
Bir konuda daha yanılmışlar. AKP hükümetinin henüz her şeye hâkim olmadığı zamanlarda özellikle üniversitelerde kendilerine yönelik herhangi bir baskı olmamış ve şimdi
“nerede o günler” diyecek haldeymişler.
Daha ilginç olanı Bülent Keneş’in şimdi karşı karşıya kaldıkları durumla ilgili söyledikleridir: Aktarmakta yarar var: “
Hrant Dink’in dönemin güç odaklarına yakın medya tarafından düzenlenen ve son dönemde bize yönelik olana benzer kampanyalar neticesinde öldürüldüğü akıllarda tutulacak olursa, bu işin nereye varabileceğine dair ciddi endişelenmek gerekir. Biz de endişelenmiyor değiliz.”


Burada söylemeye çalıştığımız, “dün ortaklık ettiğiniz, militanca destek verdiğiniz kesimler bakın bugün size neler yapıyor, şimdi anladınız mı” demek değil kuşkusuz. Bunu iki nedenle söyleyemiyoruz: Birinci neden; Cemaatin eski alışkanlıklarından vazgeçtiğine dair bir işaret henüz ortada görünmüyor. Aynı militan tutum sürüp gidiyor. İkinci neden; asıl olarak önemsenmesi gerekenin basın özgürlüğü olmasıdır ve bu konuda da henüz başlarına geleni genelleştirebildikleri konusunda yeterli belirti ortada yok.
Ama yine de Bülent Keneş’in şu sözlerini ciddiye almalı:
“Ülkemizde cinsi ve çapı her ne olursa olsun bu bedeli peşinen göze almak namuslu gazeteciliğin artık olmazsa olmaz bir şartı haline geldi. Özellikle yaptığınız haberler, hükümetin her ne konuda olursa olsun aldığı pozisyonu gözü kapalı alkışlamıyorsa.” Medyanın durumu ile ilgili bu saptamaya gazeteci itiraz etmez.
Sorun geç kalma ve ciddi olma sorunudur.
Bazı şeyler ne yazık ki geri alınamıyor. Gazetecilerin yıllarca hapiste tutulması mahkûm edilmesi ve onları mahkûm eden militan zihniyetin hâlâ militan desteğini sürdürmesi, bir damla bile pişmanlık duymaması gibi.

23 Ekim 2013 - Cumhuriyet