BU DEVLETİN VATANDAŞI OLMAK YA DA ŞİRKET MÜŞTERİLİĞİNE RAZILIK

“Kooperatif”in ne olduğunu bilirsiniz;
“Ko= birlikte”, “operatif= eylemsel” anlamındaki iki kelimeden türetilmiş. Kısaca, insanların ortak ihtiyaçlarını gidermek için kurduğu “elbirliği” organizasyonuna verilen ad. 
Örneğin;
-Evlerini ortaklaşa inşa etmek isterler inşaat kooperatifi kurarlar;
-Tüketimlerini ucuza getirmek isterler tüketim kooperatifi kurarlar;
-Taşımacılar, balıkçılar, çiftçiler ve daha niceleri kendi işleri için kooperatifler kurarlar.

Bu işlerde hepsinin ortak bir tarafı vardır: 
Üyelerine hizmet etmek, onların geçimlerine katkıda bulunmak ve bu işler yapılırken üyelerini oluşturan topluluğa karşı “asla ticari davranmamak”, üyeleri üzerinden “asla kimseye para kazandırmamak!”

Dikkat ederseniz, bu el birliği organizasyonu “devlet”in varoluş açıklamalarına da çok benzer.
Nitekim devlet de, üyesi ya da tebaası olan yurttaşların çeşitli gereksinimlerini ortaklaşa çözmek üzere kurulmuş bir organizasyon, bir tür ko-operatiftir.

Üyelerine eşit davranır, kendisi onlar üzerinden kazanç elde etmeyi amaçlamadığı gibi ne içlerinden kimseye ayrıcalık sağlar, ne birileri üyeler üzerlerinden para kazansın diye onları başkalarına “müşteri” olarak sunmak gibi bir amacı olabilir.
En azından teorik ya da felsefi olarak böyledir.
Kısmen, anayasalarda yazılanlara göre de…

Ne hoş değil mi?
Evet, bu tarafı çok hoş ama, maalesef bu “elbirliği” organizasyonunun üyeleri yani halk; her zaman bu kendi organizasyonlarının arkasında durmayı beceremez ve hatta, “düzen”in kendileri için değil de “birilerinin” çıkarına hizmet etmesine bayağı alkış tutarlar.
Böylece devlet bir ko-operatif anlayışından çıkar, adeta ticaret şirketine dönüşür.

Nasıl yani? diyeceksiniz…
Şöyle:
Üyelerine eşit hizmet etmekten, onları ve onların çıkarlarını korumaktan uzaklaşır, bir “kesim”in çıkarına çalışmaya başlar ve “devletin vatandaşı” giderek birilerinin ticari hedefi yani “müşteri”si haline dönüştürülür.
Özetle, vatandaşa “cebinde ne kadar paran varsa, o kadar hizmet alırsın” durumu yaratılır.

Örneğin, “Merak etmeyin, ödediğiniz bu vergiler size köprü, yol-su elektrik, olarak geri dönecek” diye vergiler toplanır ama bir de bakarsınız ki vergisini ödeyen ama cebinde parası olmayan vatandaş ne o köprüden geçebilir, ne paralı yollarda arabasını sürebilir.
Turnikelerin başında dikilip baka kalır…

Sadece oralarda mı?
Yap işlet (YİD) modeli ile “verilmiş” ve “bir şekilde işletilen” ama aslında “halka hizmet” anlayışıyla işletilmesi gerekirken “ticarethane” olan ne kadar “işletme” varsa hemen hepsinin kapısında…
Yani kendisine “al yap” denen yerli ya da küresel sermayenin “işlettiği” şirketlerin “ödeme noktaları”nın önünde.

Düşünsenize;
Arabanızı yeni açılan tünelden süreceksiniz, “devletim yaptı, geçeyim” diyemeyeceksiniz. “adam yapmış işletiyor, param yeterse geçerim” diyeceksiniz. Çünkü siz orada bu tüneli “yapıp işleten” şirketin “müşteri”sisinizdir.
-Köprüden karşıya geçmeniz gerekiyor, falan şirketin müşterisisiniz
-Memlekete gideceksiniz yola çıktınız, filan yol şirketinin müşterisisiniz
-Vapura bineceksiniz, vapur şirketinin müşterisisiniz
-Telefon edeceksiniz, bilmem ne telekom şirketinin müşterisisiniz
-Elektrik paranızı ödeyeceksiniz, dağıtım şirketinin müşterisiniz
-Arabanızı kendi kapınızın önüne koydunuz, park şirketinin müşterisisiniz.
Daha neler neler… yüzlerce “yap işlet” işi var. Gerisini siz tamamlayın

Şimdi denecek ki: Eee bu işler bedava mı olsun?
Bedava olsun demedik ki?
Kooperatiflerde bile üyelere her şey bedava mı?
Değil tabii… ama orada “aidat” ödersin, burada “vergi” ödüyorsun.
Bizim söylediğimiz şey; devletin yapması ve vatandaşına “sunması” gerek bazı “halka hizmet” işlerinin birilerinin ticaretine bırakılmaması; vatandaşın bu hizmetleri, devlet elinden “maliyetine” alması gerekirken işletmeci şirketlere bırakıldığında üstüne bir de “kazanç payı” ödemek zorunda kalınması.

“-Ama bunları yapmak için devletin parası yoksa?”
Bu işlerin yanlıları önceleri bunu söylerlerdi. Şimdilerde ise “devlette para yok” diyemedikleri için onu da söylemeyip “hazineden beş kuruş çıkmadan yapma marifeti” olarak sunuyorlar.
Sanki hazineden para çıkmayınca bu iş halka bedavaya getiriliyormuş gibi.
“Şimdi hazineden çıkmıyor ama sizden misliyle çıkacak” demenin üstü kapalı ifadesinin daniskası.

Adeta adam kandırmaca.
Hani bir adamın cebinde olmayan parayla hanlar hamamlar alıp etrafa bak ben neler beceriyorum demesi gibi bir şey. 
Şimdi ödenmeyen para daha sonra fazlasıyla ödenmeyecek mi?
Sonuçta bu parayı ben mi ödeyeceğim o politikacı mı?

Soralım o zaman:
Peki kardeşim, devletin yani “milletin” bunları yapacak parası yoksa, ayağını yorganına göre uzatmak, hesaplı kitaplı davranmak varken, birilerine; hem borçlanarak hem tatlı kazançlar sağlanarak sözüm ona “büyük projeler” gerçekleştirmenin bir alemi var mıdır?
Bu nesilden başlayarak 20, 30, 49 yıllık geleceğimizi ipotek altına sokarak devlet yönetmenin başarısı nerededir?

Ko-operatif yani “elbirliği” olarak başlayan düzen, son zamanda birilerine kazanç sağlama mekanizması haline çevrilmişse bu iş gerçekten de “devletin şirketleşmesi” değil midir?
Bu küresel düzende her şirket, finansmanı dolayısıyla küresel sermayeye göbeğinden bağlı ise, devlet idaresi de böylesi “icraatları” nedeniyle doğrudan ya da dolaylı o küresel sermayenin her dediğine “evet” demek zorunda değil midir?
Bu işlere evet demek ulusal egemenliğin sermayenin gölgesinde kalması değil midir?

Devlet üzerine ciddi düşünceleri olan ünlü filozoflar Platon ve Aristotales’'e göre “devlet”, insan topluluğunun siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik gereksinmelerine en iyi yanıt verebilecek, böylelikle daha iyi bir yaşamı gerçekleştirebilecek tek “örgütlenme biçimi”dir.

Bu günün Türkiye’sinde:
Sizce halkın gereksinmelerine verilecek o en iyi yanıt; kendi yurttaşını sayılamayacak kadar çok Yap İşlet imtiyazlarıyla yerli-yabancı büyük sermayeye teslim ederek, onu piyasa koşullarına mahkûm ederek ve kendisi de büyük ölçüde aradan çıkararak mı gerçekleştirilebilecektir?

Haydi onlar “düzen” böyle diyorlar, yani “yersen”…
Peki halkımız neden bu işe bu kadar itirazsız ve “edilgen”?
Devlet denen örgütlenmenin üyeleri yani “tabanı”, yani bu işlere güç verenler doğrudan kendileri değil mi?

Senin cebindeki parayı başkasına vaad edip elin şirketine servet bağışlayan politikacının, sanki büyük bir iş yapmış edalarda, bir de bu işin kurdelesini keserken niye bu heyecanlanmaların?