Her alandaki temizlik hamlesi beni heyecanlandırıyor.
Toplumun bazı kesimlerinin “değişimi” algılamasının çok zor olduğu da anlaşılıyor.
Fenerbahçe taraftar gruplarından birinin dün yaptığı açıklama, zihniyet değişiminin zorluğunu gösteriyordu zaten.
Galatasaray’a cevap veren Fenerbahçeli taraftarlar, “Bugün bize, yarın size” diyorlardı.
Bu işlerin “yarını” olmasın diye uğraşıldığını anlamamış gibiydiler.
Bu düzenin aynen devam edeceğini, bu düzen içinde piyangonun Fenerbahçe’ye çarptığını, seneye de yanı şeyin Galatasaray’ın başına gelebileceğini düşünüyorlardı.
Bu yanılgının duydukları derin acıdan kaynaklandığını umalım.
Ve, umalım ki “temizliğin, dürüstlüğün”, taraftarlıktan daha önemli olduğunu kavrasınlar.
Futboldaki kirliliğin, futbol dışındaki alanlara yayıldığını ve toplum için çok tehlikeli sonuçlar yarattığını görsünler.
Bu açıdan bakıldığında, Beşiktaş’ın efsanevi Çarşı grubunun dün yaptığı açıklama sanırım futbol tarihimize geçecek.
Fenerbahçe gibi Beşiktaş’ın da ciddi bir yaptırım tehdidi altında olmasına rağmen Çarşı grubu, “dürüstlüğü” takım taraftarlığının önüne koyarak taraftarlık anlayışında yeni bir çığır açacak hamleyi gerçekleştirdi.
Çarşı’nın bu “dürüst” duruşu diğer takımları ve taraftarı da etkileyecektir.
“Ne olursa olsun bizim takım kazansın” anlayışından, “Bizim takım hakkıyla kazansın” sportmenliğine geçişte Çarşı’nın manifestosu güçlü bir köprü oluşturacak.
“Büyük takım”, maçları “ne olursa olsun” kazanan takım değildir, büyük takım “saygı duyulan” takımdır.
Çarşı’nın bu açıklaması, bir ucundan kire bulaşmış gibi gözüken Beşiktaş’ın “büyüklüğünü” pekiştiren bir açıklama.
Beşiktaşlı taraftarların “dürüstlüğü ve temizliği” ön plana alan zihniyetinin sadece futbol camiasına değil bütün Türkiye’ye hâkim olması gerekiyor.
Ve, her alanda hâkim olması gerekiyor.
Sadece şu son şike olayları bile “zihniyet değişikliği” yaşamakta ne kadar zorlandığımızı, çarpık alışkanlıkların nasıl derinlere işlediğini gösteriyor.
Bir yanımızla bu çürümüşlükten kurtulmak istiyoruz ama bir yanımızla bu çürümüşlüğe esaretimiz sürüyor, bunun temel nedeni de “ölçüleri” kurumsallaştıramamamız.
Kendi “kriterlerimizi” henüz oluşturamadık.
Zaten Avrupa Birliği’ne duyduğumuz ihtiyaç da buradan kaynaklanıyor.
Ekonomik açıdan bizim Avrupa’ya ihtiyacımız yok.
Ama “temizliği”, “dürüstlüğü”, “demokrasiyi”, “hukuku” kurumsallaştırmış, bunların kriterlerini oluşturmuş olan Avrupa’nın ölçülerini buraya yerleştirmek için AB üyeliğine muhtacız.
Avrupa’nın bizden talep ettiği “reformlara” bakarsanız, istediklerinin bu demokrasi ve hukuk kriterlerini kurumsal bir hale getirmemiz olduğunu görürsünüz.
Bu reformları yapmamanın Avrupa’ya bir zararı yok.
Reformları gerçekleştirmemenin zararı bize.
Durum böyle olduğu halde bizim Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Avrupa Birliği’ni “ilişkileri dondurmakla” tehdit ediyor.
Aslında, Kıbrıs sorununun çözümüne artık Kıbrıslı Rumların engel olmamasını söyleyerek doğru bir şey istiyor ama bunu “tehditle” yaptırmaya çalışarak “yanlış” biçimde istiyor.
Avrupa’yla ilişkileri dondurur ve reformları gerçekleştirmezsek, bundan nasıl bir yarar sağlayacağız?
İyileşmek için sana reçete veren doktora, “Beni kızdırırsan ilaçları almam” demek gibi bir şey bu, almazsan hastalığın ilerler.
Zaten, hemen ardından Egemen Bağış bir açıklama yaparak bu tehdidin “ilişkilerin bütününü” kapsamadığını söyledi.
Bağış’ın açıklaması, Davutoğlu’nun anlamsız ve saçma çıkışının “hükümet tarafından” paylaşılmadığını gösteriyor.
Hatta, Bağış’ın bu “düzeltmeyi” Başbakan Erdoğan’ın isteğiyle yapmış olması da kuvvetle mümkün.
Davutoğlu, bizi Avrupalı kriterlere ulaştıracak bütün “reformları” yapsın, ondan sonra canı kimi çekiyorsa ona posta koysun ama daha reformları bile becerememişken meydan okumak pek anlamlı olmuyor.
Bu tavır, “şike de yapsa bizim takıma dokunmayın” anlayışından çok farklı değil.
Acaba Çarşı’ya rica etsek de bir “manifestoyu” da demokrasi ve hukuk için siyasi iktidara mı yazsa?
Çünkü şu anda en dürüst ve akıllı onlar gözüküyor.
ahmetaltan111@gmail.com