Çok şükür artık CHP’ye mahkûm değiliz

Elveda parlamenter sistem, elveda CHP

Önce bu yazının CHP’deki son gelişmelerle uzak yakın bir ilişkisi olmadığını söyleyelim, bizim için ince kalın hiç fark etmez, dünya görüşü, vizyon ve misyon önemlidir.

Neden artık CHP'ye mahkûm olmadığımızı, neden artık genel seçimlerde ve yerel seçimlere özgürce oy kullanabileceğimiz konusuna girmeden önce nasıl ve neden CHP’li olduğumuzu kısaca özetleyelim.

Türkiye 12 Mart faşizmini yaşıyordu, binlerce kişi işkenceden geçmekteydi. Öğrencilere, aydınlara, gençlere akıl almaz, insan hafızasına sığmaz işkenceler yapılıyordu.

Biz Davutpaşa Kışlası’nda 256 sanıklı Dev-Genç davasından tutukluyduk.

İşte o günlerde 12 Mart uygulamaları nedeniyle CHP Genel Sekreteri ile CHP Genel Başkanı Milli Şef İsmet Paşa arasında siyasi kavga başlamıştı.

İnönü ile Ecevit arasındaki temel sorun 12 Mart Faşizmine destek verip vermeme konusundaydı.  

Ecevit İsmet Paşa’nın isteğine rağmen Genel Sekreterlikten çekilmiyordu.

Gazeteler şöyle manşet atmıştı:

Ben böyle asi genel sekreter görmedim. İstifa et diyorum etmiyor.”.

Sonunda Ecevit, İnönü'ye istifa mektubunu gönderdi.

"Sayın İsmet İnönü CHP Genel Başkanı Sayın Genel Başkanım, Demokratik rejim için ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz. Bu kadar önemli bir konuda sizin görüşünüze katılmadan Genel Sekreterlik görevini yürütmeye hakkım olamazdı. Onun için CHP Genel Sekreterliği'nden ayrılıyorum. Bugüne kadar, eşsiz önderliğinizle bana yol gösterdiniz, değeri biçilmez desteğinizle bana güç kattınız. Size sonsuz şükran ve minnet duygularımı yaşadıkça içimde taşıyacağım. Yürekten saygılarımı sunarım.
Bülent Ecevit"

Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu'nun gerekçeli istifasından sonra İnönü, 21 Mart akşamı toplanan CHP ortak grubunda Erim'i öven ve hükümete bakan verileceğini duyuran bir konuşma yaptı. İnönü'nün "Aksi halde kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar..." diye biten konuşması beklenen etkiyi yapmış, gruptan Erim hükümetine destek kararı çıkmıştı. Ancak Parti Meclisi'nde Ecevit'in tartışmasız üstünlüğü sürüyordu. (grafiksaati)

14 Mayıs'ta genel başkanlık seçimi için toplanan Kurultay'dan Ecevit Genel Başkan olarak çıkacaktır. (grafiksaati)

Bülent Ecevit partinin yeni yönelimini şu sözlerle özetleyecekti:

"Devrimin halka değil, halkın dışında ve üstünde ilerici aydın kadrolara dayanarak yürütüleceğine inananlar bizimle beraber olamazlar. Aydınların devrimin yürütülmesinde elbette önderlik görevleri vardır. Bu görev halka rağmen halk için devrim yapmaya kalkışarak değil, halktan hiçbir zaman kopmadan, devrimi halkla birlikte oluşturarak yerine getirilebilir. Devrimcilikleri bu halkçı anlayışa dayanmayanlar, bugünün CHP'sine yabancı kalan bürokratik devrimcilerdir."

Türkiye’yi 12 Mart faşizmine taşıyan nedenlerin başında ajan provokatörler geliyordu. 12 Mart öncesi öldürülenlerin arkasından düzenlenen gösterilerde MİT ajanı Mahir Kaynak gösterilerin en önünde Kana kan diye kışkırtıcı sloganlar atıyordu.

Ecevit “MİT’ten ajan provokatörleri temizleyeceğim” bu yüzden demişti.

27 Ekim-3 Kasım 1972'de toplanan Parti Meclisi'nin tek gündemi hükümetten çekilmektir. Ecevit'e CHP'li Bakanları hükümetten çekme yetkisi verilir, CHP bakanlarını hükümetten çeker.

Ecevit 4 Kasım'da "Yeraltı kaynaklarının yabancı sömürüsüne açılması ve ulusal ekonominin AET karşısında korunamaması, seçimlerin zamanında yapılmaması, Melen Hükümeti'nin fiilen bir AP-MGP hükümeti olduğu ve CHP'nin varlığının bir anlam taşımadığı, CHP'nin görüşlerine itibar edilmediği" gerekçeleriyle CHP'nin hükümetten çekildiğini açıklar.

Ecevit uygulayacağı ekonomik modeli şöyle özetliyordu:

CHP "Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı" yerine kalkınma modeli olarak, "Köylü kooperatiflerinin, sosyal güvenlik ve yardımlaşma kurumlarının, sendikaların, yurtdışındaki işçi ortaklıklarının ve benzeri halk ortaklıklarının girişimlerinden oluşan sektör" öneriyordu. Yabancı sermayeye sınırlama getirileceği vaat ediliyordu.

Bizler 12 Mart öncesi ağırlıkta Türkiye İşçi Partisi sempatizanı veya üyesiydik, ben TİP üyesiydim. 12 Mart sonrası gençlik örgütümüz Dev-GENÇ ve TİP kapatılmıştı.

Yukarıdaki kısa açıklama ve alıntılardan görüleceği gibi Ecevit millici ve toplumcu ekonomik politikalar vaat ediyordu, 12 Mart faşist yönetimine karşı duruyordu ve 12 Mart hükümetinden CHP’li bakanları çekmişti.

Bizler o günün koşullarındaki devrimci Ecevit’i ve onun önderliğindeki CHP’yi sevmiştik. Bizim arkadaşlar 12 Mart sonrası akın akın CHP’ye gittiler, Ecevit’in adını Karaoğlan diye dağa taşa yazdılar, ben de onlardan biriydim ve CHP Beşiktaş İlçesi üyesiydim.

Bizler hep faşizm gelmesin, Türkiye aydınlanma yolundan dönmesin diye CHP’nin peşine takıldık.

Takıldık da ne oldu?

12 Eylül faşist darbesi oldu. 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte Türkiye’de 24 Ocak kararları uygulamaya konuldu, Türkiye adım adım küresel sermayeye teslim edildi.

Gelinen aşamada Neoliberal uygulamalar tamamlanmak üzere..

En son Türkiye tek adama teslim edilmesin diye yine CHP’nin peşine takıldık, sonuç yine hayal kırıklığı.


44 yıl CHP’nin peşinden gittim.  En son aktif olarak çalıştığım yer Kadıköy.  CHP Kadıköy İlçesinde naylon bir üye yapısı olduğunu yakından gördüm. Ercan Karakaş’ın İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde adreste üye kontrolleri yaptık, neler nelerle karşılaştık. 90 m2 evde 25 üye, başka illerde olup Kadıköy’de üye olanlar.. Naylon bir yapı. 10 bin üyesi olan parti afiş asacak üç kişi bulamıyordu. Parti üyelerinin %95 i partinin adresini bilmiyordu. Değiştiremedik, mümkün değildi bu. Partideki yapı seç beni seçeyim seni idi.. Partinin üyeleri ağaların cebindeydi. Delege seçimlerinde ağaların belirlediği kişiler delege oluyordu.

1993 yılından sonra ilçe örgütüne uğramaz oldum. Hiç kimse arayıp sormadı. Neden arayıp sorsunlar ki, bir rakipten kurtulmuşlardı. Partiden Mavi pulu Kadıköy’de damgalanmış bir tek mektup, bir davet, bir telefon bile almadım.

Buna rağmen CHP’ye mahkumduk.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizi bu bağımlılıktan kurtarması çok iyi oldu. Genel seçimlerde CHP’nin milletvekili listesine oy vermenin artık bir anlamı kalmadı. Çünkü bu milletvekillerinin görev yapacağı parlamentonun bir hükmü kalmadı.

Milletvekilleri bakan olamıyor,

Başbakan olamıyor.

Tek iktidar Cumhurbaşkanı. Bakanları Cumhurbaşkanı seçiyor, bakanlıkların hükmü şahsiyeti yok. Cumhurbaşkanı istediği zaman bakanları görevden alabiliyor.  Yargının patronu HSK üyelerini Cumhurbaşkanı atıyor.

TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçimini yenilemesi 3/5 gibi gerçekçi olmayan bir nisaba bağlanmıştır. Yine Cumhurbaşkanının Yüce Divana sevki ve yargılanması için de aynı şekilde gerçekçi, olmayan, TBMM’nde bulunması nerede ise imkansız nisapla mümkündür.

TBMM eski sistemde gensoru ile hükümeti devirebiliyordu, şimdi gensoru veremiyor. Kısaca, meclis güzel demokrasimizin süsü, orada öyle duracak.

İktidar TBMM’nden çıkmayacağına göre benim de genel seçimlerde gönlüme göre oy vermemin ne sakıncası olabilir ki?

Cumhurbaşkanı %50 artı bir oyla seçileceğine göre, CHP’nin de tarihinde böyle bir oy oranı olmadığına göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri de sıkıntı değil.

Her olayın bir iyi yanı vardır derler, yeni sistemin iyi yanı da benim gibi seçmenleri özgürleştirmesi.

Peki ne yaparız bugünden sonra?

Yerel seçimlerde partiye değil adaya oy veririm, milletvekili seçimlerinde gönlümdeki partiye oy veririm.

Ya Cumhurbaşkanlığı… onu sonra düşünürüz.

Bundan sonra ne yapmalı?

Sivil örgütlenmeleri öne çıkarmalı, her alanda örgütlenmeli, ayrıca bu örgütleri bir platformda toplamalı derim.

Bu örgütlenmenin programı, amacı, şekli nasıl olmalı, işte gelin bunu tartışalım, artık özgürüz, öyle ki gölgemizi istediğimiz sokağa düşürebilir, Cumhurbaşkanını eleştirmekten gayri her şeyi yapabiliriz.

Av. Rahmi Ofluoğlu