Düşünelim bakalım: “akıl tutulması vergisi” de ödüyor muyuz?

Düşünelim bakalım:
“akıl tutulması vergisi” de ödüyor muyuz?

“Vergi” nedir?
“Toplum için kendimizden verdiğimiz şey” değil mi?
Bırakın maliye kitaplardaki anlatımıyla vergi yasalarındaki tanımlarını bir kenara…
“Kişi-toplum ilişkisi” açısından düşünün bu işi bir seferlik de.
Örneğin “İçtimai Mukavele” yani “Toplumsal Sözleşme” bakış açısıyla…
Jean Jacques Rousseau’ya mal edilen, ama önceleri başka düşünür ve devlet adamları tarafından da ileri sürülmüş olan düşünce ile.

O bakış açısında kişi ile toplum düzeni (devlet) arasında olduğu varsayılan bir “Toplumsal sözleşme”den söz edilir,
Hatırlasanıza…
Bu görüşe göre insan, “doğası gereği” “tek başına” yaşamak gibi bir seçeneği varken, kendisini şiddetten, hırsızlıktan, sahtekarlıklardan ve her türlü olumsuzluklardan koruyabilmek için bu “bağımsız” yaşama isteklerinin bir kısmından vazgeçer ve kendini üstün bir gücün idare etmesine gönüllü olarak “razı” olur değil mi…
Bu üstün güç “devlet”tir, buna rıza göstermek ise o “sözleşme”.
İşin özetli bu.

Peki, “Ne sözleşmesi kardeşim, ben ne böyle bir sözleşmeye evet dedim, ne bir yere imza attım” deme imkanımız var mı yapılanlar işimize gelmeyince ya da aklımıza yatmayınca?
Yok!
Dünyanın düzeni bu çünkü.

Örneğin bakkal dükkânın var, para kazanıyorsun; o paranın hepsi benim diyemezsin, mecbursun içinden bir kısmını vergi olarak devlete vermeye; yoksa günün birinde malların yağmalandığında seni kurtaracak polisin olmaz.
Örneğin gece yarısı pencereyi açıp bir nara atmak geliyorsa içinden,atamazsın;
Atarsan yarın gece de üst kattaki komşu başlar bağırmaya.
Susarsın, içinden geleni bastırırsın toplumsal sözleşme sallanır tepende.
Toplum içinde yaşamanın, bir düzene tabi olmanın olmazsa olmazıdır bu.

Ha; bu memleketi terk edip gidersen buradaki sözleşmeden sıyırır kurtulursun kuşkusuz da…
Peki o gittiğin yerde bu sefer de bir başka sözleşmeye evet demek zorunda kalmayacak mısın?
Orada yaşamanın bedeli de oradaki kurallara uymaya razı olmak değil mi?

Sen mesela ister Papua Yeni Gine’ye git, ister İngiltere’ye, ister Suudi Arabistan’a,
Bak Dünya’da 801 kişilik Vatikan’dan 1,4 milyarlık Çin!e kadar tam 195 devlet var.
Beğendiğine git eğer aralarına alırlarsa; ama yaşamını nerede kurmuşsan artık oranın toplumsal sözleşmesine tabisindir.
Ne isterlerse vereceksindir.

Peki hangisi daha uygun bu sözleşmelerin?
-Bak kiminde askerlik yok mesela,
-Kiminde vergi bile istenmiyor.
-Kimisi sultanlık, boynunu büküp oturuyorsun,
-Kimi demokrasi, çatır çatır hakkını arıyorsun.

Düşün, hangi sözleşme sana ne getirip senden ne götürüyor?
Bu işte algın ne, vergin ne.
Ya da bu sözleşmenin beğenmediğin hükümleri değiştirilebiliyor mu zaman içinde?
Kendini hiç farkında olmadan içinde bulduğun sözleşmede o “vazgeçtiklerin” bir gün kötüye kullanılıp senden artık daha fazlasını almaya başlamışlarsa ne yapman gerekir?
O “sözleşmeyi düzeltme şansın var mı?

Montesquieu, “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir” dediğine göre böyle bir olasılık da olmalı tabii…
Çünkü zamanla çok şeyi değişebilir bir toplumda.
Ama bu sözden de anlaşılacağı üzere sözleşmeyi değiştirecek olan, tek başına “kişi” değil, “Toplum”.
Yani sen ne kadar itiraz edersen et, bu itirazın toplumsal bir talep haline gelemedikçe o layık olmadığın sözleşme değişemiyor ne çare.
Ve sürekli bir şeyler daha ödemeye son veremiyorsun.

“Kaybediyoruz, bu gidişle çok büyük bedeller ödeyeceğiz” mi diyorsun?
İstediğin kadar de….
“Toplum” olan biteni hala kavrayamamışsa, ya da kavrayanlar seslerini kavrayamayanlar kadar çıkaramıyorlarsa ne yazık ki sonuç değişmiyor;
Akıl tutulmasının bedelini ödemeye devam ediyorsun.

“Çoğunluk bizde, iyisini biz seçeriz” diyenler çağın ne kadar gerisinde, aklın ne kadar uzağında da olsalar bu modelde “toplumsal tercihler”i onlar belirleyip “sözleşmenin tarafı” yine onlar oluyorlar gördüğün gibi.
Hani Meclis’te milli iradeye başvurulduğunda “Kabul edenler-etmeyenler… Şaaak..Oy çokluğuyla kabul edilmiştir” “Milletin iradesi budur” deniyor ya…

Sonuç ne oluyor?
Sonuç tabii ki “toplumsal sözleşme” gereği çıkan her yeni faturayı da hep birlikte ödemek zorunda kalıyoruz.

O milli iradeyle:
-Ekonomiyi mi batırdık?
-Geleceğimizi ipotek altına mı soktuk?
-Çağdaşlıktan çok mu gerilere düştük?
Sayın hepsini bu günden aklınıza daha neler geliyorsa…

“Yanlıştır, yazıktır, olmaz böyle şey” desek de oradan çıkan fatura; yani bu toplumdaki akıl tutulmalarının vergisi yıllarca hep birlikte ödeniyor.

Ne şekilde mi?
-Ama yıllarca yollardan, köprülerden paralı geçerek,
-Ama sağlıkta, eğitimde birilerine “müşteri” sayılarak,
-Ama üretemediğimiz için dışarıdan gelen mala daha fazla bedel ödeyerek,
-Ama adam başı milli gelirimizin düşüklüğüne razı olarak,
-Ama ortak varlığımız milli servetten bir kaç parça daha satılarak.
Hatta daha şimdiden; öyle de ödüyoruz, böyle de…
Daha yıllarca da ödeyeceğiz.

“Toplumsal sözleşme” öyle gerektiriyor çünkü.
Toplumunuz buysa, “biz asla buna layık değiliz” desek de o sözleşmenin hükümleri
“Verin, bu vergiye itiraz etmeyin, çareniz yok” diyor.

Montesquieu da onaylıyor bunu;
“Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir”
Verin, bu vergiye itiraz etmeyin,
“Ama bak diğerleri vermiyorlar, çağdaş toplumlarda böyle bir şey yok… deyip başkalarına da bakmayın;
Bu vergiler size vergi”; ödeyin kendi toplumsal akıl tutulma verginizi!

Siz şimdi “Ben yine de vermesem” mi diyorsunuz ya...
O zaman yine toplum olarak kurtaracağız aklımızı tutulmaktan,
kişisel olarak şansımız yok,
İşin raconu bu.