HER ÇOCUKTAN BİR YIL

Cuma akşamı, eğitim sisteminin yeni düzenini tartışmaya hazırlandığımız saatlerde, TBMM’nden yasanın kabul edildiği haberi geldi. Beklenen bir sonuçtu. Biz de bu nedenle, “Eğitim sisteminin yeni düzenini tartışıyoruz.” diye çağırmıştık dostlarımızı panele. Yine de haberin duyulmasıyla birlikte, geç kalmış olmanın burukluğu kapladı ortamı doğal olarak.
 
Sayın Tınaz Titiz’in özenli sunumu başladığında, eğitim sistemimizin aslında tartışılan gündemden daha önemli ve yaşamsal sorunları olduğunu ve söylenmesi gereken birçok sözün, henüz söylenemediğini düşündüm.
 
Dilimizdeki eğitim sözcüğünün “eğmek” ve “eğilmek”  kökünden geldiğini ve “Ağaç yaşken eğilir.” türü atasözlerinin bizim eğitim sistemlerimizin temel felsefesi olduğunu, “iğdiş” sözcüğünün de aynı kökten geldiğini öğrendik ilk olarak. Batı dillerindeki eğitim sözcüğünün, bizdekinin aksine “dik durmak” kökünden türemiş olduğunu da...
 
Bir yanda, kendi ayakları üstünde güçlü ve dik durmayı temel felsefe olarak kabul eden bir yaklaşım, diğer yanda, boyun eğdirmeyi ve iğdiş etmeyi amaçlayan bir yaklaşım...
 
Bu pencereden bakınca, çocuklarımızın yaşamıyla yapboz gibi oynayarak, eğitim sisteminin sil baştan kurgulanması, sürecinin mimarı olan Milli Eğitim Bakanı’nın söylediği;
 “Çocukların yaşamından bir yıl kazandık.”
sözü, olan biteni oldukça yalın bir şekilde açıklıyor diye düşünüyorum.
 
60 aya (5 yaş) indirilen yeni okula başlama yaşının, çocukların öğrenme zorluğu çekmelerine neden olacağı gibi, başarısız ve boşa geçirilmiş bir öğretim yılı olarak çocukların yaşamından çalınmış bir yıl olacağı bilim insanlarının ortak görüşü...
 
Okula başlama yaşını 5’e indirenlerin amacının da çocuklara bir şey öğretmek değil, yaş ağaçları eğmek olduğu anlaşılmıştır böylece.
 
Sabahın köründe, sırtlarında ağırlıklarından fazla yüklerle, okula gitmeye çalışan 5 yaşındaki çocukları düşünelim...
 
“Eti senin kemiği benim.” diye eğitmene teslim edilen körpe kuzuları…
Ve 12’sinde, karnı doysun diye, zengin bir kapıya kuma verilen kızları…
Ama eğitilerek içine hapsedildiğimiz kalıplardan kurtularak, lütfen…
 
Mümkünse elbette. Doğduğumuz andan itibaren, beynimizi iğdiş etmeye çalışan düzenin zincirlerini kırabilirsek elbette.
***
Kâr etmeyeceği hiçbir şeye para yatırmayan ve paraya dönüştüremeyeceği hiçbir şeye değer vermeyen, kapitalizmin penceresinden baktığımızda, Sayın Bakan’ın sözlerini;
“Çok kârlı bir yatırım yaptık.”
şeklinde anlamalıyız. Yeri gelmişken belirtmek gerek; çocuklarının yaşamını bile kâra dönüştürmeyi marifet sayan bir anlayıştan, ormana, denize, dereye, yeşile ve tarihe başka gözle bakmasını beklemek gibi pek safça beklentilerden de kurtulmalıyız.  
 
Peki, iktidar sahipleri, çocuklarımızın yaşamını bu denli hoyratça talan etme yetkisini, nereden alıyor?
 
Bizim oylarımızdan elbette ve doğduğumuz anda kulağımıza bir şeyler fısıldamakla başlayan ve ölünceye dek yaşamımıza yön veren iplerden...
 
Tek başarı ölçütü, kârlılık olan kapitalizmin, aslında dinle imanla pek ilgisi yoktur. Bu bağlamda, neoliberal bir anlayışla hazırlanan yasanın, çırak çalıştırmada %10 sınırını kaldıran hüküm ve vergi bağışıklığı gibi düzenlemeleri içeriyor olmsı da doğaldır. Müslüman mahallesinde ne satılacağını, en iyi kapitalist tüccarlar bilir.
 
Peygamberin hayatını ezberlemek, kuran öğrenmek, imam-hatip ortaokulları gibi söylemler ise, yurttan sesler korosu...
 
Sorgusuz sualsiz itaat eden, dindar bir nesil yetiştirmek, iktidar sahipleri ve küresel sömürü düzeni için tadına doyulmaz bir ziyafet olsa gerek.
 
Bir de, erkenden eve kapatılacak, evde, tarlada, veya fabrikada işe koşulacak kızlar var tabii. Yeni düzende, imam olamasalar da, iyi birer imam nikâhlı kuma olabileceklerine kuşku yok, kızlarımızın...
 
Dinen bir sakınca olmadığına göre, dokuz yaşına gelmiş kız çocuklarını nikahına alacak epey hayır sahibi de bulunur bu memlekette.
Yoksulluktan dolayı kötü yola düşeceklerine, hayırsever bir zenginin hareminde karınları doysa, sırtlarında sopa, karınlarında sıpa eksik olmasa, fena mı..?
 
Global efendilerin ve onların işbirlikçilerinin ağzını sulandıran, 60 aylık “bir buçuk milyon adet” kızlı oğlanlı bebek; önümüzdeki yıl sırtlarında çantalarla, sabahın köründe, iki büklüm yollara düşecekler.
 
İyice eğilsinler diye, burunları iyice sürtsün, başkaldırıp Gökyüzünü ve Güneşin doğuşunu göremesinler diye...
 
Ama bu lokma, kolaylıkla yutulamayacak kadar büyük.
Boğazlarına duracak.
İnanıyorum.
***
Kazancakis’in mezar taşında;
“Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.” tümcesi yazılıymış. Korkmadan ve özgürce yaşanabilecek umut dolu bir Dünya...
Ve boyun eğmeyen, bir Dünya dolusu çocuk...

Çok mu zor?