Bizim gibi memleketlerde siyasetin “günlük” yapılmasından ve bütün gücünü “popülizm”den almasından olacak ki; kendisini her ne kadar bu işleri en iyi bilenlerden saysalar ve onlardan böyle olmalarını bekliyor olsak da; kimi siyasetçiler sanırım “madem halk böyle algılıyor, biz de olanları onlara öyle anlatalım, günü kurtaralım” diye ülkenin en temel konularında bir dalıyorlar ki popülizmin derin bataklığına, artık çıkmaları ne mümkün…
İşin kötü tarafı, bu konuya yakınlığı olmayan ama gerçekten samimi olan geniş kitleler de “o düzgün adamdır, ne derse inanırım” tavrıyla evirip çevirip bu yanlışlar bataklığında bir şeyleri canı gönülden savunmaya, olayları onun üzerinden sorgulamaya çalışıyorlar.
*
1999 Ağustosunda yaşanan deprem, 7,4 büyüklüğüyle sadece Marmara’yı değil, hükümetlerin 1970 yılından bu yana geçen 29 yıldan beridir bir türlü denklik görmemiş bütçesini de iyiden iyiye vurmuştu.
Parasızlıktan ölünüyor, 1999 yılının bütçe gelirleri, bütçedeki giderlerin sadece yüzde 67,4’ünü karşılayabiliyordu.
Evet, üstüne bir de 1999 depremleri gelince o bütçeye bir büyük yük daha binmişti binmesine ama, bu depremler olmasaydı da o yıllarda çok büyük bütçe açıkları yaşanıyor ama “siyaset” bu açıkları kapatacak yeni vergileri salmaya ya da eskilerinin oranlarını yükseltmeye bir türlü cesaret edemiyordu.
İşte kamu zaten sürekli yaşamakta olduğu kendi bütçe depremleriyle baş edemezken Marmara’daki 7,4’lük Gölcük ile 7,2’lik Düzce depremleri, bütçedeki sıkıntıları nisbeten hafifletecek yeni vergiler koyabilmek için halkın buna kolay kolay tepki gösteremeyeceği bir gerekçe yaratmıştı:
Bu durum tabii ki “siyaseten” değerlendirildi ve 26.11.1999 günü 4481 Sayı ile “17/8/1999 ve 12/11/1999 Tarihlerinde Marmara Bölgesi Ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası Ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” kabul edildi.
Bununla Ek Gelir, Ek Kurumlar, Ek Emlak ve Ek Motorlu Taşıtlar vergisi getirildi. Ayrıca Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi (2003 Yılından sonra Özel İletişim Vergisi) adı altında iki yeni vergi daha uygulamaya girdi.
Hatırlayalım; O dönemin hükümeti, Bülent Ecevit başkanlığındaki DSP, MHP, ANAP koalisyonuydu ve 1999 Aralığında IMF ile 3 yıllık bir stand-by anlaşması imzalanacak, hemen ertesi yılda da “Biz bu işin içinden çıkamadık, gel sen idare et” diye her şey Kemal Derviş’in eline teslim edilecekti.
Özetle, şimdi herkesin “nerede bu deprem için toplanan vergiler” dediği olay temelinde, devletin vergi gelirlerindeki büyük ve yapısal açığın kapatılabilmesi için yapılmış ama adı “Deprem vergileri” olmuştu.
Şimdilerde ileri sürüldüğüne göre de bu para 75 milyar lira kadardı.
Evet deprem bir yıkım yaratmıştı ama perde arkasındaki asıl sorun, devletin yeni tedbirler almaya, yeni vergiler koymaya cesaret edip bütçelerini bir türlü düzeltememesi, sonradan gelişen olaylardan da anlaşılacağı üzere felaket ölçülerdeki “müzmin parasızlığıydı”.
Dolayısıyla adı “deprem vergileri” olan paraların deprem dışında çok başka yerlere harcanacağı, depremin üzerinden yıllar geçse de pratikte bu vergilerden vazgeçilemeyeceği ortadaydı.
Kaldı ki, ortada bütçecilik açısından ve işin gereği, zaten “adem-i tahsis” diye bir başka uygulama zorunluluğu vardı:
Nitekim, Eski Maliye Bakanı Unakıtan da beklenmedik bir gerçekçilikle aynen şunları söylemişti 2003’de:
“Milleti aldatmanın alemi yok. Vergiyi getirirken bir gerekçe aranmış. Deprem vergisi denmiş. Bütçe açığını kapatmak için konulmuş…
Kimse kimseyi kandırmasın”
*
“Adem-i tahsis”, kelime anlamı olarak “tahsis edilmeme, edememe” diye Türkçeleştirilebilir.
Bunu bütçecilik tekniği açısından söyleyecek olursak da “adı ne olursa olsun her türlü vergi geliri, bütçenin her türlü giderleri içindir” Yani adı ya da gerekçesi böyle olsa da, deprem vergisinin geliri depreme; falan gerekçeyle çıkarılan verginin geliri falan işe tahsis edilemez/ayrılamaz.
Bu şüphesiz kamu maliyeciliğine, bütçeciliğe yabancı olanlara oldukça ters gelir ama, hani hocalar bazen “bunu bilmeyen benim dersimden geçemez” derler ya; kamu yönetimi açısından o kadar da temel bir prensiptir. Adem-i tahsis konusu, bütçecilikte, alfabenin adeta a harfi gibidir.
Dolayısıyla zamanın hükümetinin “Deprem Vergileri” diye savunup yasalaştırdığı bu vergilerin herkesin öyle sandığı ve şimdi bazılarının “nerede bu deprem vergisinin 75 milyarı” dediği paraların mutlaka deprem için harcanması bütçecilikteki adem-i tahsis prensibi açısından da söz konusu edilemez, nerede bu paralar denemezdi.
Denmesi, ancak bilmezden gelmek ya da madem halk buna inanıyor biz de onların anladığı gibi soralım demek olurdu.
Peki, ortada hiç mi yanlış yok?
Tabii ki boğazımıza kadar var.
o zaman yanlış nerede, doğrusu nedir, onu anlatalım.
1.Bütçelerin her türlü vergi dahil tüm gelirleri tüm giderlerini karşılamak için kullanılır. Nerede deprem vergileri sorgusu asıl sorulacak soruları sormamak demektir.
2.1999 yılında “…Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla...” adı ve gerekçesiyle yeni vergi kanunu çıkarılması yanlıştı. Bu adlandırma yeni getirilen vergileri halka kolayca ettirebilmek için duygusal bir “soslama” olmuştur ama, aradan geçen zamanda bu adla toplanan vergilerin neden deprem için harcanmadığı konusunda açmaza düşülmüştür.
3.Eğer o tarihte “sadece deprem yaralarını sarmak için” ve başka bir yere harcanmamak kaydıyla bir yükümlülük getirilecekse bu “fon” olarak düzenlenmeliydi.
Çünkü vergiler bütçenin bütün giderlerini karşılamak için toplanırken “fonlar” sadece belirli amaçlarla toplanabilir.
Uygulamada hukuki dayanağından saptırılmış olsa da “işsizlik fonu” buna örnektir.
4. Deprem konusundaki doğru sorgulama ancak “Ey hükümetler, 1999’dan bu yana deprem konusunda neden bir şey yapmadınız” şeklinde olabilir. Çünkü 1999’da çıkarılan ek vergileri deprem vergisidir diye sunma sırasında, dolaylı da olsa topluma “deprem konusunda gerekeni yapacağız” anlamında bir siyasi vaad vardır.
5.Şimdi muhalefetin “nereye gitti bu deprem paraları” demesi de, iktidarın “ama bakın bu arada da bunları yaptık” demesi de maalesef konunun kendi mecraında tartışılması değil, halka algılatıldığı yanlış biçimiyle yapılan bir tartışmadır.
6.Bu konuda muhalefetin doğru sorusu:” Bütçe imkanları yükseltildiğinde neden deprem gibi öncelikli bir işte kullanılmadı da hiç önceliği olmayan diğer alanlara kullanıldı” olmalıydı.
Soruyu eğer “nerede bu 75 milyar diye sorarsanız, belli ki iktidarın cevabı kolaylaşacak; bu vergilerin adında “deprem” sözü de geçse, o paraların sadece yıllar içerisinde toplanan bütçe gelirleri olduğu ileri sürülecek, yapılan yollar, köprüler gösterilip popülizme sarılınacaktır.
O zaman sorulması gereken soruyu burada biz toparlayalım:
Ey iktidarlar, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu ve muhtemel bir büyük deprem karşısında ülke altından kolayca kalkılamayacak bir ekonomik yıkımla karşılaşacağına göre; sizler neden kısa vadeli siyasetler güttünüz ve önceliklerinizi bu yıkım riskini azaltacak hatta ortadan kaldıracak basireti göstermediniz?
“Ver” dediğinizde vermedik mi?
O bütçelerimizi nerelere harcadınız?
Yönetim tercihlerinizi neden çarpık yapılaşmaya yol verecek biçimde kullandınız? O riskli yapılara neden göz yumdunuz ve hatta meşrulaştırdınız?
Şimdi bize “Bak şuralara harcadık” dediğiniz ve bizim geçmeyi düşünmediğimiz yol ve köprülerimiz, uçmayı tercih etmediğimiz havaalanlarımız, sözüm ona itibar sağlayacak saraylarınız; bir gün bu güzel ülke taş taş üzerinde kalmayacak durumlara düşerse, bunu kaldıramayacak olan ekonomi iyiden iyiye çökerse acaba siz nasıl olup da bu tercihlerinizi aslında halkımızın refahı, devletimizin güçlenmesi için kullandığınızı söyleyebileceksiniz?
Can mı önemliydi mal mı dendiğinde siz mal mı diyeceksiniz?
Bunu söyleyemediğiniz ya da söyleseniz bile halkımız o gün bunun sadece popülizm olduğunu çok acı biçimde gördüğünde sizler daha başka ne söyleyebileceksiniz?
Bize kaybettirdiklerinizden kaynaklanacak bu büyük sorumluluğunuzu ve milletin ahını taşıyabilecek misiniz?
Şimdi söyleyin bakalım: Adı şu vergi ya da bu vergi olmuş önemli değil, "Canlar molozların altında, paralar" nereye gitti?