Polisin soruşturmayı gizlemeye hakkı var mı?

GAZETECİLER Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın 6 Mart 2011 tarihinde Özel Yetkili Savcı Zekeriya Öz’ün yürüttüğü bir soruşturma çerçevesinde tutuklanmaları büyük bir krize yol açtı.

 

Olayın hemen ardından istihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer görevinden alındı. 30 Mart’ta da Savcı Zekeriya Öz’e soruşturmadan el çektirildi.

Hükümetin Şener-Şık operasyonundan önceden haberinin olup olmadığı konusunda rivayet muhteliftir.

 

Keza yaklaşık bir yıl sonra yine İstanbul’da yürütülen bir soruşturma çerçevesinde Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gözaltına almak üzere 7 Şubat 2012 tarihinde harekete geçmesi daha büyük bir kriz yarattı. Savcı Sarıkaya 11 Şubat’ta Başsavcılık tarafından soruşturmadan alındı. İstanbul Emniyeti’nde Fidan’la ilgili soruşturmayı yapan Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atayün ve İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan da İstanbul dışında başka görevlere atandılar.

Bir başka anlatımla, Şener-Şık operasyonunda ortaya çıkan kalıp aynen tekrarlanmış oldu. Ayrıca, Fidan’ı hedef alan bu operasyonda hükümetin hazırlıksız yakalandığı, gözaltı girişiminden önceden haberinin olmadığı konusunda bu kez hiçbir tereddüt yoktu.

Hükümet çevrelerinde bir “darbe girişimi” ile eş tutulan bu olayda bütün projektörler İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a çevrildi ve şu sorulara odaklandı: Çapkın bu hazırlığı biliyor muydu? Kendisinin bilgisi dışında böyle bir soruşturmanın yapılması mümkün müydü?

Yanıtı bilmiyoruz ama Çapkın’ın bu olaydan sonra da yerini koruması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın her İstanbul gezisinde kendisini yanından ayırmaması, Başbakan’ın güvenine sahip olduğunu gösteriyordu.

 

Şimdi yine İstanbul Emniyeti ekseninde ortaya çıkan el yakıcı üçüncü dosyaya geliyoruz. Geçen salı günü üç bakanı da ilgilendiren büyük yolsuzluk dosyasının patlak vermesinin İstanbul Emniyeti açısından yarattığı sonuçlar, daha önceki iki operasyonla kıyaslanmayacak ölçüde büyük olmuştur. Sadece İstanbul değil, neredeyse Türkiye’deki bütün polis teşkilatı hallaç pamuğu gibi atılmıştır.

Ve gözler bir kez daha İstanbul Emniyet Müdürü Çapkın’a çevrilmiştir. İki olasılık söz konusudur:

1. Çapkın maiyetindeki polislerin yürüttüğü bu soruşturmayı biliyordu ve bu bilgiyi üst makamlardan yani Vali Hüseyin Avni Mutlu ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’den, daha doğrusu hükümetten sakladı.

2. Bilmiyordu, çünkü dosyaya bakan maiyetindeki polisler, soruşturmanın selameti açısından kendisinden de gizlemişti ucu hükümete uzanan bu çalışmayı. Nitekim Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın önceki günkü açıklamaları daha çok bu şıkka işaret ediyordu.

Ve Hüseyin Çapkın dün görevden alındı. İkinci şık geçerliyse, başında bulunduğu teşkilata hâkim olamadığı için görevden alındığına hükmedebiliriz. Birinci şık geçerliyse, bir güven sorununun doğduğunu düşünebiliriz.

 

Şimdi en kritik soruyu yöneltelim. Bu soruşturmayı yürüten İstanbul Emniyeti’ndeki şube müdürleri ve onların altındaki polislerin en üst amirleri Hüseyin Çapkın’a bilgi vermek gibi bir yasal yükümlülükleri var mıydı?

Yanıtı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), çok açık bir şekilde veriyor. Yanıtı anlamak için bugünkü hükümet tarafından 2004 yılında çıkarılmış olan CMK’nın “Adli Kolluk ve Görevi” başlığı altındaki 164’üncü maddesine bakalım.

Bu maddenin birinci fıkrası, adli soruşturma işlemlerini yürüten güvenlik görevlilerini “adli kolluk” olarak tanımlıyor. Adli kolluk polis de olabiliyor, jandarma da...

Bu maddenin ikinci fıkrası, “Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adli kolluğa yaptırılır. Adli kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adli görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir” diyor.

Bir sonraki üçüncü fıkra, “Adli kolluk, adli görevlerin haricindeki hizmetlerde, üstlerinin emrindedir” diyor.

Yasa yeteri kadar açık. Bir polis memuru bir soruşturmaya el attığı noktadan itibaren yalnızca ve yalnızca Savcı’ya karşı sorumludur, kendi müdürünün emri altında değildir. Yasaya göre, müdürüne bilgi vermek gibi bir yükümlülüğü de yoktur.

Arada yetki anlaşmazlığı çıkabileceği ihtimali dikkate alınarak 2005 yılında çıkarılan 25832 sayılı Adli Kolluk Yönetmeliği’nin 5’inci maddesinde bakın nasıl bir hüküm getirilmiş:

“Adli kolluk görevlilerine, adli görevi bulunmayan üstleri tarafından yürütülen soruşturma ile ilgili emir ve talimat verilemez”.

Yani Hüseyin Çapkın soruşturmadan haberi dahi olsa, maiyetindeki polislere emir ve talimat verme yetkisine sahip değildi.

Türkiye’nin gündemini kaplayan son yolsuzluk tartışmasını değerlendirirken, adli kolluğu siyasi otorite karşısında koruma altına almış olan bu yasal çerçeveyi de dikkate almak gerekiyor.