Seçimde ittifak, yarın çözümde de ittifak gerektirir

Seçimde ittifak, yarın çözümde de ittifak gerektirir

Kimse hayale kapılıp öyle pembe bulutların üzerinde dolaşmasın.
Aslında “vaziyet  çok vahim”
Bu seçimleri kim kazanırsa kazansın, ufukta çok ciddi ekonomik “tedbir”ler görünüyor.
Aynı o ünlü laftaki gibi durum:
Ekonomi batmış, ölü gibi yerde yatıyor ve birinin çekip sürümesi lazım…
Kim sürüyecek?
Hala kendi de ayakta kalabilirse, bu duruma düşüren iktidar mı?
Bu iktidarı devirip işi ele alabilirse muhtemelen koalisyon halinde kolları sıvayacak şimdiki muhalefet, yeni iktidar mı?
Çok yakında göreceğiz.
*
Nasıl yani? diyenler için çok çok kısa bir durum özeti:

-Hazine tam takır.
Bunca çalışanının, pancar üreticisi çiftçinin, duyarlı yurttaşların tepkisine rağmen şeker fabrikalarının satışının gerçek nedeni parasızlıktır. Aksi halde bu seçim döneminde yüz binlerce oy kaybına yol açacak bir “özelleştirme” yapılmaz, en azından seçim sonrasına ertelenirdi.

-Bütün sektörlerin ve mevcut siyasetin lokomotifi olan inşaat sektörü inanılmaz para sıkıntısı içerisindedir ve her an bir kopmaya gebedir.
Kamu yatırımlarıyla verilen destek, sektörde en çok sayısı üçü beşi geçmeyen malum firmaların günü kurtarmasına yaramakta olabilir ama onları besleyecek kaynak da “piyasa” değil “hükümet” olduğu için genelde durum kritiktir. Kıtlığından dolayı dövizdeki önlenemez yükseliş ihtiyaç dolayısıyla konut alımlarını bile erteletmektedir. Satışlar adet olarak yavaşlamış, değer olarak gerilemektedir.

-Bankacılık sektörü, sırtında taşıdığı inşaat sektörünün, sonrasında tüketici kredilerinin ve  sanayi firmalarının risklerinden fevkalade rahatsızdır. 
Elde kalan birkaç yerli banka dışında “bankacılık” uluslararası sermaye ile bağlantılı çalışması ve bağımlılığı dolayısıyla bu sıkıntıya daha fazla dayanamayabilir.

-Türkiye, gıdadan hammaddeye dışa bağımlı durumdadır ve her yıl 50-100 milyar dolaylarında gidip gelen dış ticaret açığı vermektedir.
İthalat yani “Dışarıdan tedarik” demek, bunu dövizle ödemek ya da borçlanmak olduğuna göre, dövizdeki her kuruşluk yukarı çıkış piyasaya önce maliyet, sonra zam olarak yansımaktadır.
Fiyatlardaki her ani yükseliş halktan ani siyasi tepki demektir.
“Paranın dini imanı yoktur” sözünü; “para sıkıntısı olduğunda insanların buna aynı iman gücüyle dayanamayabileceği” şeklinde anlamak da mümkündür.

-Sanayideki sıkıntı, yatırımsızlık, esnafın karşılaştığı durgunluk, istihdamın önündeki en büyük engeldir. İçeridekiler iş bulamazken göçle dışarıdan gelen ucuz işgücünün emek piyasasına dahil edilmesi, nereden bakılırsa bakılsın ülkeye bir milyona yakın yeni istihdam açığı yüklemiştir. İşsizliğin hükümet yardımları ile dengelenmesi sonuçta “kaynak” meselesidir. Kaynak daralırken işsizlerin tepkisi işin doğal sonucudur.

-Yap-İşlet usulü,  “Hazineden hiç para çıkmadan yatırım yapma” formülü olarak anlatılmasına rağmen, yapılan yatırımlara yatırılan paraların kazançlarıyla birlikte bir yerden çıkması gerekir.
Bu para, vergilerle doğrudan devletten de çıksa, dolaylı olarak “müşteri” haline getirilenlerden de çıksa sonuçta bu halkın ödeyeceği paralardır.
Bunların dövizle hesaplanan paralar olduğu, ihalelerindeki tahmin sakatlıkları ve ülke imkanlarını zorlayan büyüklükleri düşünüldüğünde hem hazinenin, hem sıradan yurttaşların her zamankinden daha fazla zorlanacakları açıktır.

*
Sir William Churchill (1874-1965)
Şüphesiz önceleri sadece bir İngiliz politikacısıydı.
O Churchill, 13 Mayıs 1940 tarihinde İngiltere’nin başbakanı olarak yaptığı ilk konuşmasında
“Size kan, zorluklar, ter ve gözyaşından başka bir şeyin sözünü veremiyorum
(I have nothing to offer but blood, toil, tears, and sweat) diyordu.
Çünkü o koşullarda vaad edebileceği başka bir şey yoktu ve bunun üzerinde yapacağı her vaad ülkesinin ekonomik durumunu biraz da çıkmaza sokacak, kendisini mahcup edecek, toparlanmayı biraz daha geciktirecek ve belki de artık imkansızlaştıracaktı.
Söylediğini yaptı ve İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği politika dolayısıyla dünyanın büyük “devlet adamları” arasına girdi.

İsmet Paşa da İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla aynı anlayıştaydı.
Halkımız “koşulların getirdiği” bütün zorlukları çekti ama belki ülkeyi bile kaybettirecek o savaşa girmek zorunda kalmadık, en azından o savaşın yıkımına uğramadı.

Bırakalım güneydeki “çatışma”ları bir kenara;
Ekonomide şimdi de durum çok farklı değildir.

*
Seçim kazanmak şüphesiz “umut vermek”le olur.
Ama bu umut asla daha fazla bolluk, daha fazla refah, daha fazla para dağıtmak anlamında verilmemelidir.
Verilecek umut, daha iyi bir gelecek, daha huzurlu bir ülke, daha adil bir düzenden daha ileri vaadlere götürüldüğünde, şimdi yukarıda sıraladığımız sıkıntıların üstlenilmesinin üzerine bir de bu yeni vaadleri ekleyecektir.

Mevcut sıkıntıların giderilmesi bile adeta mucizeler yaratmayı gerektirirken bunun üzerine eklenen her vaad, önce başarı şansını, sonra da iktidarı sürdürebilme şansını zora sokar.
Unutulmasın ki, seçimin kazanıldığı günün hemen ertesinden itibaren insanlar içinde bulundukları sıkıntıları yeni iktidara yükleme , çözümü ondan bekleme eğiliminde olacaktır.
Bu da tabii ki iktidardan düşenlerin “bak gördünüz mü, bizden sonra her şeyi bozdular” propagandasına imkan verecektir.

 

*
Peki ne yapmalı?
Seçim kazanılır ve iktidar değişirse yapılacak ilk iş, ülkenin içinde bulunduğu tablonun bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serilmesidir. “Koalisyon hatırı”, “devri sabık yaratmama” gibi nedenlerle bunun o gün yapılmaması, devir gününde söz konusu edilmeyen sıkıntıları yaratan hatalı siyasetin “barış söylemleriyle” kabulü, bir bakıma yapılanların ibra edilmesi anlamına gelir ki bu, geçmişin faturasını üstlenmek olur.


Geçmişin hatalı politikasını tek tek ortaya koymak, sorumlularını işaret etmek ve sonra da bunların doğruları üzerine bir model kurmak kolay iş değildir.
Aynen futbolda sahaya başarılı bir takım çıkarmakta olduğu gibi…
Model kurmak kolaydır da o modelin kadrolarını kurmak, uygulayıcılarını bulup sahaya çıkarmak zordur.

Muhalefetin iktidarı değiştirme kampanyasında görülen şimdiki parçalı yapısı, seçimlerden sonra kurulacak yönetimlerde de “ortaklık” yapılmasını ve en azından anayasal ve diğer temel konularda da ittifakla karar almayı  gerektirecek gibi görünmektedir.
En başta, seçimler sırasında yanlış bazlarda, yanlış esaslarda kurulacak ittifaklar bu işleri zorlaştırabilir.
Oysa başarı ancak alınması gerekli bu kararlar alınabildiği ve alındıktan sonra da uygulanabildiği takdirde sağlanır.

Seçimler bir siyasi kapışmadır, öyle görünür ve öyle de görülür.
Ama bir sonraki adım, şimdiki iktidarı da apar topar seçime götüren o ciddi sıkıntıların çözümünde de kapışmaktır.

Seçimler bazen rakibin bırakıp kaçmasıyla, işin ucunu bırakmasıyla bile alınır.
Görünen o iddiaları, yarın kaybettiklerinde taraftarlarına söyleyecekleri ve kendilerine göre “şerefli bir kayıp” olabilir, seçime asıldık ama maalesef kaybettik diye mazeretlere de sığınabilir, aslında isteyerek bile kaybedebilirler.

O onların bileceği iş.
Ancak “alınan” iktidarın ömrü, onların “bıraktığı” günden  başlatılacak icraatın başarılarılarının sürmesine bağlı olacaktır.
Vaad edilmiş ama şu ya da bu nedenle başarılamamış her iş hem iktidardan düşmüş “mağdur”a yarar, hem yaratacağı gecikme dolayısıyla ülkeye zarardır.
Seçimde ittifak, yarın çözümlerde de ittifak gerektirecektir.
O ittifak kurulamayacaksa, seçimi almak hoştur da, gerisi boştur.