Sevgili Arkadaşlar,

Sevgili Arkadaşlar,
Silivri Cezaevi Mahkemesinde yargılananlardan Hava Kurmay Albay Cengiz KÖYLÜ tutuklandığında eşi ve bir subayı bana gelerek savunmayı üstlenmemi istemişlerdi. Onların da benim de ekonomik durumlarımız yeterli olmadığından bu onurlu görevi üstlenemedim. Baro Gözlemcisi olarak gittiğimde Duruşma Salonunda kendisiyle tanışıp üzüntümü bir kez de kendisine iletebilmiştim. Birkaç gün önce Tahliye edildiğini okuduğumda sevinçle gözlerim doldu. Fakat ne yazık ki Balyoz Davasından da tutuklu olduğu için çıkamadığını duyunca kaskatı oldum.
Darbeci sanılan, daha doğrusu böyle tanıtılmak istenenlerden bu subayın cezaevi anılarından bir kesit elime geçti. Aşağıya aktardığım bu anıları okursanız üzüntüme hak vereceğinizi sanıyorum.
Sözünü ettiği Teğmen M. Ali ÇELEBİ’nin cezaevinde resim çalışmasını duyduğumda da yardımcı olabilecek bir kitabı, avukatı aracılığıyla yollayarak katkıda bulunmaktan kendimi alamamıştım.
Av.Ömer YASA

KARTONDAN HELİKOPTER YAPTIK

Çelebi Teğmenle 9 Ocak 2009 sabahı Hasdal Askeri Cezaevinde tanıştım.

Biraz önce arz ettiğim hayal ürünün bilgi notuna dayanarak evim ve
işyerim, silah arkadaşlarımın, eşim ve çocuklarımın gözü önünde alt üst edilerek hukuksuz bir şekilde gözaltına alındım ve İstanbul’a getirildim. Uzun bir gözaltı ve sorgulamadan sonra tutuklanarak Hasdal’da gece yarısı boş bir koğuşa konuldum.

Çok soğuktu, ranzaya uzandım ve üzerimi üç kat battaniyeyle örttüm.
Tek düşüncem eşim ve çocuklarımdı. Onları düşündükçe endişelerim doruklara
ulaştı. Onlara döneceğimi söylemiştim ama dönememiştim. Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti,

İftiradan, yapılan haksız ve hukuk dışı muameleden kalbim duracak gibiydi.
Cevaplandırmadığım, nedenini bulamadığım o kadar çok soru vardı ki, o an ölsem, Bu sorular ve geride bıraktıklarım nedeniyle ruhum bu dünyayı terk
etmez, ortalıkta gezinirdi.

Uyumaya çalıştım. Çok karışık rüyalar gördüm. Tek hatırladığım Hasdal’dan
evime, aileme ulaşmaya çalışmamdı.

Sabah sessizlik yok oldu. Cıvıl cıvıl genç seslerle uyandım. Gözümü açtığımda, karşımda bulunduğum koğuşa taşınan Çelebi Teğmen ve arkadaşları Noyan ve Eren Teğmenler vardı. “Komutanım geçmiş olsun, kahvaltı hazır, kalkın” dediler. Uyandım, birbirimize sarıldık, tanıştık. Yanıma fazla kıyafet almamıştım. “Ben üşüyorum” dedim. Birisi yünlü iç çamaşırının üstünü, diğeri de alt kısmını verdi. Giyinerek kahvaltıya oturdum. Kendimi güçlükle toparlayarak dik durmaya çalıştım. O an genç teğmenlerin güçlü hallerinden, neşelerinden büyük bir güç aldım, kendimi daha iyi hissettim.

O günden bugüne kadar Çelebi Teğmen’le aynı koğuşta yan yana yatıyoruz.
Hasta olduğumda başucumdan hiç ayrılmadı. Nane, limon, bal gibi içeriğini hala çözemediğim sıcak içecekler hazırlayarak bana zorla içirip iyileştirmeye çalıştı. Üzüntümüzü, neşemizi, gücümüzü, her şeyimizi paylaştık. O benim evladım, üçüncü oğlum gibidir.

Bu güne kadar beraber yüzlerce kitap okuduk, birlikte Kuran’ı Kerim’in değişik meallerini baştan sona irdeledik, her düşüncemizle yorumlar yaptık ve bilgilerimizi paylaştık, birlikte dualar ettik.

Harp Akademilerinde öğretim elemanı olarak yüzlerce kurmay subay yetiştirdim, ama onun ruhu doğuştan bir kurmay subay.

Bir ambalaj kutusunun kartonuna çizilmiş, birebir helikopter gösterge paneli
karşısına yan yana koyduğumuz iki sandalyeye oturarak eğitim uçuşları yaptık,
o bilgilerini tazelerken, bazen kendimizi tutamayarak bazen gözlerimizi kapadık
ve hayallerimizde Hasdal’dan firar ettik. İstanbul’a gökyüzünden baktık. Bazen, “Çelebi beni bugün çok sarstın, midem bulandı” diyerek espriler yaptım.

Onun altın gibi bir kalbi var, kalbinden en küçük kötülük geçmez. Onun
Tanrı’ya olan inancı, ülke, bayrak ve Atatürk sevgisi kimseyle ölçülemez.
Cesurdur, korkmaz, doğru bildiği yoldan asla ayrılmaz.

Onu tanısanız, içine ve beynine girseniz, o saf, temiz, yardımsever kalbini
bir kez görseniz, bu iddianameyi yırtar atar, onu bir gün dahi burada tutmazsınız. Bu iddianamede yazılı şeyler ona ait değildir, gerçek değillerdir. Bırakın onu silah arkadaşlarına, helikopterine, mavi gökyüzüne kavuşsun.

Keşke bu ülke yüzlerce, binlerce Çelebi’ye sahip olsaydı. Hasdal’da çok
Çelebi var.
Hasdal’da 100 civarında onurlu, şerefli, bu ülke için, bayrağı için gözünü
kırpmadan canını verecek subay ve astsubay var. İçimizde suçunu kabul eden
sadece bir kişi var. O da bir nedenle öfkesine sahip olamamış ve kardeşini vurmuş. Diğerlerinin hepsi dün dinlediğiniz Levent GÖKTAŞ Albay gibi DİJİTAL TERÖR’e ve İFTİRAYA maruz kalmış, hepsi masum…
Dünya tarihinde hiçbir ülkede böyle bir zulüm ve iftira hüküm sürmemiştir.
Hiçbir ülke kahramanlarını İFTİRALARLA zindana atmamış ve hukuka saygı
perdesi altında seyirci kalmamıştır. Bir ülke bu çirkinliklerle asla onurlu bir
şekilde yaşayamaz.

Buraya iddia davul ve zurnalarıyla gözlerden uzak tıkıldık, şimdiyse
SESİMİZİ DUYURAMIYORUZ…!
Hukuka olan güvenimizi yavaş yavaş kaybediyoruz ama Tanrı’ya olan
inancımızı muhafaza ediyoruz.
Bir gün bu ülkeye adalet güneşi doğacak, karanlığın çirkinlikleri yok olacak,
hakikatler bir bir ortaya çıkacak, bu iftirayı atanlar ve yanında olanlar kaçacak
yer arayacak. Seyirci ve sessiz kalanlar ise utancından başlarını önüne eğecek..!