Suriyeli göçmenler Beyoğlu'nda nargile fokurdatırken aykırı düşünceler

Ne yazık ki Amerika’nın Orta Doğu’yu kendi çıkarlarına hizmet edecek biçimde düzenlemeye kalkmasıyla başımıza olmadık işler açıldı.

O niyet bu iktidar tarafından önlenebilir miydi pek bilinmez.
Ama işin enteresan tarafı, aynı niyet -en azından işin başlangıcında- bizim hükümetimizden öyle bir kabul ve destek gördü ki, bu politikadan ondan sonraki günlerde bir türlü geriye dönülemedi.

Önce “Bu Esat mutlaka gidecek” dendi,
Esat gitmedi, muhalifleri Türkiye’ye kaçtı.
Kaçtıkları gibi buraları bayağı da beğenmeye, memlekete ısınmaya başladılar.
Gelene baktık, besledik…

Bir kısmı sabah işe gider gibi Suriye’ye gidip savaştılar, akşam Türkiye’ye döndüler.
Bizim çocuklarımız onların vatanı için can verirken bir kısmı, Yılmaz Özdil’in millete tercüman olarak dile getirdiği gibi Beyoğlu’nda …nü gezdirdi”.

İlk gelenler hadi neyse de, sayıları 100 bine ulaşırken “buna dayanamayız” falan dedik ama gelin görün ki bu gün bırakın buraya gelen milyonları, sadece Türkiye’de yılda 70.000 Suriyeli bebek doğuyor.

İktidar, “biz kimseyi ortada bırakmayız” anlayışıyla gelişleri adeta davet etti ya; bırakalım adamlara “Siz neden kendi memleketinizi eşkıyaya bırakıp kaçtınız” demeyi; kendi yoksulumuza veremediğimiz, kendimize ilaç olacak parayı onlara harcamaya başladık.
Üstelik olan paramızdan değil, olmayan paramızdan yani borçlanarak…

İktidar bu paranın 35 milyar dolar olduğunu söylüyor.
Ne kadarı doğru ne kadarı abartmadır onu bilemeyiz ama; biliyor musunuz ki, şimdi o para cebimizde olsaydı biz bu krizde en azından bu birinci yılı nasıl atlatacağız, acaba kimlere el açmak zorunda kalacağız demeyecektik.

O 35 milyar doların yanında, örneğin Çin’in açtığı 3,5 milyar dolarlık kredi, Katar’ın vereceğini planladığı(!) 15 milyar dolar için bu kadar beklentiye(!) girmeyecektik.
*
Bu maliyet sadece bu gün için.
Giderek de artacak tabii.
Yani bundan sonrası 35+
Bu günlerde bu nüfusun üzerine 1 milyon kişinin daha gelebileceğini duymuşsunuzdur kuşkusuz.
Kayda gireni girmeyeni, sabah gidip akşam dönenini sayarsak bu “zorunlu misafirler” neredeyse 5 milyona tırmanıyor giderek farkında mısınız?
*
Giden “para” şimdilik 35 milyar dolar.
Ya işin “sosyal maliyeti?”
Özellikle büyük şehirlerimizde ve bu şehirlerimizin en gözde yerlerindeki Suriyeli-arap saltanatını görüp de huzuru kaçmayan var mı?
İşte sosyal maliyetin birinci kalemi bu.

“İnsaniyet” falan filan da…
Mesela oturduğunuz apartmanda Suriyeli-arap bir aileden komşunuz olduğunu düşünün…
Mesela Metroda yolculuk ettiğinizde bütün koltukların çoluk çocuk Suriye’li dostlarımızın işgalinde olduğunu, beş yaşındaki çocuklar otururken sizin ayakta seyahat etmek zorunda olduğunuzu düşünün.

Mesela, Beyoğlu’nun bütün barlarında, kafelerinde bu savaş kaçkını arkadaşların nargile fokurdattığını, işbilir(!) esnafımızın artık müzik adına yalnızca arapça yalelliler çaldığını düşünün,
Mesela bu krizde kur ikiye katlayınca bütün lüks mağazalarda Suriyeli-arap savaş kaçkınlarının alışveriş kuyruğunda olduğunu düşünün…

Hani Avrupalı olacağız ya…
Peçeli misafirlerimizin o peçesinin altından makarnayı nasıl yediğini ya bire bir, ya internette dolaşan videolardan elbette görmüşsünüzdür. Karşıdan bakınca, artık peçeli, şalvarlı, entarili, takkeli dolaşmanın bu savaş kaçkınları sayesinde ne kadar da sıradanlaştığını, modern Türkiye’mizin dışarıya böyle göründüğünü, gelen batılının bizi böyle gördüğünü düşünün.

Daha neler neler…
Ha bütün bunlara rağmen, “Biz Osmanlı’yız, Osmanlı da olsa şimdi böyle yapardı” diyorsanız amenna, hayırlı olsun…
Ama “Hayır, biz Modern bir ülkeyiz, biz yeni bir Ortadoğu, yeni bir Suriye olmak istemeyiz” diyorsanız şunu kabul edelim ki bu işler daha da ilerlemeden bir an önce bir şeyler yapılmalıdır..
*
Peki nasıl?
1.Türkiye, tüm Orta doğuda “demokrasi getiriyoruz” numarası ile yapılanların aslında bir emperyalist senaryo olduğunu kabul etmeli ve bu konudaki tavrını netleştirmelidir.
Hem emperyalizme karşıyız, hem Suriye’ye yapılanları destekliyoruz demek çelişki yaratmaktadır.

2.Savaştan kaçanlara yardım insani bir görevdir. Fakat, Türkiye bu işte o “insani görev” ile “Orta Doğu’ya biçim vericilerle ilişkiler” konusunu birbirine karıştırmıştır.

Bir kısım Suriye’linin kendi ülkesine sahip çıkmak varken burada safa sürüp bayramdan bayrama memleketlerine ziyarete gitmeleri de, Sözde Suriye vatanı için savaşan ÖSO’cuların dolar kuru değişince bizden aldıkları TL maaşa burun kıvırmaları da bu işlerdeki duruşumuzun zigzaglarla dolu olduğunu göstermektedir.

3.Bu günün Türkiye’si artık zorunlu ziyaretçilerine “parasız yatılı” kolaylığı gösterip bayramlarda “evci” çıkmalarına tahammül edecek durumda değildir.
Kaldı ki, bu misafirlerimiz kendilerini Türkiye’ye attıktan sonra burayı yeterli bulmamakta, Türkiye’yi batıya geçen köprü gibi görüp kapağı bir an önce Avrupa’ya atmak için kendilerini denizlere koyvermektedirler.

Haydi, ülkesinde can derdine düşenler tamam da; Türkiye’yi Avrupa’ya geçmek için köprü yapanlara ne demeli?
Siz hiç üzerinden geçilen bir köprüde geçenlere bir de üste para ödendiğini duymuş muydunuz?
*
Bu göçün durdurulması, en azından cazibesinin arttırılması, daha da azından yüklendiğimiz maliyetlerin düşürülmesi açısından yapılacak olan şey; Suriye’den Türkiye’ye kaçanlardan en azından 15-65 yaş aralığında olan erkekler ile çocuk bakma zorunluluğu olmayan kadınların “kendi geçimlerini sağlayabilmeleri için” devletçe verilecek işlerde zorunlu olarak çalıştırılmalarıdır.

Bu işler tarım, hayvancılık, ağaçlandırma, bayırdırlık alt yapı işleri… gibi şehirde değil, genelde kırsaldaki işler olmalı, üstelik asla yerli işgücüne rekabet etmemelidir.

Böyle yapıldığında hem çalışma çağında olan, ama vatanı için çalışmaktan kaçan o nüfus bu kaçışın Türkiye’de de bir maliyeti olduğunu düşünüp kararını bir kere daha gözden geçirecektir; hem Türkiye’nin bir “parasız kamp yeri” olmadığını görüp üzerine düşeni yapmak zorunda kalacaktır.
Yani boş gezdirme yerine çalışmaya yönlendirme, Türkiye’nin cazibesini ve maliyetini azaltacaktır.

Peki bu yapılabilir mi?
Yapılır kanısındayız. Çünkü bol parası olan misafirlerimiz neredeyse en lüks yerlerimizde -hele bu yüksek kur dolayısıyla- elleri cebinde gezip nargile fokurdatırken, özel sektörümüzün sağladığı imkanlar, hükümetimizin göz yummasıyla şu anda pekala istihdam edilmektedir.
Hatta onların rahat istihdam edilebilmesi(!) gerekçesiyle gösterilen idari toleranslar bir yana, kendilerine vatandaşlıklar, çalışma izinleri verilmektedir.

Dükkan?
Tabii, kebapçısı, tatlıcısı, taksicisi, seyahat acentasıyla hatta gizli-saklı türlüsüyle dahil hepsi mümkün…

Peki, şu anda onları özel sektörde çalıştırma imkanı varken, alın ticaret de yapın derken; neden kamu kesiminde ve bu dediğimiz alanlarda çalıştırmıyoruz da hem hala göçü cazip hale getirip hem üste para veriyor sonra da maliyetinden, sosyal hayatımızı allak bullak etmelerinden yakınıyoruz?

Türkiye’de kamunun yaptırabileceği iş mi yok?

Yoksa biz “atadan” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bütün bunların yükünü çekmeye, geleni geri çeviremeyiz demeye mecbur muyuz?

Eksiği fazlası da olabilir ama, böyle bir alternatifi dile getirecek siyasetçimiz de yok mu?