Prof. Metin Feyzioğlu CHP Genel Başkanlığına talip. Siyaset sathı mahalli ile baro sathı mahalli çok farklıdır.
Rahmi Ofluoğlu
Ulusalcılık ve barolar
İstanbul ve Ankara Barosu seçimlerinin üzerine ajanslar “..Seçimleri % 60 a varan oy oranları ile ulusalcılar kazandı “ diye verdiler.
Kocasakal seçimlerden sonra yaptığı açıklamada “ Bize ulusalcılar, sosyalistler, TKP’liler, MHP’liler oy verdi” derken ulusalcılığı oy verenlerin başına alıyor.
Ulusalcılar İstanbul ve Ankara Barosu seçimlerinin tayin edici gücüydü.
Ulusalcılık baro seçimleri ile bu kadar aktüel hale gelince konuyu ele alıp tartışmak elzem oldu.
Ulusalcılığın sanayi devrimi ile 18. Yüzyılda başlayan tarihsel serüveni yerine okuru sıkmamak için kısa tarihçeyi gözden geçireceğiz.
Ulusalcılığın bizim tarihimizde Jön Türklerle başladığını söyleyebiliriz. Ulusalcılık uzun yıllar milliyetçilik sözcüğü ile ifade edildi. Ulusalcılık yakın tarihimizde özellikle sol kanadın kullanmayı tercih ettiği bir kavram olarak ortaya çıktı. Ulusalcı sözcüğü ile milliyetçi sözcüğü sözlük anlamında tamamıyla eşdeğer sözcüklerdir. Sol sadece kendisini sağdan ayırt etmek için ulusal kavramını kullanmayı tercih etmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi CHP’nin altı okundan birisi milliyetçiliktir, ulusalcılık değil, ama CHP politikacıları kendilerini milliyetçi olarak değil, ulusalcı olarak tanımlarlar. Mustafa Kemal’in milliyetçiliği anti emperyalizmi benimseyen bir milliyetçiliktir.
68 kuşağı ağırlıkta milli sözcüğünü devrim stratejisinin başına koymuştur. 68 kuşağı devrim stratejisi olarak Milli Demokratik Devrimi benimsemiştir. Bu stratejiye göre devrimi İşçi sınıfı, emekçiler, milli burjuvazi ve asker- sivil aydınlar yapacaktır. Milli Demokratik Devrim’in hedefi emperyalizm ve toprak ağalığıdır. Milli Demokratik Devrimciler bu stratejiyi Türkiye tahliline dayandırmaktadırlar. Bu devrim stratejisinin en güzel örneği olarak da Çin devrimini ve bu devrimin önderi Mao Ze Dung’u görürlerdi.
Milli Demokratik Devrimciler arasındaki en can alıcı tartışma, cephenin önderinin kim olacağı üzerineydi. Çin devriminin önderi Çin Komünist Partisi idi. Milli Demokratik Devrimcilerin bir kısmı parti önderliğinin ön koşul olarak görmezken, diğer bir kısım ön koşul olarak görüyordu.
Milli Demokratik Devrimciler, Türkiye’de kapitalist sürecin henüz tamamlanmadığını, Türkiye’de yarı feodal, ağalık düzeninin hüküm sürdüğünü, bu nedenle köylülerin ve milli burjuvazinin devrimin itici gücü olduğunu savunuyorlardı.
Bugün bu iddia geçerliliğini tamamen yitirmiştir, çünkü tarım makineleşmiş, tarımda kapitalist ilişikler hakim hale gelmiştir.
TİP ve TKP bu stratejiyi tümüyle ret ediyor, bu strateji savunucularının darbecilerin değirmenine su taşıdığını söylüyorlardı.
12 Mart Askeri Darbesi, THKO ve Deniz Gezmiş
Deniz Gezmiş, esas olarak Milli Demokratik Devrim Stratejisini savunuyordu. Ancak Deniz’in Öncü konusunda hep tereddütleri olmuştur. Feyizyoğlu’nun benimle yaptığı bir röportajda bu konuya değinmiştim. Doğu Perinçek ile Silivri Cezaevi’ indeki kısa bir sohbetimizde bana “ Ben Aydınlık’ta yazdım, Deniz’i en iyi Rahmi Aydın anlattı” diye.. Perinçek orada bulunan genç meslektaşıma Aydınlık’ın bu sayısını bana ulaştırması için ricada bulundu, ancak ben bu sayıyı henüz elde etmiş değilim.
Deniz bu tartışmanın neresinde bulunursa bulunsun, Deniz’i günümüz ulusalcılarından ayıran en önemli özellik Deniz’in Marksist- Leninst olduğunu yüksek sesle söylemiş olmasıdır.
Deniz Gezmiş’in İdam Sehpasına ilerlerken açıkladığı son sözleri onun bu yönünün tartışma götürmez kanıtıdır.
Deniz’in son sözleri:
Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm-Leninizm yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!
Yaşasın işçiler, köylüler!
Kahrolsun emperyalizm!
2000 sonrası Ulusalcılığı
Soğuk savaş döneminden sonra ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu strateji köklü değişikliğe uğramıştır. Bu dönemde Türkiye’de ulusalcıları ABD için ayak bağı olarak görülmeye başlanmıştır. Bunun en güzel kanıtı 2002 yılında Ecevit Hükümet’inin devrilmesidir.
ABD Irak’a müdahaleye hazırlanıyordu. Ecevit müdahaleye karşı çıkıyordu.
Ecevit’in 11 yıl danışmanlığını yapan emekli Büyükelçi Ertuğrul Çırağan o günleri şöyle anlatıyor:
"Bununla ilgili olarak o dönemde bizim kulağımıza gelen, yattığı hastane tarafından Ecevit için 'akli melekesi hükümet etmeye yeterli değildir' yönünde açıklama yapılacağıydı. Yine söylentiye göre, yeni bir hükümet oluşturulacak, Bahçeli koalisyondan çıkarılacak, yerine Tansu Çiller getirilecekti. Hükümetin başı olarak da Hüsamettin Özkan'ın adı geçiyordu. Belki de sırf bu söylentiler sebebiyle Bahçeli erken seçim kararı aldı. Kendi adına oyunu bozmuş oldu. Kendine karşı yapılan bu komployu kabul etmedi. Bunun altında neler var, bilemem." dedi.
Çırağan devamla şöyle yazıyor:
"IRAK'A MÜDAHALEYE DİRENDİ"
Çırağan, Ecevit'in ABD'nin Irak'a müdahelesi konusunda nasıl bir direnç sergilediğini ise şöyle anlattı:
"Hastaneye kaldırılmadan önce ABD, Irak'a müdahale için bastırıyordu. ABD Başkan Yardımcısı Cheney, Dışişleri Bakanı Powel ve Savunma Bakanı Ramsey, Askeri Başdanışmanı ve benim de olduğum ortamda Irak'a müdahale için Ecevit'le görüşmeye gelmişlerdi. Ecevit, müdahaleye niçin izin vermeyeceklerini 4 başlıkta anlattı. ABD'liler sadece dinleyip not ettiler, bir şey söylemediler. Onlar gittikten sonra rahmetli bize dönüp 'ne söylersek söyleyelim, onlar müdahalede kararlı' dedi. Koalisyonun yıkılması bu planın bir parçası olabilir. Ecevit, ABD'ye kafa tutan politikalarında hep başarılı olmuştur."
Gelişmeler çok açık ve netti.. ABD müdahalede kararlıydı, Ecevit hükümeti ise bir ayak bağı idi ve gitmesi gerekiyordu. Ecevit milliyetçiliği ABD müdahalesi için sakınca doğurabilirdi. ABD kararını verdi ve uyguladı.
Başbakan yardımcısı Hüsamettin’in 8 Temmuz 2002'de görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM’deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel seçimlerde DSP barajı aşamadı ve TBMM dışı kaldı.
Genel başkanlıktan ayrılma kararını, 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi, seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer’e devretmek isteğini belirtti. 25 Temmuz 2004 tarihinde yapılan DSP kongresi ile aktif siyaseti bıraktı.
Ecevit Hükümeti devrilmeden birkaç gün önce bize bir duyum geldi, Çırağan’ın da yukarıda aktardığımız açıklamalarına benzer bir duyum.
“Ecevit hükümeti birkaç güne kadar devrilecek, ya Ecevit Öldürülecek, ya da başka bir şekilde olacak bu..”
Tabii bu duyumun kaynağı sivil bir kaynaktı. Ama benim önem verdiğim bir sivil kaynaktı. Bu duyumun bize ulaştırılmasının nedeni; Ecevit sonrası örgütlenmede bizim de yer almamızın isteniyor olması idi.
Yıllar sonra bu duyumun kısmen doğrulanması benim için çok fazla sürpriz olmadı.
Ecevit hükümeti devrildi, ancak bizimkilerin Ecevit sonrası örgütlenme için kurdukları hayaller gerçekleşmedi. Çünkü, Ecevit’i deviren gücün amacı Türkiye Solunun önünü açmak değil, ABD’nin Irak’ı işgalini kolaylaştırmaktı.
ABD’nin Ulusalcılarla hesaplaşması bitmemişti.
Irak’ta askerlerin başına çuval geçirildi.
Ergenekon ve Balyoz davaları ile aralarındaki farklılıklara bakılmaksızın bütün milliyetçiler, ulusalcılar tutuklandı.
Düşünceme göre; ABD Ecevit hükümetini düşürmek için derin ve karanlık güçlerle işbirliği yaptı, ama Ergenekon ve balyoz davalarında ayırım yapmaksızın bütün ulusalcılar tutuklandı. Ulusalcılar, bu davalar karşı belki de bu yüzden tutarlı bir tavır sergileyemediler.
68 kuşağının ulusalcılığı ile günümüz ulusalcılığını ayıran temel ayıraç, günümüz ulusalcılarının halk sınıflarını örgütlemek gibi bir iddialarının olmayışıdır. 68, kendisine Marksizm’i rehber olarak seçerken, günümüz ulusalcıları stratejilerini içerikten yoksun, soyut kavramlar üzerine oturtmaktadırlar.
Günümüz ulusalcılarının bu zayıf yönü onları kâğıttan kaplana çevirmektedir.
CHP’li Süheyl Batum kâğıttan kaplan benzetmesini ilk yapan ulusalcıdır belki de…
“Koca bir askeri yıktılar, meğer kâğıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz”
Ulusalcıların zaafını Süheyl Batum’dan önce, 2005 de Fethullah Gülen dile getirdi. Gülen şöyle diyor:
“Şimdi önümüzde daha geniş, kapsamlı ve kompleks bir süreç var. Dolayısıyla direnç noktaları daha fazla sancı oluşturabilir. AB sürecinde son günlerde yaşanan kavga ve tartışmalara bir bakıverin. Ölseler bir araya gelmeyecek kimseler ulusal cephe adı altında suni bir kitlesel dalga oluşturmaya çalışıyor. Kimlikleri, söylemleri, hassasiyet ve dünya görüşleri bu derece farklı, üstelik birbirleriyle hiçbir diyalog geliştirme niyet ve isteği olmayan insanlar muvakkaten bir araya geliyor. Gerçekten her söz ve hareketleri suni ve iğreti duruyor. Ulusal cephe adı altında oluşturulmaya çalışılan dalganın sınırları belli değil. Hedefi, niyeti ve çağrı yaptığı hassasiyetleri farklıdır. Kemiksiz, kimliksiz ve hedefsiz bir dalga. Her açıdan manipülatif bir organizasyon olduğu belli. Ama sancılar olacaktır. Bunlar aşılacaktır.”
—Fethullah Gülen, Aktüel Dergisi, Sayı 14, 18 Ekim 2005
Fethullah Gülen’in bu açıklaması, belki o yıllarda ABD’yi rahatlatmıştır. Ancak işler Gülen’in sandığı kadar kolay gitmedi.
Ulusalcılar 2007 yılında, Cumhuriyet mitingleri ile meydanlara milyonları topladılar.
O mitinglerde önemli bir rol alan Tuncay Özkan bugün Silivri Cezaevindedir.
Ulusalcıların direnişi Gülen’in beklentilerinin üzerindeydi..
Ve 25 Temmuz 2008 de Ergenekon davası açıldı. Ergenekon davası açıldığında 86 sanıklıydı, bugün 274 sanık var. Ve bu davayı yenileri izledi..
Ulusalcıların direnişi Gülen’in beklentilerini aşmasına rağmen bugün Türkiye’de ulusalcılar iktidara alternatif olmaktan çok uzaktır. Gülen’in teşhisi bir yere kadar doğrudur, bu birliktelik sunidir, kalıcılı değildir..
Türkiye solu ve ulusalcıları halk güçleri ile barışmadan, halkın örgütlü gücünü arkalarına almadan iktidar alternatifi olamazlar.. Biz, bir cepheye ihtiyaç olsa bile, bu cephede ırk temeline dayalı milliyetçiliğin yeri olamaz.. Baro seçimlerinde milliyetçilerin oylarını alabilirsiniz ama siyaset sathı mahallinde bu geçerli olamaz.
Seçim sonrası Kocasakal yaptığı açıklamada baro seçimlerinin Türkiye için örnek teşkil edebileceğini söyledi. Bu açıklama bir yere kadar doğrudur, ama eksiktir.. Siyaset baro seçimlerinden ders çıkarabilir, ama barodaki cephenin siyaset sahnesine aktarılması mümkün değildir.. Siyaset cephesinin temel gücü halktır. Ayrıca ırk temelinde gelişen milliyetçilik birleştirici değil, ayrıştırıcıdır.
Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu’nun CHP Genel Başkanlığına değinmeden geçemeyeceğiz.
Metin Feyzioğlu ismi bize dedesi Turhan Feyzioğlu’nu çağrıştırıyor. Turhan Feyzioğlu 1970 lerde CHP de Ecevit ile birlikte gelişen ortanın soluna karşı tavır alarak bir grup arkadaşı ile birlikte CHP den ayrılarak orta sağ Güven Partisi’ni kurmuştur. Metin Feyzioğlu iyi bir hukukçu ve iyi bir baro başkanıdır, ama iş siyasete gelince yapılacak değerlendirme farklı olacaktır. Biz önce Metin Feyzioğlu’nun siyasette dede Turhan Feyzioğlu’nun izinde yürüyüp yürümeyeceğini anlamak durumundayız. Turhan Feyzioğlu CHP içerisinde göbekçi olarak anılırdı.
Kısaca siyaset sath-ı mail-i ile baro sath-ı mail-i çok farklıdır..
Not: Bugün, 68 in tahlilleri geçerli değildir, ancak günümüz ulusalcıları 68 çizgisinin gerisindedirler.
Bu yazılarla tarihi gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Burada yazılanlar daha çok reel tespitlerdir. Tarihi bilmeden günümüze doğru teşhisler koymak ve doğru işler yapmak mümkün değildir.
“Ben bir komünistim” yazısı bazı okurlarca yanlış anlaşıldı. Bu başlık tırnak içerisinde yazıldı ve büyük usta Nazım’ın dizelerinden alındı.
Yunan filozofu Herakleitos “ akarsuda ikinci kez yıkanamazsın” diyor.. Bugünün koşulları ne 1920 lere, ne de 68 lere benzemez. Bugün yeni sözler söylemek lazım.. Eski kalıplarla 21. Yüzyılı anlayamayız..
Yeniliğe Doğru Her gün bir yerden göçmek |
|
Mevlana Celaleddin Rumi |
Rahmi Ofluoğlu