7101 sayılı kanunla İİK’nun konkordatoyu düzenleyen 285 ve devamı maddelerinde değişiklikler yapılmış ve yeni maddeler eklenmiştir. Yeni konkordato düzenlemeleri ile eskisinden çok farklı, çağdaş bir konkordato hukuku oluşmuştur.

Yeni konkordato hukuku iflasın ertelenmesinde olduğu gibi sadece sermaye şirketlerini ilgilendiren bir konu olmaktan çıkmış bütün borçluları kapsar hale gelmiştir. Yeni konkordato hukuku ödeme güçlüğü içerisinde olan bütün borçluların başvurabileceği ve şartları varsa bir süre için koruma tedbirlerinden yararlanabileceği yasal düzenlemeler getirmiştir.

İflasın ertelenmesi kurumunda borca batıklık aranırken yeni konkordato hukukunda borca batıklık yerine ödeme güçlüğü koşulu getirilmiştir.

Borçluların konkordato ve mühlet talebinin tek koşulu borç ödeme güçlüğü içerisinde olmaktır. Borçlu vadesi gelmiş borçlarını ödeyemiyorsa veya vadesi gelmeyen borçlarını ödeyememe tehlikesi altında ise konkordato ve mühlet talep edebilir.

Konkordato borçluyu bazı istisnalar hariç icra takiplerine karşı korumaya alırken alacaklılar açısından önemli ve gerekli olan bazı tedbirler içerir. Yeni konkordato hukuku borçlunun ve alacaklıların hukukunu eşit biçimde koruyan hükümler içermektedir.

Yeni konkordato hukukunun borçlular açısından getirdiği bütün bu kolaylıklara rağmen ödeme güçlüğü içerisinde bulunan borçlular neden konkordatoya başvurmakta çekimser ve ürkektirler?

İş insanları için ticari itibar sermaye kadar önemlidir. Firmalar itibarlarını kaybettiklerinde kredilerini kaybederler, kredilerini kaybettikleri zaman üretim ve rekabet güçleri zayıflar ve sonuçta piyasada varlıklarını sürdürmeleri güçleşir, giderek de oyunun dışına atılırlar.

İflasın ertelenmesi kurumuna karşı piyasalarda oluşan son derece olumsuz bakışın bir dereceye kadar konkordato için de devam ettiği gözlemlenmektedir. Piyasalar konkordato sürecine girmiş firmalara iyi gözle bakmamaktadırlar. Ödeme güçlüğü içerisindeki birçok firma piyasaların bu olumsuz yaklaşımının etkisi altında kalarak son ana kadar konkordato başvurusu yapmamak için direnmektedirler.

Piyasaların olumsuz yaklaşımları nedeniyle konkordatoya gitmemekte direnen çoğu firmanın akıbetinin iflas olduğunu söyleyebiliriz.

Neden?

Çünkü ödeme güçlüğü yaşayan firmalar nakit ihtiyaçlarını karşılamak için yüksek maliyetli kaynaklara yönelmek zorunda kalmaktadırlar. Nakit kaynak yaratmak için banka limitleri dolan bu firmalar önce faktöringlere, daha sonra tefecilere başvurmak zorunda kalırlar.

Firmaların yüksek maliyetli kredilere razı olmalarının tek nedeni çeklerinin karşılıksız çıkmasını önlemek ve itibarlarını korumaktır. Böylece giderek bu firmaların varlıkları ile borçları arasındaki makas açılır, firma borçlarını çeviremez hale gelir, öz kaynakları erir ve sonuçta korkulan olur, çekler arka arkaya yazılır ve firma fiilen iflas etmiş olur.

Ödeme güçlüğündeki firmaların bir kısmı bu şekilde direne direne iflasa sürüklenirken bir kısmı da iflasa yaklaştığı aşamada konkordatoya başvurmaktadır. Elbette bu ikisi de son derece yanlıştır. Doğru olan, şirket ödeme güçlüğüne düştüğü anda, varlıklarla toplam borç arasındaki makas açılmadan konkordato ve mühlet talebinde bulunmaktır.

İtibar

Piyasalarda itibar en iyi sermaye olarak nitelenir. Bu nedenle iş insanları şirketlerinin çeklerinin karşılıksız çıkmaması için canla başla gayret ederler. Bilirler ki çeklerinin karşılıksız çıkması itibarlarını sıfırlayacak ve ticari yaşamlarını sürdürmeleri çok zorlaşacaktır. Bu yüzden iş insanları çeklerinin karşılığını hazır etmek için bazen tefecilerden fahiş faizlerle para alabilmektedirler.

İtibar fetişizmi

Bugün piyasalar borç namustur anlayışının çağdaş toplumlarda geçerli olmadığının büyük ölçüde farkında olsalar da itibar fetişizminin ateşinde yanmaya devam etmektedirler. İleri kapitalist toplumlarda itibar etik bir kavram olmaktan daha çok nesnel bir kavramdır.

Kültür farkı

Gelişmiş kapitalist toplumlarda, batıda ticari borç ve itibar kavramları etik olmaktan çok kapitalist sistemin realiteleridir. Burjuva kültüründe bu kavramlar soyut kavramlar olmayıp firmaların bilançoları ve finansal analiz sonuçlarına dayanır. Finansal analiz oranları tablolarda yer alan kalemler arasında matematiksel ilişki kurmak suretiyle elde edilir. Örneğin İşletmeye kredi vermek isteyen banka ve finans kurumlarının ilk bakacağı oran, işletmenin cari oranı olacaktır. Eğer cari oran, kredilendirme oranının altında ise işletmeye kredi verilmeyecek veya kredilendirme için yüksek oranda garanti istenecektir. Görüldüğü gibi burada soyutluk değil nesnellik vardır.

Borç namus değildir

Değişimin trampa şeklinde gerçekleştiği eski toplumlarda değiştirilen bir anlamda emekti. Bir örnek verecek olursak değişimin trampa olduğu çağda bir ölçek buğday borçlanan kişinin borcunun namus borcu olarak nitelenmesi doğaldı. Kapitalist sistem rekabete dayalı bir sistem olup mal veya eşyaların değeri arz ve talebe göre piyasalarda belirlenir. Piyasalarda belirlenen bu değer emeğin karşılığı olarak nitelenemez. Bu nedenle kapitalist sistemde borç namus değildir. Tabi bu durumu eşten dosttan alınan borç para ile karıştırmamak gerekir, burada kastedilen ticari borç, alacaktır.

Bu nedenle kapitalist sistemde bir şekilde batan işletmelerin sahiplerine kötü gözle bakılmaz. Batıda iflas eden şirketlere alacaklıların geçmiş olsun ziyaretine gitmeleri sıkça görülen bir olaydır.

Zamanında konkordato ve mühlet talep etmemek alacaklıların zararınadır.

Borç ödeme güçlüğündeki bir borçlu konkordato ve mühlet talep etme yerine itibar kurtarma gayreti ile şirketin mal varlığını azaltmakla hem işletmesine ve hem de alacaklılarına zarar vermektedir. Çünkü borç ödeme güçlüğündeki firma nakit akışı sağlamak için ya zararına mal satacak ya da tefeci piyasasından yüksek maliyetli nakit alacaktır. Her iki durumda da işletmenin malvarlığı azalacak, borçları çoğalacaktır.

Av. Rahmi Ofluoğlu

Biz

Editör: Haber Merkezi