Mine G. Kırıkkanat / http://www.cumhuriyet.com.tr/
“Duruşma dosyalarını okuyordum. Mahkeme kâtibi bir davalının kalemde ağladığını, yanında oğlu olduğunu, hastaneye sevk yazısı yazdıklarını söyledi. Müzekkereyi onaylamam için dosyayı getirmişti.
Davalının yanındaki oğlun davada taraf olmadığı bir vesayet davasıydı. Bir avukatın verdiği dilekçede, babanın akıl hastası olduğu iddiası vardı. Kısıtlama kararının verilmesi, kızlarından birinin vasi atanması, tüm mallarına tedbir ve öncelikle, bir kasanın açılması talepleriyle doluydu dilekçe. Davalı babayı en yakın ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevk ile ‘vesayet altına alınmasını gerektiren bir akıl hastalığının bulunup bulunmadığına’ dair heyet raporu istemeye karar verdim.
Gelen rapora göre davalının akıl sağlığının yerinde ve mahkemece dinlenmesi uygundu. Fakat bu rapor UYAP’a girer girmez, bir hukuk bürosundan çok sayıda itiraz dilekçesi geldi. Kim olduklarından habersizdim, itirazların değerlendirilmesi ve sağlık kurulu raporu düzenlenmek üzere, davalı babayı Adli Tıp Kurumu’na sevk müzekkeresi imzaladım.
Çıldıran avukat
Duruşma günü Adli Tıp raporu henüz gelmemişti. Dava, niteliği itibarıyla kamu düzenini ilgilendiriyor ve tarafları dinlemek gerekiyordu. Ama ben davalı babaya söz verince bir avukat hanım çıldırdı. Narin gövdesinden beklenmedik bir ses tonuyla, davalıyı ve oğlunu dinlememi engellemeye çalışıyordu.
Davalı baba, düzgün bir ifadeyle şirket hisselerini sattığını, bedelini çocuklarına paylaştırdığını, ancak paranın yok olduğunu, yanındaki oğlunun işini batırması nedeniyle mal satmak zorunda kaldığını, Bebek’teki evini de davacı oğlunun başkalarına devrettiğini anlattı. Davalının davada taraf olmayan oğlu ise Bostancı’daki dükkânın içinde bir kasa olduğunu ve bu dükkânın kirasını davacı kardeşinin aldığını açıkladı.
Çıldırtan kasa
Davacı avukat hanım, ısrarla bu kasanın açılmasını istiyordu. Talebini Adli Tıp raporu geldikten sonra değerlendireceğimi, dosyadaki sağlık kurulu raporuna göre kasayı açamayacağımı söylediğimde durduğu yerde zıplamaya başladı. ‘Siz kısıtlı adayının sağlıklı olduğunu söylediniz, davadan çekilin, görüş bildirdiniz, davadan çekilin!’ diye bağırıyordu. İlk kez gördüğüm bu avukat, ‘Sağlıklıdır raporunu ben mi yazdım?’ deyince ‘Siz hep böyle yapıyorsunuz, yanımda tanıklar getirdim, davadan çekilin!’ diye haykırmayı sürdürdü. Kavga etmeye çalışıyordu. Ara karara geçtim. ‘Davadan çekilme talebinin reddine, Adli Tıp Kurulu raporunun beklenmesine’ karar verdim.
Çok geçmeden ATK raporu da UYAP sistemine girdi. Tıbbi görüş değişmemişti. Davalı babanın akıl hastası olmadığına, vasi tayinine gerek olmadığına ilişkin heyet raporu düzenlenmişti. Aynı gün sisteme iki dilekçe girdi. Birincisi avukat hanım imzalı olup beni HSK’ye şikâyet ettikleri, ikinci dilekçe ise mahkemeye hitaben davacının kendi imzasıyla ‘hâkimin reddi’ dilekçesiydi. Her iki dilekçede aynı kişi ya da kişiler tarafından hazırlanmıştı ve özetle ‘Mahkeme hâkimi FETÖ’cüdür, hâkimlik yapamaz’ deniliyordu. Gündüz mahkeme, gece turnike Bu cesareti kimden alıyordu bunlar?
İnternete duruşmadaki avukatın adını girince karşıma Adnancıların A9 kanalında göbek atan aşırı makyajlı bir kadın çıktı. Duruşmadaki sade, makyajsız genç kızdan oldukça farklı görünüyordu.
Hâkimin reddi dilekçesine mütalaa yazıp inceleme ve karar için başka bir mahkemeye gönderdik. Bir kâtip arayıp kararı verecek hâkimin benimle görüşmek istediğini söyledi, ardından bir müdür arayıp ‘Bunlar hâkimin kapısından ayrılmıyorlar, kalemden çıkmıyorlar, çok rahatsız olduk’ deyince çok şaşırdım. Bu meslekte karşılaştığım ilk hâkimin reddi dilekçesi değildi, ama bir hâkimin haber göndermesi ilkti. Söz konusu hâkim, ‘görüşmeye gerek kalmadığını’ bildirince rüzgârın yön değiştirdiğini anladım.
Kim korkar kediciklerden?
Yine duruşma günü geldi, ancak dosya yoktu. Bu kez karşımda dört, beş avukat vardı. Hâkimin reddi dilekçesi olduğundan davadan el çekmiştim. Duruşma yapılamayacağına ilişkin tutanak düzenlediğim sırada, bir ağızdan ‘Söylediklerimizi yazmak zorundasın!’ diye bağırıyor ve duruşma salonunu terk etmiyorlardı. ‘Siz salondan ayrılmayacaksanız ben ayrılırım’ dedim ve cüppemi çıkardım. Odama çekildiğimde, bir polis memuru geldi. ‘Bunlar daha önce bize gelip sizi şikâyet ettiler. Araştırdık, yaşlı bir adamın mallarını ele geçirmeye çalıştıklarını tespit ettik. Adamın tüm gelirine çocukları el koymuş, kızları tarikatta yaşıyor. Avukatları salondan çıkmıyormuş, izin verirseniz biz çıkarırız’ dedi.
Her kim olursa olsun avukatların duruşma salonundan zorla çıkarılmasının doğru olmadığını, üstelik karşılarında kedicikleri bulacaklarını söyledim. Polis memuru, ‘Kediciklerden çok üstün polisler var, hâkimim!’ diye yanıtladı ve sözündeki gerçeklik, tarikat mensupları gözaltına alınırken doğrulandı!
Adalet ve erdem
Dosyanın akıbetine gelince: Bir hukukçu olarak bilirim ki, ben bir vatandaşla HMK’de açıklanan bir sorun yaşadığım takdirde davadan çekilmem gereklidir; avukatla sorun yaşadığım takdirde çekilmesi gereken avukattır. Bu yönde pek çok Yargıtay içtihadı vardır. Ama dosyanın gönderildiği ve benimle önce görüşmek isteyip sonra gerek kalmadığını bildiren hâkim, hâkimin reddi talebini kabul etti.
Bu hâkim, dosyada adı geçen hukuk bürosu avukatları ve davalının çocukları tutuklanınca ne düşündü, bilemem.
Sadece görevini yapmaya çalışanlara iftira atanları ve saldıranları savunanlar, para veya farklı istemler için bu işi yapabilirler. Ancak hiçbirinin ‘erdemli’ oldukları söylenemez.”*
*Metin, kimliği bende saklı bir yargıç tarafından yazılmıştır.
Mine G. Kırıkkanat / http://www.cumhuriyet.com.tr/