Siyasette az görülen bir durum yaşanıyor CHP’de…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olduğu günden itibaren “Kaos ve Umut” at başı olmuş koşuyor.
Umudu taşıyan halk…
Kaosu yaşatansa CHP’lilerin aşağıda saydığım kesimleri…
Bu tespitleri yaparken yine birçok kesimin öfkesini çekeceğimi biliyorum! Ancak CHP’de özellikle şu günlerde birçok kişinin yaptığı gibi üç maymunu oynayıp “sevilen – beğenilen- takdir edilen” (!) olmak derdinde değilim.
Yaklaşan seçim sürecinde güçlü kim olur, kim belirleyici olur, kim listeleri yapar endişesiyle- birçok kişinin yaptığı gibi- “ne şiş yansın ne kebap” mantığı ve oportünizmiyle de hareket edemeyeceğim.
Bu nedenle yine gördüklerimi, düşündüklerimi, tespitlerimi, eleştirilerimi ve önermelerimi yüreklice ve devrimci namusumla yapacağım.
Uyarımı; partide “grup-hizip- kanat- ekip” olarak kendilerini adlandıran tüm kesimlere yapıyorum.
Yine “etnik kimlik ve mezhep” olarak kendilerini farklı gören ve bu bakış açısıyla siyaset yapmayı alışkanlık haline getiren ve şu günlerde partide muhkem yer kapmaya çalışanlara da iletiyorum.
Ayrıca yıllar boyu siyaseti rant kapısı olarak görmüş, lidere veya güce tapınıp; bireyliğini yitirip imtiyazlı kulluk statüsünde koltuğa ve kariyere (!) alışmış kesimlere söylüyorum.
Bir başka uyarıyı da yıllar boyu CHP’de kimlik bulan, imtiyaz bulan, saygı ve itibar gören, velhasıl hatırı sayılan ama bir adım kendini geliştirmeyen, yenilemeyen, hatta hiç okumayan, buna karşın “akil adam” statüsünde sayılan ve “rabbana-hepbana” diyenlere rica ediyorum.
Ama daha da önemlisi:
Tüm samimiyet ve iyi niyetle yaptığım uyarılarımdan farklı olarak; “kendini bilmez, sosyal demokrasiyi anlamaz, iktidara gelip ranta kavuşmak için her yol mubahtır” diyen “aymazları, faydacıları, çıkarcıları ve ucuzcuları” ikaz ederek kendilerini kınıyor ve diyorum ki:
CHP ve Kılıçdaroğlu’na daha fazla pranga olmayın...
Yoluna taş koymayın!!!
Dost postuna bürünmüş sansar gibi etrafında dolanmayın. Halkın yeşeren umutlarını kurutmayın.
Bu kavganın sebebi ideolojik mi?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun yeni tüzüğü uygulamak için kullandığı yöntem ve Genel Başkan Yardımcılarının seçiminde yaptığı tercihler partide deprem yarattı.
Genel Sekreter Önder Sav’ın görevden ayrılması partideki tüm dengeleri ve beklentileri de ters-yüz etti.
Bu durum CHP içinde, özelliklede örgütlerde, “kargaşa – kaos” ve yeni polemiklere sebep oldu.
Milletvekilliği beklentisi içinde olanların bir kesimi belki iyi niyetle veya art niyetle rastgele konuşmaya ve partinin programıyla hatta temel felsefesiyle ve gelenekleriyle ters düşen, örtüşmeyen söylem ve tavırlar içine girmeye başladılar.
Genel merkezde meydana gelen ve devrim niteliğinde gelişen olayları bazı kesimler “eskiyle- yeninin,” yani “statükoyla-değişimin” savaşı olarak nitelediler.
Kimileri bu gelişmeleri ideolojik bir ayrışma olarak nitelerken birçok kimsede temeldeki sorunun parti içi iktidar yani koltuk kavgası olduğunu iddia ediyor.
Yukarıdaki yaşanan kargaşa ve kaos, beklenmedik ters-yüz oluş; anında illerde-ilçelerde yani örgütlerde karşılık buldu.
İşte böyle bir mücadelenin yarattığı belirsizlik ortamında “bilen- bilmeyen, anlayan- anlamayan” bu savaşta baş aktör olmak için akla-hayale gelmez atraksiyonlar yapmaya başladı.
Bu işte öncül rol almak isteyenlerin bazıları ne yazık ki CHP’nin tarihini bile bilmiyor. Buna karşın tepeden inme partili olmuş varsıl şahsiyetler, ideolog ve taktisyen olup (!) önüne gelene ahkam kesiyorlar!!!
Partideki değişimi kendileri için fırsata çevirip, yöneticilerle kurdukları kişisel yakınlıklarla öncül rol kaparak dikkat çekmek istiyorlar.
Sayın Genel Başkanın kurultay konuşmasıyla başlayan, Gürsel Tekin’in de İstanbul’da başarıyla uyguladığı politikaların artık CHP’de hayat bulacağı anlaşıldı.
Bu durum CHP’den umut bekleyen herkesi sevindirdi. Ömürlerini bu partinin başarılı olması için tüketen örgüt emekçilerini de heyecanlandırdı.
Yıllardır CHP’den beklenen ve olması gerekenlerin yaşama geçmesi için start verilmiştir. Sol politikalar artık ete kemiğe bürünmeye başlıyor.
CHP’deki bu olumlu değişimle ilgili farklı heyecan duyanlar oldu.
Bazılarıysa enteresan tavır ve açıklamalarla bu olumlu gelişmeyi bile kişisel beklentileri elde edebilmek için istismara başladılar.
Bazı yaşı kemale ermiş ancak ömürlerinde sola hiç yanaşmamış, solu yaşamamış, o uğurda çile çekmemiş, bedel ödememiş belki de bu uğurda yitip gidenler için tek damla gözyaşı dökmemiş tepeden inme fırsatçılar, son zamanlarda sol adına (!) halk adına (!) kraldan çok kralcılığa soyunuyorlar.
Bu koşullarda efkârlanıp “Daha önceleri neredeydiniz…” şarkısını gel de dinleme!!!
Düşünüyorum da bu takiyeciler, madem bu kadar demokrat, bu kadar halkçı, bu kadar solcu hatta devrimci ve değişimciyimişte; gençlerimiz asılırken, işkencelerde can verirken, onlara dışkılar yedirilirken, kemikleri kırılırken, Bursa’da emniyetin 5. katından aşağıya atılırken, özellikle gözaltında kadınlarımıza onurlarını yok eden “insanlık suçu-insanlık vahşeti” işlenirken neredeydiler?
Güneşli günlerin ve zengin sofraların afili solcuları, şahsen ben kendi ilimde bu acıları paylaştığınızı, dile getirdiğinizi bu güne dek sizlerin ağzından hiç duymadım. O günlerde sizlere yanımızda yamacımızda da rastlamadım.
Bizlerin çocukları o korkularla büyüdü… Onlar türküleri ve halay çekmeyi emekçilerin grev çadırlarındaki dayanışmalarda öğrendi.
Ben, bu gün lafa gelince mangalda kül bırakmayanları o günlerde cenazelerimizde bile görmedim.
Bu yazımdaki itirazım ve öfkem bundandır.
Yoksa kimsenin fikrine, düşüncelerine ve söylemlerine karşı değilim… Sadece bir yerlere gelebilmek için rol çalınmasına, solu namusu saymış ve bu uğurda can vermiş insanlarımızın mezar taşlarına basa basa siyaset (!) yapılıp istismar edilmesine karşıyım.
Çünkü…
Solculuk, Devrimcilik, Halkçılık; en başta emperyalizmle kavga demektir. Sömürü düzenine dur diyebilmektir. Emeğe saygı demektir. Alın terinin gaspına isyan demektir.
Solculuk değişen dünya koşullarında halkın refahı-huzuru ve mutluluğu için bilim ve teknolojik yönde sürekli yenileşebilmektir.
Artı değerden halkın hak ettiği payı alabilmesinin koşullarını sağlayabilecek sistemi kurabilmektir.
Halk CHP’den ve Sayın Kılıçdaroğlu’ndan bu anlayışa hizmet edecek sol bir parti olmasını bekliyor.
CHP’nin evrensel değerleri kurumsallaştırarak gerçek bir sosyal demokrat parti olarak iktidara gelmesini ve yıllanmış sorunlarını çözmesini istiyor.
Bırakın bencilliği… Törpüleyin egolarınızı… Gölge etmeyin başka ihsan istemez!!!
CHP’de Rüzgâr Gülleri Çoğaldı.
CHP’den çoğunluğun yıllardır beklediği, istediği ve ısrar ettiği değişim, dönüşüm ve yenileşme; ümmetçi bir toplumdan yurttaş olma onurunu kazanmış olan halkımıza yeniden gericiliği ve koşulsuz itaati dayatmak isteyen AKP’nin kuyrukçusu olmak değildir.
Yenileşme ve değişim; cumhuriyet kazanımlarını ve devrim yasalarını demokrasi kılıfına uydurup hiçe saymak ve yozlaştırarak işlevsiz kılmak da değildir.
İktidara gelebilmek için, sağlaşmak, sığlaşmak ve halka şirin görünebilmek için onların inançlarını, değerlerini, geleneklerini istismar ederek sloganımsı söylemlerle popülizm yapmak hiç değildir.
CHP’de değişen politikaları doğru anlayamayan ama öncü ve belirleyici olmak için alternatif çalışma grupları ile hareket edenler; örgütte karışıklıklara sebep olduğu gibi medyaya da çirkin bir şekilde malzeme oldular.
Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Sayın Gürsel Tekin’in yoksul kesimler ve varoşlardaki başarısına ve yöntemine özenenler, takdir eder gibi yapıp kendisine yakın olmaya çalışan bazı hesapçılar, sapla samanı birbirine karıştırmaya başladı.
AKP’lilere ve Vakit yazarlarına taş çıkartacak kadar her biri daha fazla özgürlük (!) derken mutlaka türbana özgürlüğü ön koşul olarak sunmaya başladılar.
Atatürk, kadının kapanmasının toplumda tarikatlar eliyle gerçekleştiğini görmüş ve Türk kadınını bu esaretten kurtarmıştır. Erkek egemen toplumda örtünmek aslında kadının tutsaklığıdır.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçtiği yeni yönetim daha koltuğuna oturmadan yerelde bir takım insanlar onlar adına konuşmaya ve etkin olabilmek için hiçte etik olmayan yöntemlerle öne çıkıp bireysel tavır almaya başladılar.
Oysa aynı kişiler yerel seçimlerde Önder Sav ve Deniz Baykal tarafından hiçbir önseçim ve örgüt yoklaması yapılmadan tüm tecrübesizliklerine ve acemiliklerine rağmen en üst düzeyde Bursa’yı temsil hakkını elde etmişlerdi.
Bu gün çıkarları gereği Sayın Önder Sav’a saygısızlık yapanlar o günlerde Önder Sav’ı sayıyor ve seviyorlardı.
Önder Sav’ın seçilmişleri görevden alma veya tüzüğü uygulamama ile ilgili gönderdiği talimatları onaylıyor- itiraz etmiyor ve ses çıkarmıyorlardı.
Aslında söylenecek çok söz var.
Ancak Deniz Baykal’ın politbürosu sayesinde uzun yıllar bu partide sol ve sosyal demokrasi rafa kaldırıldığı için tuz koktu…
Aday belirlenirken “Parayı verenin veya parası olanın düdüğü çaldığı, tercih edildiği” bir dönem yaşandığı için bu türler her şeyi kendileri için ömür boyu hak sanmaya başladılar.
Hep derim ve sık sık anımsatırım:
“Solculuk bir vicdan meselesidir... Allah hiç kimseyi bu vicdandan yoksun bırakmasın”
Bu vicdan olmayınca veya eksik olunca kullanılan yöntemlerde etik olmuyor. Sol/sosyal demokrat anlayışla bağdaşır olmuyor…
İktidar alternatifi olması gereken CHP’de insanlar, çile çeken halkı AKP’nin erozyonundan nasıl kurtarırız diye düşüneceğine, nasıl listeye gireriz ve seçilecek yere nasıl yazılırım derdine düşmüş ve sadece bu hedefe kilitlenmişler.
Bir başka tespit de trajikomik bir durumun ortaya çıkardığı acıklı tablodur:
Sayın Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan, Sayın Gürsel Tekin’in de Genel Başkan Yardımcısı olması sonucu; TUNCELİ ve KARS illerimizin nüfusları milyonları aşmıştır.
Örgütlerde bu iki ille bağlantılı olanların çoğunluğu Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin’le artık yemin billâh yakın akraba çıkıyorlar!!! Ya da çok samimi canciğer çocukluk arkadaşları… Her gün kendileriyle konuşuyorlar ve talimat alıyorlar. (!) Doğal olarak ta talimat veriyorlar!!!
Sayın Kılıçdaroğlu’na da Sayın Gürsel Tekin’e de Allah kolaylık versin...
Yaklaşan seçimlerde treni kaçırmamak için acele edenlerin yukarda gelişen ve değişen koşullara ayak uydurmak için attıkları çalımlardan hatta parendelerden fizik ve kimyaları bozuldu…
Bu bozukluğa alt yapı eksikliği olan yeni ve devşirme partililer de eklenince eylemde ve söylemde hatlar karışıp arapsaçına döndü.
Acelesi olduğu için (!) okuduğunu ve duyduklarını doğru anlamamış, sosyalizmle- sosyal demokrasinin yandaşlığını, ayrışma noktalarını farklılığını algılamadan ortaya “ezber bozacağız” diye dökülenler; öne geçmek ve başa güreşmek için birde ideologluğa soyununca işler İstanbul trafiğine dönmeye başladı.
Birde bunlara; “iş bilenin kılıç kullananın” mantığıyla yükselen trend CHP’de siyaset yapma arzusu kabaranlar eklenince, hedefler ve amaçlar değişti.
İktidarı sadece ihaleler, iş-hanları, barajlar, limanlar, rezidanslı kuleler ve duble otoyolların müteahhitliği olarak algılayanlar ön almak ve her koşulda vekil olmak isteyince vaziyet “Gülerim ağlanacak halimize…” oldu.
Bazı sağdan devşirme liberaller ise bu tür arzular yaşama geçsin diye CHP’de direksiyonu sağa kırdırmak için, AKP’deki gibi, özgürlük ve demokrasiyi kılıf olarak kullanıp etkin olmaya çalışıyorlar.
Benim tespit edebildiğim ve dikkatle gözlemlediğim:
Az okuyan, çok konuşan kesimlerde nasıl oluyorsa birden bire herkes Ankara’dan bilgi alıyor ve bilgi sunuyor. Bu bağlamada her biri kontrolsüz güce ulaşıyor...
Son zamanlarda her kafadan bir ses çıkıyor diyeceğim ama diyemeyeceğim, çünkü bu çıkanlar ses değil birer gürültü oluyor.
Bu nedenle sürekli olarak CHP’de bu ardı -ardına yaşanan deprem özelliğindeki gelişmelerin gerçek sebebini, yaşanan kaostan kimin karlı çıkacağını ve düğmeye basan elin kimin eli olduğunu düşünüyorum!!!
Yıllar sonra halkta büyük sevinç ve heyecan yaratan Genel Başkan’ın iyi niyetli ve geleceğe umut veren tavrını, söylem ve eylemine şüphe düşürmek için sanki gizli bir el düğmeye basıp kontak yaptırıyor!
Fırsattan istifade yandaş ve dinci basın kafası karışanları ve söylemeleriyle kendi işlerine gelenleri överek öne çıkararak manşetine taşıyarak aklınca CHP’lilere yol gösteriyor (!)…
CHP’de yaşanan duygu karmaşası.
Altı ay önce, CHP Genel Başkan’ının milletvekili yaptığı, evli bir bayan olan özel kalemiyle ilgili internette bir kaset patladı ve ortalık toz duman oldu.
Bu kasetin zamanlaması sadece şahıslara değil CHP’ye de bir tertip ve komplo düzenlendiğini herkese göstermiştir. Deniz Baykal onurlu ve sorumlu bir davranış göstermiş ve birkaç gün sonra istifasını açıklamıştır.
Ancak politbürosu ve bazı örgüt temsilcileri sanki ortaya dökülen görüntüler çok normalmiş ve olağanmış gibi davranıp kapısına çadır kampı kurdular.
Günlerce “Geri döööön… geri döööön…. ne olur geri dön” şarkısını söylediler. Çünkü geri dönecek ve hepsi bir kalemde milletvekili olacaklardı.
Ancak CHP’yi iktidarda görmek isteyen ve buna engel olarak ta yıllardır Baykal’ı görenler bu faydacı yaklaşıma itibar etmedi. Özellikle CHP’ye oy veren seçmenler ve geniş halk kesimleri bu üzücü ve can sıkıcı skandalı CHP için bir fırsat olarak gördü ve değişim için toplumsal baskı yaptı.
Bunu gören ve halkın talebini doğru algılayan kurt politikacı Önder Sav, Genel Başkanlık için Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini açıklayarak tarihi bir karar verdi.
O karar gerçekten kutlanacak, saygı ve minnet duyulacak bir karardı.
Ben şahsen Sayın Önder Sav’la hiç çalışmadım. Hatta hiç karşılaşmadım. Parti Meclisi Üyesi olduğum dönemde kendileri Barolar Birliği Genel Başkanı olduğu için hiç yüz yüze de gelmedik…
Ancak verdiği tarihi ve saygı duyulacak kararı ile CHP’nin önünü açtığı için bir yazımda kendilerine teşekkür ettim. Halada aynı duyguları taşıyorum.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Daha açıkçası diyorum ki:
Güçlü Önder Sav’a yaranmak için ne telefon ettim ne kutladım, ne Ankara’yı suyolu yaptım! Ne de kapısında saatlerce görücüye çıkmak için (!) bekledim.
Hatta yıllarca Deniz Baykal ve ekibini her koşulda parti içi iktidarda tutabilmek için bazen hukuksuzlukları hukuka uydurma gayret ve becerisinden dolayı kendisine çok fazla da yakınlık duymadım.
Ancak görev değişikliği sonucu örgütlerde gördüğüm tavır ve tepkiler beni bir insan olarak utandırdı ve çıldırttı.
Bu kadar dönekliğe, vefasızlığa, çıkarcılığa da vicdanım ve insanlığım isyan etti. Özellikle yukarıda tanımladığım tepeden inme, partide şana ve şöhrete kavuşanların bir anda rüzgârgülü gibi ters dönüşleri kadar saygısızlık boyutunda ithamları beni isyan ettirdi.
Önder Sav Genel Sekreterken kendilerine CHP’yi en üst düzeyde temsil hakkını iki dakikada alanlar şimdi ona nefret kusuyorlar. “Kral öldü yaşasın yeni kral…” diyorlar!!!
Oysa en üst organda görev yapmış ben ve ben gibi birçok arkadaşım o günlerde ilçe delegesi bile yazılamadık. (malum seçim olmayıp kafaya göre yazdıkları için böyle yazdım)
Şimdilerde bu çıkarcı ve kolaycı kesimler yine Ankara - Bursa arası telefon trafiği yaratıp, farklı bahaneler uydurarak, gidip boy gösterme ve yeni yönetimde görücüye çıkma yarışına giriyorlar.
Ne diyeyim Allah ıslah etsin... Bu kadar popülist, faydacı ve çıkarcı davranışlarla ne kendilerine ne de CHP’ye faydaları olabilir.
Ama en önemlisi benim sorunlar yumağı olmuş ülkeme hiçbir fayda gelmez!!!
Ne yazık ki yine onlar ve türevleri bu yarışı kazanacak ve varsıllıklarını katmerliyecekler.
CHP’deki bu duygu atlaması “sabah sev-tapın, akşam hakaret et” psikolojisi bulaşıcı hastalığa dönüştü… Çıldırasıya sevmek hatta tapınmakla ölesiye nefret ikiz kardeş oldu neredeyse.
Kanımca bu sari hastalık tüm örgütlere de bulaştı.
CHP’de sorunlar çözüldü mü?
CHP Genel Merkezinden yapılan açıklamalarda her ne kadar “partimizde herhangi bir sorun kalmamıştır” deselerde fazlaca inandırıcı olmuyor.
Çünkü herkes görüyor ve biliyor ki bu işin tüm mağdurları (!) şimdilik kaydıyla savaş baltalarını gömmüş durumdalar.
Ancak bana göre asıl tehlike bu operasyonda Kılıçdaroğlu’na destek veren Baykalistlerden gelecek.
Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu’nun Deniz Baykal’a gösterdiği saygı ve itibara karşın, parti içi saltanat kaybını içine sindiremeyen ekip dost postuna bürünmüş sansarlar gibi kuşatma yapmakla meşguller.
Üstelik “Çok Bilen,” Habertürk’teki programda ne diyor?
“Seçime kadar CHP’nin Genel Başkanı var. (!) Ben bu nedenle aday falan değilim.” Peki seçimden sonra ????
Çok üzücü ama bu uyarıyı yapmak zorundayım. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma ihtimali oldukça fazla…
Çok Bilen’in sürekli medyada boy gösterip şifreli açıklamalarının ardından saltanata ve beleşçiliğe alışmış çıkarcı tayfası, anında örgütlerde 5.kol faaliyetlerine hız veriyor.
Bu durum yenileşmek isteyen CHP için çok daha fazla endişe vericidir.
Tabii ki Deniz Baykal’la birlikte politika yapan bazı saygın insanları tenzih ederek düşüncelerimi söylüyorum.
Yukarılarda ve örgütlerde işler böyle arapsaçına dönmüş iken;
CHP’ye gönül vermiş bu uğurda ömürler tüketmiş üyeler, seçmenler, sempatizan ve yoksul halk kesimleri büyük bir heyecanla yeni ve güzel bir şeyler olmasını bekliyor... Bunu da canı gönülden istiyorlar.
Ancak görüntüde her şey sütliman olmuş gibi, gerçekteyse olay çok farklı.
Hatta bazı insanlar bu hızlı değişim ve belirsizlikten dolayı oldukça endişe duyuyorlar. Çünkü kimse kimseyi dinleyip anlamaya çalışmıyor… Birbirine inanmıyor ve sevmiyor! Herkes kendi gönlündekini CHP’de egemen kılmak için tüm değerleri kırıp döküyor. Veya arkadan dolanıp sinsice planını uygulayacağı zamanı bekliyor.
İster istemez sormak ve haykırmak istiyorum… Saygıdeğer CHP’liler sizlere neler oluyor? Nedir bu bir uçtan bir uca uzanan duygu atlaması. Bu nasıl bir şey? Bu ne ayıp şey!!!
On yıllardır başarısız olunması ve sürekli muhalefet psikolojisi sinirleri germiş olabilir. AKP’nin yarattığı korku ve kaos ortamı da endişelerinizi artırmış olabilir…
Değişen dünya düzenine uyum sağlayamayan, ülke gerçekleri karşısında MHP tandanslı politikalarla ilerici ve sol yanı aşınan CHP’nin özellikle politbürosunun durağanlığı ve statükoyu savunmasından bıkılmışta olunabilir…
Herkes şunu bilmek zorundadır. Eğer iktidara gelmek isteniyorsa, 8 yıldır ülkeyi yangın yerine çevirip, ülkenin tüm kazanımlarını satıp-savan istismarcı AKP’den kurtulmak isteniyorsa, bu ancak halkın desteği ve cesur politikalarla olabilir.
Ancak halk desteği için “Halk Dalkavukluğu” yapılmamalıdır. Halka gitmek, halka inmek ve halka güven vermek ancak ve ancak “sol-sosyal demokrat” değerlerle olmalıdır.
CHP, Halka Nasıl Gitmeli?
CHP’nin halka giderken inandırıcı olabilmesi ve güven duygusunu aşılayabilmesi her şeyden önce özeleştiri verebilmesi ve bu güne dek yaptığı hatalarıyla cesurca yüzleşmesiyle mümkün olacaktır.
CHP yeni anlayış ve yapılanmayla; ırkçı, şoven ve militarist duygulardan arınarak halkla kucaklaşmalıdır. Hiç kimseyi ötekileştirmeden tüm kesimlerin sığınıp korunacağı ve özgürce kendini ifade edebileceği bir liman olduğunu 70 milyona doğru anlatabilmesi ile mümkün olacaktır.
CHP, sağa benzeyerek, sağa yaslanarak, sağın onur kıran metot ve yöntemlerini kullanarak iktidar olamaz, ancak deformasyona uğrar ve yozlaşır.
Ancak solu da, slogan ve salon solculuğundan arındırarak yaşama geçirmelidir. Bu da ancak halka doğrudan giderek, yerinde derdini dinleyip anlayarak, dostça bir kucaklaşma ve birlikte çözüm ile sağlanır.
Geniş halk kesimleri beklentilerine yanıt alıp, gelecek kaygusundan kurtularak kendi değerlerine, kutsallarına saygı gösterileceğine inanırsa CHP’ye yeniden güvenebilirler.
Bir kez daha tekrarlıyorum; halk Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu sevdi ve benimsedi. Bu nedenle halkın umudunu kırmamak gerekir.
Ayrıca yıllardır AKP’nin istismar ettiği, hatta tüm duyarlılıklarını sömürdüğü yoksul halk kesimlerinin sorunlarını çözecek ve kendilerine onurlu bir yaşam sunacak partinin CHP olduğuna inanabilmesi için, yeni ama gerçekle örtüşen projeler üretilmelidir.
Halka güven vermenin en kolay yolu halka dokunmaktan geçer… Onları samimiyetle dinleyip anlamaktan geçer. Göz göze bakıp dostça bir el sıkışmaktan en önemlisi insanı sevip- saymaktan geçer.
Bununda yolu akşamları içkili restoranlarda, barlarda kafa çekerek veya otel lobilerinde viski yudumlayarak en fazla 100 kelimelik Türkçe ile üstten üstten nutuk atmakla olmaz.
Ayrıca ülkesini gezmeden- tanımadan, halkın çektiği çileyi bizzat hissetmeden, yaşadığı koşulları yerinde görmeden; Avrupa’yı, Afrika’yı Amerika’yı turlayarak da halkçı olunmaz…
Kimse aydın züppeliğine soyunmasın. CHP artık iktidar olmak istiyorsa halka gitmek, onunla kucaklaşmak, ona umut vermek ve kendisine ve CHP’ye güvenmesini sağlamak zorundadır.
Ayrıca bizim ülkemizde halkın bir partiye güveni o partilerin, “plan - program – kadrolar” kadar, hatta daha da fazlasıyla lidere duyulan güvenle sağlanıyor.
İşte CHP’de yıllardır sağlanamayan, aşılamayan, çözülemeyen bu sorun artık bitmiştir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gürsel Tekinle birlikte İstanbul’da yaptıkları çalışmalarda bu ikili halkta güven sağladılar. Özellikle yoksul halk kesimleri onlara inanıyor. Sorunlarını çözebileceğine güveniyor.
Bu duygu ve destek o kadar önemli ve büyük ki; hiçbir reklâm ve siyasi proje bu doğal desteği bu kadar güçlü sağlayamaz.
İşte bunun için hiç kimse ama hiç kimse, kendi egolarını ve beklentilerini özellikle de gizledikleri gerçek gündemlerini hâkim kılmak uğruna halkın umudunu kırmamalıdır.
Umut insanların yüreğinde her zaman vardır, ancak çabuk tükenir. Yılgınlık ve karamsarlığa yerini bırakır.
İşte bu potansiyeli AKP, halkın inanç ve kutsal saydığı değerlerini kullanarak, kendilerine bağımlı oy depolarına dönüştürdü.
Oysa bu bir kader değildir. 8 yılda bu kesimler sadece sömürülmüştür. Onurlarına tecavüz edilmiştir. Kişilikleri yok sayılmıştır. En önemlisi de işsiz-güçsüz, acz içinde ailesine bakamayan baba modeliyle aile birliği kökünden sarsılmıştır!
CHP’de Atatürk istismarına geçit verilmez…
Yıllar bizlere göstermiştir ki CHP’nin başarılı olabilmesi ve iktidara gelebilmesi, en başta siyaset yapma tarzını- tavrını- söylemini – üslubunu ve önceliklerini değiştirmesine bağlıdır. Ancak bu sözler doğru anlaşılmalıdır.
Aksi takdirde, son günlerin modası olan ve özellikle sağ ve yandaş basının kışkırtma alanına giren “Atatürk ve Türban” konusu gibi; her önüne gelenin, kafasına esenin veya kirli amaca hizmet edenlerin insafına ve izanına bırakılamaz.
Atatürk’ü ne CHP, nede kafası karışık şahıslar; yenileşmenin önündeki engel gibi görme zavallılığına kapılmamalıdır. Gerçek CHP’liler bu saçma sapan istismara izin vermeden, alet olmadan siyaset yapmayı bu fanteziye kapılan arkadaşlara öğretmelidir.
CHP’de ve ülkede herkes şunu bilmek zorundadır:
Atatürk o zor ve imkânsız koşullarda, inanılmaz dehasıyla kurduğu Laik Cumhuriyetle ve yaptığı devrimlerle modern dünyanın kapılarını halkımıza açmıştır.
Atatürk yenilikçidir. Değişimcidir. Dönüşümcüdür. Devrimcidir…
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partilerdir. Atatürk, “Cumhuriyeti ve Devleti” kuran parti olarak CHP’yi bizlere armağan etmiştir.
Ne yazık ki bizler bu emanete sahip çıkamamış, hatta başarısızlıklarımız sonucu ülkeyi dinci ve gerici bir partiye teslim ettiğimiz için ihanet etmiş sayılırız.
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumayı gençliğe, devrimler ışığında ülkeyi yönetmeyi de CHP’lilere vermiştir.
Yoksa başarısız oldukça, her başımız sıkıştığında pişkince “Biz Atatürk’ün Partisiyiz” diye ucuz oy avcılığı yapalım diye bırakmadı.
İşte bizleri yanıltan ve bu gün birçok kimsenin saçmalama noktasına gelmesinin temel sebebi bu kolaycılık ve Atatürk’ü doğru anlayamama gerçeğidir. Sağın kodlamasında, yandaş basının önderliğinde, solculuk ve ilericilik yapma komedisidir.
Şimdilerde “İnternet Haber’de” yazan AKP militanı ve Bursa İl Başkan Yardımcısı bir gazeteci kızımızın oğluyla arasında geçtiğini söylediği diyalogu geçenlerde hayretle okudum:
Sözde oğlu annesine; “Anne Peygamberimiz mi büyük? Atatürk mü?” (!) diye sormuş…
Şahsen benim torunlarım onun oğlundan küçük ama böyle bir soru sormazlar… Çünkü iki kıymetliyi de canlarıma şahsen ben ve ana-babası doğru-dürüst anlattık ve öğrettik.
Şimdi benim güzellerim, yarım yamalak öğrendikleri duaları okuyorlar. Tüm insanlığa, “sağlık, huzur, mutluluk, aç ve evsiz çocuklara yiyecek ve kitap istiyorlar, insanlar savaşlarda ölmesin diye dua ediyorlar.
Hatta Eylül, uzaydakilere bile mutluluklar diliyor.
Pazar sohbetlerimizin öncelikli konusu olan ve ülkemizi düşmandan kurtaran, laik cumhuriyeti kuran, ama en önemlisi biz kadınlara sunduğu eşit yurttaşlık olayına duydukları hayranlıkla Mustafa Kemal Atatürk’e de büyük sevgi ve saygı duyuyorlar. Bunu göstermek için bu 10 Kasımda Anıtkabire gidip orada Atalarına hem dua ettiler hem de saygılarını sundular.”
Her neyse meramımı doğru anlatabilmişimdir inşallah…
Gelelim şu meşhur diyaloga!!!
“Anne Peygamberimiz mi büyük? Atatürk mü?”