Oldum olası çirkin politikacıların “başarıları” karşısında apışıp kalmışımdır. Eskiden bu kişiler yalnızca partiler içinde at oynatırlardı. Sonraları öğrenci kuruluşlarına, sendikalara ve giderek sivil toplumu temsil eden derneklere sızdılar. Kanser gibi yayılıp hünerlerini gösteriyorlar.
“Çirkin Politikacılar”, ileride kendilerinin yerini alabilecek birini harcamak istediklerinde çaktırmadan O’nu ön plana çıkarırlar yani ittiriverirler.
Diyelim ki bir “Çirkin Politikacı” olarak BEN, iki hamle sonunda bir kuruluşun başına geçmek için aday olacağım. Az geriye çekilip yandaşlarımı ileri sürerim. Yandaşlar, o iki hamle sonunda o yere aday gösterilebilecek diğer kişinin çevresini sararlar. O kişinin henüz o yere aday olmak belki de aklının ucundan bile geçmemektedir. Hatta ilk hamledeki yere bile aday olmakla ilgisi yoktur. O kendi kulvarında veya bulvarında çok başarılı bir aydındır. Çevrenin takdir ve beğenisini kazanarak sivrilmektedir. O taraklarda bezi yoktur…
Yandaşlar, bu diğer kişinin çevresini ipek kozası gibi sararlar. “Ağamsın”, “paşamsın”, “Bu yere başkan olmak isteyenlere baksana, hepsi de senden kalitesiz. Sen niye başkanlığı düşünmüyorsun?” diye başlarlar poh pohlamalara… Adam veya Madam, “yok canım bu iş bana göre değil, ben öylesiyle alt kademede belki yararlı olurum ama Başkanlık benim işim değil” derse de artık kafaya çelme takılmıştır. Alttan alınır, yandan yağlar salınır, tavlama, demleme taktiklerinin hepsi kullanılır ve ucuna yem bile takılmadan olta balığımızın ağzına geçirilir. Balığımız “vay be ben neymişim” demeğe başlar. “Neden olmasın, elbette yaparım” noktasına gelir.
İlk aşamanın sonunda oltadaki balığımızın başarıya ulaşması veya ulaşmaması hiç önemli değildir. Başarırsa şükran borcuyla ikinci hamlede BEN’im üst kuruluşa başkan olmamı o önerir. Başaramazsa, zaten ikinci hamleye de aday olacak mecali tükenmiştir. Hatta artık medyada ve çevresinde de harcanmış olarak unutulmaya başlanmıştır.
“Çirkin Politikacı” yalnızca yukarıdaki örnekte yoktur. Yukarıdaki örnekte kendisi bir hedefe varmak için birini harcama taktiğini anlatmağa çalıştım. Bir de karşı cepheden bir “değeri” yok etme planları vardır. İşte bu planda iki grup görev üstlenirler. Bir grup O’nu göklere çıkartır. Diğer grup yerden yere çarpar. O, övüldükçe kendini havalarda görüp havaya kapılır; sövenler karşısında da bazen kızışır bazen üzülür. Kafası allak bullak olur… Sonunda, “lanet olsun, bu politika benim işim değil” diyerek tası tarağı toplar, meydanı “onlara” bırakıp gider…
Genç kuşaklar, iyi niyetli ve daha duygusal olduklarından çoğunlukla olaylarda perde arkasını görmeğe zaman bulamazlar. Bu arada atı alanlar Üsküdar’ı geçer, Ankara’ya varırlar. Gökten üç elma düşer, biri bana, biri sana, kalanı da hani bana diyenlere…
Diyeceksiniz ki “biz Baro Seçimleri ile ilgilenirken şimdi bu ne hikaye? Sonra anlarsınız! Demedi demeyin diye soyut takıldım biraz… N’apalım saçlar ağarınca olaylara yukardan geniş açıyla bakmak insanı böyle yapıyor. Anlamayanlara mektup yazıyoruzJJJ
Ömer YASA (16.10.2010