Ağustosun ortalarında leylekler de kafileler halinde çekip gittiler; her ne kadar “gece”ler hala daha uzunsalar da, “gündüz”ler de epey kısaldı; artık şafak, sabahları saat 6’da sökmeye başlıyor; 23 Eylül’e kadar da sürdürecek kısalmasını ve ancak o tarihte “gece” ile denk hale gelecek ve geceler uzamaya başlayacak.
* * *
Ahmet Haşim, Karaköy-Kadıköy vapurlarında kendisiyle havadan sudan konuşanlardan alınırmış.
- Bugün de hava çok sıcak, yahut:
- Havalar da artık iyice serinledi, gibi konuşmalardan.
* * *
Benimle, diye düşünürmüş; havadan sudan başka konuşacak laf mı yok?
Kim kalkıp da, Haşim’in eserlerinden, şiirlerinden söz edecek vapurda?
Haşim 1933 yılında, yani T.C.’nin 10’uncu yılında hayattan ayrıldığına göre, o tarihlerde siyasetten söz etmek sakıncalıydı.
Yahya Kemal de “Rindlerin Hayatı” şiirinde:
Ülfet belalı şey, fakat uzlet sıkıntılı
Diyordu.
* * *
Ve kala kala havadan sudan konuşmak kalıyordu vapurlarda...
Uzun soluklu Ada vapurlarında ise erkekler, birbirlerine yemek tarif ederek koyulaştırırdı sohbeti.
* * *
Yahya Kemal deyince de aklıma geldi, CNNTÜRK kanalındaki “Eski İstanbul anıları” programı, geçtiğimiz pazar bendenizi pek duygulandırdı.
Henüz daha nüfusu 2 milyon bile olmamış İstanbul’da, Yahya Kemal’in silueti görünüyor ve Münir Nurettin; sözleri Yahya Kemal’e ait kendisinin bir bestesini okuyordu:

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul;
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul;
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
* * *
Yaşlandıkça, duygusallığı da artıyor insanın. Şayet 30 yaşında olsaydım, sanırım bir kulağımdan girer, öteki kulağımdan çıkardı Münir’in şarkısı; ama şimdi öyle olmuyor, gözlerimin dolduğunu hissediyorum.
* * *
Çünkü bunlar nostaljik bir takılma değil, 88 yaşına basmakta olan T.C.’nin biyografisinden son bir bölüm.
* * *
O biyografiye doğru uzanırken, bir de “gerçekliğe” sıvanmaya kalkarsan ve sorgulamaya başlarsan okullarda okutulan tarih kitaplarında, neden:
- “Kazıklı Voyvoda”yı çocukluğunda babasının II. Murat’a teslim ettiği ve “Kazıklı Voyvoda” ile Fatih Mehmet’in çocukluğunun birlikte geçtiği yazmıyor, diye?..
* * *
Ve kurcalarsan:
- Fatih’in İstanbul’u aldığı tarihte, Guttenberg de matbaayı icat etmişti. Matbaa İstanbul’a tam 300 yıllık bir gecikmeyle niye geldi de; telgraf, onu icat eden Mors daha hayattayken geldi, diye?
* * *
“Metro” da 120 yıllık bir gecikmeyle geldi; ilk metro İngiltere’de gerçekleştirilmişti.
Dünyanın en eski 2’nci metrosu da bizim Galata tüneliydi.
En eski ve en kısa metrosu olmakla ünlüydü “metrolar tarihinde”.
* * *
Telefon da daha hızlı gelmişti, otomobil de ama; çok pahalıydı.
Sinema çok daha hızlı gelmişti, cep telefonu hemen, şıpın işi...
* * *
Münir Nurettin’in sesi hala yankılanıyor kulaklarımda gibi:

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve en uzun rüyada,
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
* * *
Keşke şu İstanbul’a, yeterince layık olabilseydik.
Layık olabilseydik, TV’yi her açışımızda karşımıza da, omuzlarda taşınan kırmızı bayraklı resmi cenaze törenleri çıkmazdı.