"Herkese merhabalar, geçirdiğimiz bu zor günlerde dünya yeniden kendine gelmeye çalışıyor; bizim jenerasyonumuz (82’liyim) böyle bir salgını yaşamadı dolayısıyla gelişmeleri takip ediyoruz, bir yandan dünyanın aniden geldiği noktaya şaşırıyoruz öte yandan hayattaki en büyük zenginliğin sağlık sıhhat olduğunu bir kez daha fark ediyoruz. "
Sosyal medyada şuraya gittim buraya gittim paylaşımları bir kenara kaldırıldı, herkes şaşkın ve şok içerisinde. İşin en dehşet yanı ise, gözlemlediğim kadarıyla, bu salgının yerel bir vaka olmanın ötesinde global çapta ve çok hızlı şekilde ilerlemesiydi, işte bunu kimse beklemiyordu. Önceki yıllarda Çin’de veya dünyanın çeşitli köşelerinde bir virüs tespit edildiği ve belli bir bölgede yayıldığı haberleri gelirdi, kulağımızın kenarıyla dinler ve sonra unuturduk; oysa bu virüs öyle bir hızla ilerledi ve dünyanın tek gündemi haline geldi ki algı sınırlarımızın ötesinde bir gelişme olduğu için algılamakta ve kabullenmekte zorlanıyoruz. Yabancı kanallar dahil hangi kanalı açsak başka bir haber yok, adeta tüm dünyada sürekli bu haberler veriliyor ve kötü haberlerle insanların psikolojisi gittikçe bozuluyor.
İşte tam da böyle bir süreçte eve kapanmış yeni kitabımı yazarken aldığım bir mail beni etkiledi ve sizlerle paylaşmak istedim; elbette gönderenin bilgilerini paylaşmıyorum. Buna bir mektup dersek, bu mektupta öncelikle beni etkileyen İtalya’dan gönderilmiş olmasıydı, üstelik Rönesans’ın merkezi Floransa’da kim bilir hangi meydana bakan bir balkonda yazılmıştı. Mektubu okudum ve birkaç dakika sessizce oturdum, Floransa sokaklarında geçirdiğim gündüzleri ve geceleri düşündüm. İlk gittiğimde yanımda çok aşık olduğum bir kadın vardı, sene 2005…Yaşım 23… İnsan o yaşlarda çok aşık oluyor, kendini kaybediyor…Öyle bir haldeydim ki kızın elini tek bir saniye olsun bırakamıyordum, şimdi hatırlayınca gülüyorum ancak o zamanlar ciddiydim…Şehrin tüm sokaklarını birlikte gezmiştik, sabah otelden çıkıyor gecenin bir yarısına kadar tüm meydanları yürüyorduk, Ponte Vecchio’dan şehrin karşı yakasına geçerken fotoğraflar çekiyor ve kahkahalar atıyorduk. Acıktığımızda elimizde dilim pizzalar, gömleğime domates sosunu döktüğümde günlerce benimle dalga geçen bir kadına aşık olmuştum. Aşk acımasızdı, kadın da öyle acımasız ve amansız bir kadındı ve ben gençtim…İşin en kötü tarafı da buydu; onu delice sevdiğimi anlamıştı. Bunu saklayamamıştım, ama insan aşkı nereye saklayabilir ki?
Bir an film şeridi gibi geçti yaşadıklarım gözlerimin önünden; bir aşkı anlatıyordu yazan kadın, bana başka bir kadını anımsatırken… Dünyanın her yerinde, her an, her saniye benzer acıları ve mutlulukları yaşıyoruz, acaba insanlık bunun ne zaman farkına varacak?
Sizleri mektupla baş başa bırakırken, kısa bir not ve ricam olacak; Floransa Şehri’ni gezme imkanı olanlar lütfen satırları okurken sahneleri zihninizde açın ve gezdiğiniz sokakları meydanları hayal edin, yaşananları adeta izleyerek okuyacaksınız. Floransa’ya gitme imkanı olmamış olanlardan ricam ise Google’dan Floransa resimlerini inceleyin mektubu okurken; çünkü insan bu satırları zihninde yaşamalı ve hayal etmeli… Üstelik İtalya’nın Rönesans merkezinde, Leonardo Da Vinci’nin şehrinde, aşk sahneye çıktığında, hayal etmelisiniz…
“Adil Bey,
Size bu satırları yazarken Floransa’da evimin balkonunda kimsenin dolaşmadığı bir meydana bakıyorum. Açıkçası bu satırları neden yazdığımı bile bilmiyorum, daha önce kimseye böyle bir yazı yazmadım ama derler ya hayatta her şeyin bir ilki vardır hani, işte bu da benim için bir ilk olacak. Belki sizi hiç tanımadığım için size içimi dökmek istiyorum. Benim başımdan son dönemde geçenler artık içime sığmıyor ve birisiyle paylaşmam gerek, anneme anlatmıyorum çünkü bana üzülmesini istemiyorum üstelik hemen panik yapar onu biliyorum. İnsanlar size aşk konusunda yazıyordur sanırım ama ben size çaresizlik konusunda yazmak istiyorum; şimdi siz diyeceksiniz ki aşkın içinde zaten çaresizlik vardır ama ben de size sormak zorunda kalacağım, neden böyle olmak zorunda? Bana bunun cevabını vermelisiniz çünkü benim bunu sorabileceğim başka kimse yok, üstelik şu yaşadığımız günlerde aşktan meşkten bahsetme derler bana haklı olarak, herkes hayatının korkusuna düşmüş kimse normal hayatına devam edemiyor ve ben bütün bunların en yüksek seviyede yaşandığı bir yerdeyim. Karantinadayım. Günlerdir evden çıkamıyorum, sokağa çıkma yasağını çiğnemenin hapis cezası var burada önlemler en üst seviyeye çıkartılmış durumda. Ben kendimi o kadar çaresiz hissediyorum ki bu durumdan nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. Korkarım artık sağlıklı düşünemiyorum.
Bundan iki ay önce, ocak ayının ortalarında bir arkadaşımın evindeki doğum günü partisinde bir çocukla tanıştım, o da benim gibi 25 yaşında. Burada yaşadığınız için İtalyanları bilirsiniz, hani şu ev partilerinde tüm kızlara yaklaşıp hepsinin numarasını almaya çalışan İtalyanlardan değil, yani siz kahkaha atarak “sırtlaaaaan” diyorsunuz ya; işte öyle bir erkek değil. İlk bakışta dikkatimi çekmişti, kendi halinde, etrafa pek bakmayan, efendi tarzı olan bir çocuk. Hemen ev sahibi arkadaşıma sordum çocuk mühendismiş bir firmada, çok sakin biridir dedi. Ben aslan burcuyum sakin ve sessiz erkekleri seviyorum, bu çocuk acaba ne zaman bana yaklaşıp konuşacak falan derken birkaç defa partide göz göze geldik sonra ben hafif gülümsedim (videolarınızdaki taktikleri birebir denedim) ben gülümseyince bu birkaç dakika bekledi sonra bana yaklaştı konuşmaya başladık. Baktım ki içine kapalı sandığım çocuk bülbül gibi ötüyor, beni etkilemek için espriler yapıyor sempatik ama yine yanımdayken başka taraflara bakmıyor tamamen dikkati bende tabi bu durum benim aşırı hoşuma gitti. Ben bu devirde dikkati hemen dağılan başka tarafa yönelen erkeklerden nefret ediyorum ve hayatımda iki senedir kimse olmadı. Hani bir duygu vardır, daha ilk görüşte ısınırsınız ben de bu çocuğu önce gördüğümde ve sonra konuşurken ona hemen ısındım, güven verdi bana hareketleriyle, tamam dedim bu çocukla anlaşabilirim. Sonra numaramı istedi ben vermedim instagram hesabımı verdim sadece. Baktım partiden birkaç gün sonra hikayelerime falan bir şeyler yazıyor ama hep ciddi, düzgün yazıyor. Numaramı da istemedi bir daha, “sen bana güvenmiyorsun” dedi bir daha da numaranı sormam dedi, çocuksu hareketleri çok güldürdü beni böyle sanki bana alınmış gibi, neyse sonra ben onun numarasını aldım aradım konuştuk. Ama çizgisi hep aynı, sakin, cinsellik konusu hiç açılmıyor, baktım ki bu çocuk kesinlikle sırtlan erkek değil kendi halinde bir çocuk. Dışarda buluştuk beni çok güzel bir mekana götürdü, yemek yedik, yine harika sohbet ettik, bana o akşam dedi ki “Uzun zaman sonra birisine bir şeyler hissediyorum, bana bu duyguyu yaşattığın için teşekkürler” dedi, bu lafı adeta benim içime saplandı. Tanıştığımda gecelik ilişki peşinde koşan adamlardan o kadar yoruldum ki, bana ilaç gibi geldi bu adamın tarzı. Gerçekten çok mutlu birkaç hafta geçirdik, fakat sonra bildiğiniz gibi burada salgın iyice büyüdü ve aramızda girdi. İlk başlarda telefonla iletişimiz yine çok yoğundu ve her gün mesajlaşıyor ve görüşüyorduk. Bana karşı gittikçe daha ilgili davranıyordu, onu görmek için izinli olarak bakkala gidiyor ve sırada onunla karşılaşıyor konuşuyordum, açıkçası onu görmek için her şeyi yapmaya hazırdım, yasaklar falan umurumda değildi. Sonra aniden birkaç gün ondan ses kesildi, haber alamadım. Çıldıracak gibiydim, uzun zaman sonra aşkı buldum, beni sessiz anlarımda bile anlayan ve bana değer veren bir erkekle tanışmıştım ve hayatımdaki bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Size onun ismini vermek istiyorum; Leonardo. Sizin kitaplarınızı okudum, Leonardo Da Vinci’ye olan hayranlığınızı biliyorum, bakın benim sevgilimin adı da Leonardo. Ben onu deliler gibi aramaya başladım, bir gün bir kadın telefonu açtı, sesi kötü geliyordu, “Leonardo nerede?” diye sordum, bana “Salgına yakalandı, hastanede yoğun bakımda yatıyor” dedi, hastanenin adını sordum ve söylediği anda giyinip evden çıktım. Sokaklarda koşuyordum, Duomo Meydanında polisler vardı, umursamadan hastaneye doğru koşmaya devam ettim. Polislerin arkamdan bağırışları sanki yankı gibiydi anlamadım zaten ben sadece koştum. Birkaç sokaktan geçtim ve hastaneye ulaştım acil kapısına gittim beni içeri almadılar. Hastanede çalışan bir kız sigara içmek için dışarı çıktı ona yalvardım tamam sen bekle dedi, içeri girdi ve sonra çıktığında “Yoğun bakımda yatıyor, iyileşir merak etme” dedi. Onun telefonunu aldım eve dönerken polisler beni durdurdular ben ağlıyordum, hastaneye gittiğimi ve durumu anlattım. Neyse ki uzatmadılar beni arabayla evime bıraktılar. Polisler de aşkı anlıyorlar Adil Bey, bana kızmadılar. Ben her gün hastanedeki o kızla mesajlaşıyorum durumu iyiye gidiyor diyor bana bilgi veriyor ama ben kendimi çok çaresiz hissediyorum. Hayatımda ilk defa gerçekten ruh eşim olduğunu hissettiğim bir çocukla tanıştım, onu kaybetmek beni öldürür. Kız bu sabah benim notumu iletmiş, seni seviyorum yazıp bir kağıda vermesini istemiştim. O da kağıdı alıp “Ben de…” diye yazmış. Lütfen Adil Bey, bana şans dileyin, sizden tek isteğim bu, siz samimi birisiniz, bana şans dileyin ben bu aşkı kaybetmek istemiyorum…”
Sizi sevdiğimi tek bir an olsun unutmayın.
Görüşmek üzere.
“Aşk, her zaman kazanır…”
Adil Yıldırım
https://www.hurriyet.com.tr/mahmure/yazarlar/adil-yildirim/hangi-salgin-aski-durdurabilir-41472977