İddianame sadece Cemaat içindeki bir organize suç örgütünü değil, tüm Cemaati 'terör örgütü' statüsünde değerlendiriyor.
Fethullah Gülen’in terör örgütü lideri olarak yargılandığı davanın iddianamesi (Tahşiye iddianamesi olarak geçiyor) geçen hafta yayınlandı.
İddianame iki sebepten çok önemli:
BİR; bu iddianame ile, bir dini cemaat, terör örgütü ilan ediliyor. Fethullah Gülen’in, bu cemaatin polis ve medya içindeki üyelerinin neden terör örgütü mensubuymuş gibi sunulduğuna mesnet bulunmaya çalışılıyor.
İKİ; Balyoz, Ergenekon, Birleştirilmiş Poyrazköy (Askeri Casusluk, Amirallere Suikast, ÇYDD), KCK davalarında payı olduğu iddia edilen Cemaatin emniyet birimlerini nasıl kullanmış, nasıl bir sistematik içinde hareket etmiş olabileceğine dair ilk kez somut bir çerçeve ortaya konuyor.
İddianamenin sağlam olan ve olmayan bölümleri var. Önemli deliller olduğu gibi siyasi ifadeler ve hukuk adına tehlikeli maksimalist yaklaşımlar da...
Bunların hepsini teker teker irdeleyeceğim.
Öncelikle nedir şu Tahşiye onu kabaca anlatayım.
**
Meselenin kaba özeti –iddianameye göre- şu şekilde: Nur tarikatı içerisinde Muş’ta yaşayan imam Mehmet Doğan’ın takipçileri vardır. Bu kişiler sohbet toplantıları yaparlar, kitaplar çıkarırlar. Nurcuların bir çok farklı kolu gibi Said-i Nursi öğretilerini kendilerine göre yorumlarlar. En dikkat çekici özellikleri Fethullah Gülen’in dinler arası diyalog, zekat vs. gibi bir takım fikirlerini eleştirmeleridir.
İddianameye göre... Gülen bu eleştirilerin farkındadır. Yine müştekilerin ifadelerine göre bu gruba mensup kişilerin çıkardığı kitaplar Gülen’in kitapçı zinciri NT’de ‘yasaklıdır.’ Satılmamaktadır. Gülen’in bu gruptan haberdar olması da İstanbul Emniyet’inde görevli polis Ali Fuat Yılmazer aracılığıyla olmuştur. Yılmazer’in yönettiği bir organizasyon ile grup üyeleri 2008 yılı süresince dinlenmiştir.
6 Nisan 2009’da Fethullah Gülen herkul.org sitesinde yayınlanan sohbetinde bir irtica tehlikesinden söz eder. El Kaide ile bağlantılı olabilecek bir grubun Türkiye’de dalga dalga tehlike yaratacağını, isminin de ‘Tahşiyeciler’ olabileceğini söyler.
İddianameye göre... Bu konuşmadan 5 gün sonra İstanbul Emniyeti’ne ‘Tahşiyeciler’ ile ilgili isimsiz bir ihbar mektubu gönderilir. Halbuki daha önce Emniyet’in terörle mücadele birimlerinde bu isimle bir örgütten söz edilmemiştir. Yani bu isim ilk kez Gülen’in 6 Nisan 2009’daki konuşmasında geçmiştir. Mehmet Doğan ve takipçileriyle ilgili tatbikat başlar ve sonuçta bu kişilerden birinin evinde bomba ve mühimmat bulunur.
**
Türkçe’ye tercüme edersek... İddianameyi hazırlayan savcının meramı şöyle: Fethullah Gülen kendisini eleştiren bu Nurcu grubu ‘hukuk aracıyla halletmek’ istedi. Önce Emniyet’teki cemaatçi polisler (Ali Fuat Yılmazer) aracılığıyla bu grubu takip ettirdi, sonra sohbetinde böyle bir gruptan söz etti. Ardından Samanyolu TV’de yayınlanan Tek Türkiye dizisinde yer alan ve diziye sonradan –(Samanyolu TV Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın Fethullah Gülen ile yaptığı bir telefon konuşmasından sonra, Gülen’in isteği ve onayıyla)- eklenen Karanlık Kurul bölümünde Tahşiyeciler adlı bir tehlikeli gruptan sözedildi. Sonrasında bu grubun üyelerinden bir kaçının evine baskın yapıldı ve bomba ve mühimmat bulundu. Dolayısıyla Fethullah Gülen, 20 kadar polis, Hidayet Karaca’nın da içinde yeraldığı 32 kişi, suçu olmayan bir dini grubu sırf Gülen’i eleştiriyor diye terör örgütü ilan etti ve hapse attı. Bulunan bombaları da baskından bir gece önce o eve birkaç polis memuru koymuştu. Tüm bu sebeplerle Fethullah Gülen bir terör örgütü lideridir. Paralel Devlet Yapılanması (PDY) veya FETÖ olarak anılan bir terör örgütü vardır.
Evet, savcının iddiası bu yönde.
**
Gelin iki günlük bu yazı dizisinde işe iddianamenin sağlam olmayan kısımlarıyla başlayalım.
1) İddianamede çeşit çeşit ‘terör örgütü’ tanımı yapılıyor. Gülen cemaatinin Tahşiyeciler grubunu kriminalize etmek için yaptığı eylemler bu tanımlardan birine oturtulmaya çalışıyor. Fakat savcı kendisi de tam olarak başarıya ulaştığına ikna olmuyor. TCK’daki tanımına göre bir örgütün, terör örgütü ilan edilmesi için gereken şiddet ve cebir hususlarının sözkonusu duruma uymadığını fark ediyor ama şöyle bir çözüm buluyor: Evet, diyor, ‘Bu örgütte birebir şiddet ve cebir öğeleri bulunmasa da terör örgütüdür çünkü suçlu olmayan kişileri suçlu ilan edip hapse tıkarak insanları ‘terörize etmektedir. Sonra bir Fransızca sözlüğe referans veriyor: ‘Zaten terör korkutmak ve titretmek köklerinden türemiş bir kelimedir. Gülen cemaati yapılanması da çeşitli grupları korkudan titretir. O yüzden terör örgütüdür.’
İddianamedeki ifadeye dikkat: “Her ne kadar bu aşamaya kadar aktif cebir, şiddet içeren eylem ve işlemleri (bombalama, öldürme, yağmalama, kurşunlama ve sair) tespit edilmiş olmasa da özellikle emniyet genel müdürlüğü kadrolarının ve hassaten İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün etkin birimlerinde yapılanan örgütlü yapının emniyet birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanarak manevi cebir sayılabilir.”
Sevgili okurlar, takdir edersiniz ki, böyle ‘terör örgütü’ tanımı yapılamaz. İddianame dediğin bir fikir makalesi değildir, ceza kanunlarına ve delillere dayanmak durumundadır.
2) İddianame ‘Fethullah Gülen Terör Örgütü’nün kuruluşunu şöyle anlatıyor: “Erzurum-Pasinler-Korucuk köyü nüfusuna kayıtlı Ramiz ve Rabia oğlu 27.04.1941 doğumlu Fetullah GÜLEN, 1958 yılından itibaren çeşitli illerde imam ve vaiz olarak görev yapmıştır. 1970'li yıllara kadar Yeni Asya Grubu içerisinde yer alan Fetullah GÜLEN bu tarihten sonra İzmir Kestanepazarı Kuran Kursu'nda görev yaptığı dönemde çevresinde bulunan arkadaşları ile dini motifleri de kullanmak (istismar etmek) suretiyle örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturarak müstakil hareket etmeye başlamış, faaliyetlerini daha ziyade 13-18 yaş grubundaki öğrenci ve genç kesim üzerinde yoğunlaştırarak, teyp/video kasetlerine çekilen vaaz ve konuşmaları, sohbet toplantıları ve özellikle yaz kamplarında görüşlerini ulaştırdığı sempatizan grubu ile kendi adı ile anılan örgütünü kurmuştur.”
Bakınız bu tehlikeli bir bölüm. Zira iddianame bu kuruluş hikayesiyle, bir dini cemaatin içinde ‘organize eylemler yapan bir grubu’ itham etmiyor, bu cemaatin tamamını ‘terör örgütü’ haline dönüştürüyor. Bu durumda herhangi bir fikirsel, dini grubun tamamının keyfe keder biçimde ‘terörist’ ilan edilmesinin önü açılıyor, sözkonusu suçlarla hiç ilgisi olmayan inançlı insanlar töhmet altında kalıyor. unutuyorsunuz.
3) İddianamenin temelini Gülen’in talimatıyla hareket eden polislerin bir dini grubu (Tahşiyeciler) suçlu ilan etmek için yaptığı faaliyetler oluşturuyor. Bunların başında da Tahşiyeciler davasında sanık olanlardan birinin evine konulan bomba ve mühimmatlar teşkil ediyor. İddianame bu bombaların polisler tarafından sanığın evine konulduğunu söylese de bunu doğrudan kanıtlayamıyor ve bunu söylüyor: “Her ne kadar bu çalışma ve analizler sonucunda bomba ve mühimmatları ikamete koyan ve buna gözcülük yapan şüpheliler net olarak tespit edilememiş ise de, tüm birimleri ile bir biri ile uyumlu ve koordinasyon içerisinde çalışan tüm ülke çapında olduğu gibi İstanbul Emniyet Müdürlüğünün kadrolarında görev yapan şüpheli Fetullah GÜLEN'e bağlı paralel yapılı terör örgütü mensubu olan şüphelilerden iddianamede isimleri belirtilip bu aşamada tespit edilenlerin çok iyi hazırlanmış plan çerçevesinde hareket ederek bomba ve mühimmatları yerleştirmiş oldukları, bu sebeple aradan geçen 5 yıllık süreçte bombayı ikamete yerleştiren şüpheliye ilişkin kamera kaydı ve ses kaydı gibi doğrudan birincil nitelikli delillerin elde edilmesinin mümkün olmadığı...”
Hepimiz kabul edelim ki, bu “Her ne kadar”lı cümle müddei savcı açısından sorunlu bir durum yaratıyor.
4) Samanyolu TV Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın bu davada sanık olmasının sebebi Fethullah Gülen’in talimatlarını Tek Türkiye adlı diziye ‘yedirmesi’ ve bu talimatların dizi aracılığıyla polislere verilmesi iddiası. Samanyolu dizileri konusuna yarın daha detaylı değineceğim, şimdilik ‘talimatın diziyle verilmesinin tam olarak kanıtlanamadığını’ belirtmek isterim. Diziyi Cemaat tabanında algı yaratmak için kullanmak ayrı şey dizinin bir ‘terör örgütü’ için haberleşme aracı olması ayrı şey. Samanyolu dizilerinde hayli ‘tuhaf’ öğeler olsa da, özellikle sözkonusu Tek Türkiye’deki diyalogların doğrudan ‘örgüt talimatı’ kabul edilmesi için daha güçlü deliller gerekir.
5) İddianamenin ciddiyetini bozan bir başka unsur da daha önce de söylediğim gibi zaman zaman siyasi makale havasına bürünmesi. Gülen cemaatinin bir terör örgütü olduğunu kanıtlama gayretindeyken şu bölümün lüzumu nedir? “Örgütün bu tavrı yeni olmayıp 28 Şubat sürecinde de anti demokratik girişimler grubun medya organlarınca desteklenmiş ve dönemin hükümetini devirmeyi hedefleyen yayınlar yapılmıştır. Yine 1980 askeri müdahalesinin hemen ardından F. GÜLEN, Sızıntı Dergisi'nde yayınlanan yazısını ‘Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz’ diyerek sonlandırmıştır.” Bir hukuki iddianamede böyle bir ‘tıynet’ yorumu son derece anlamsız. Gülen Cemaati’nin 28 Şubat ve 12 Eylül’de takındığı tavır ile Tahşiyeciler davası arasında somut bağ kurmak abesle iştigaldir. Bir siyasi parti liderinin propaganda malzemesi olabilecek cümlelerin hukuk metninde yeri yoktur.
Yarın Gülen Cemaati iddianamesinin ‘sağlam’ bölümleriyle devam edeceğiz.