Türkiye’nin ‘mukadderatı’

Son dönemde ülkede ve yakın coğrafyamızda olup bitenlerin üstüne, bir de dostu Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, belli ki Erdoğan’ın neo-Osmanlı kanını epeyce ısıtmış. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine karşıtlıklarını baştan beri saklamayan, devletin kurucu iradesiyle sorunlu olan iktidardaki anlayışın en tepedeki temsilcisi diyor ki “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz.”

Son dönemde ülkede ve yakın coğrafyamızda olup bitenlerin üstüne, bir de dostu Trump’ın ABD başkanı seçilmesi, belli ki Erdoğan’ın neo-Osmanlı kanını epeyce ısıtmış. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine karşıtlıklarını baştan beri saklamayan, devletin kurucu iradesiyle sorunlu olan iktidardaki anlayışın en tepedeki temsilcisi diyor ki “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz.”

1980 askeri darbesinden beri Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürüklemek için var güçleriyle mücadele edenler, nihayet bu emellerine oldukça yaklaşmış (belki de ulaşmış) görünüyorlar. Ancak bu yürüyüşün Şam’da sona ereceğini ve Türkiye için kazanım olacağını düşünenlerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını düşünüyorum.

Çünkü bu coğrafyanın geçmiş zamanlarında kalıcı zaferler olmadığı gibi, yakın geleceğinde de olmayacaktır. Ortadoğu’nun tarihi, sürekli istikrarsızlık ve sürpriz gelişmeler tarihidir. Bu coğrafyada hiçbir gecenin, öngörülebilir, berrak bir sabahı yoktur.

TARİHTEKİ DERS

Bir an için, içteki neo-Osmanlıcıların hayallerinin gerçekleştiğini varsayalım. Bunun sonucunda elde edilecek olası kazanımlar nelerdir? Petrol, doğalgaz, toprak, nüfus, ihale, para, şan, hilafet... Peki, bunların karşılığı neyle ödenecek? Kan, can, gözyaşı, ülke bütünlüğü, barış, cumhuriyet...

Elbette tarihi nasıl okuduğunuza ve fotoğrafa nereden baktığınıza göre görüntü de değişir. Ama son kertede çocuklarımızın yaşamları pahasına yazılacak tarihi, birileri kahramanlık destanı olarak okusa da geleceğe kalacak olan gerçek tarihi bu halk yine Yemen türkülerinden okuyacaktır.

Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde, 600 yıllık imparatorluğun tekne kazıntıları tarafından ülkemiz parça parça emperyalist saldırganların ziyafet sofralarına sunulurken Trablusgarp’tan Yemen’e, Sarıkamış’tan Çanakkale’ye, Maraş’tan Sakarya’ya, Afyon’dan İzmir’e tüm ülke topraklarında kanları oluk oluk akan, canları sıra sıra toprağa düşen yoksul halk çocuklarıyla omuz omuza çarpışan ve onların acılarının tanığı olan Cumhuriyetin kurucuları, barışı boşuna temel ilke yapmadılar elbette. Bu ilke, “Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” anlayışına dayanmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşuyla taçlanan büyük Anadolu direnişi de bu meşruluktan doğan güçle kazanılmıştır.

“Ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız” cümlesiyle bir zorunlulukmuş gibi sunulan, aslında 100 yıllık Lozan hakkındaki safsataları deşifre olan ve en önemlisi Cumhuriyetin 80 yıllık birikimini hesapsızca (veya hesaplı şekilde) 20 yılda harcayan Neo-Osmanlıcıların, yoksul halkın sofrasına koyduğu yeni bir “İçi boş tatlısı”ndan başka bir şey değildir. Emperyalist odaklarla iyi geçinildiği sürece, iç kamuoyu bu masalla epey oyalanır da... Sonrası? “Reis” ömür boyu yetkiyi alsın da... Sonrası mukadderat!

AV. ABDURRAHMAN BAYRAMOĞLU

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/turkiyenin-mukadderati-av-abdurrahman-bayramoglu-2286311