21. Yüzyılda gündemi izlemek bile çok zorken ona dair bir şeyler yazmak daha da zor. O yüzdendir ki bu hızlı değişime uygun olarak daha kısa ve anlık tepkiler verilebilen sosyal medya, günümüzün en gözde iletişim aracıdır. O da okyanusa atılan şişe misali etkili…
Oysa yazmak bir üretim olduğu kadar tüketimdir de… İnsan kendisi için yazar. Arada bir Postacı çıkar atar birkaç sözcüğü cebine. Gerisi bulut olur.
Korona arasında yargı dünyası ve özelde avukatlık çevresinde gelişen bir konuya ilişkin aklımdan geçenleri paylaşmak istiyordum. Ama çağın hızına yetişemedim.
İlkin İstanbul Barosu avukatları ve gazeteci Mine Kırıkkanat’ın içinde olduğu bir etik tartışması yaşandı. Korona dolayısıyla tatile çıkmış olduğunu sandığımız İstanbul Barosu yönetim kurulu Pazar günü toplanarak, ya da toplanmış gibi yaparak zehir zemberek bir açıklamayla gazeteciye ‘haddini bildirdi’.
Avukatın iş seçme özgürlüğü olduğu ve aldığı işlerden dolayı kınanamayacağı, ama baktıkları bazı davaların kamuoyunca bilinmesi için özel gayret gösteren avukatların eleştirilmeye de hazır olmaları gerektiği kanısındayım.
Gazeteciyi kendi üslubunca yanıtlamaya çalışan sayın Kocasakal, duruşmaya yetki belgesiyle girdiğini, vekaletnamesinin olmadığını, sanığın değil avukatın vekili olduğunu ve ‘sevimli diktatör’ sözünün, yazının arkasındakinin kimliğini ortaya koyduğunu eklemiş.
Vekaletname konusunda diyebileceğim şu; cahilliğimize verin sayın başkan.
Ama Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu toplantısında, RTE’nin diktatörlüğü ile ilgili bir konuşma sırasında bizzat kendisi tarafından büyük bir keyifle ve adeta övünerek söylenmiş olan “Ben de diktatörüm. Ama sevimli bir diktatörüm.” özdeyişini anımsamamasını başkanın unutkanlığına yoruyorum. Tıpkı Adalet Yürüyüşüne katılma çağrılarını, “Ben Atatürk düşmanları ile yan yana yürümem.” diyerek reddederken, yönetim kurulu üyesi olarak iki yıl baroda kimlerle aynı masada oturduğunu unuttuğu gibi.
Söz uçar yazı kalır. (*)
***
Sonra Ankara Barosu ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasına başlayıp, Saray, TBB ve Baroların etrafında süren bir çatışma…
Ankara Barosu insan haklarını savunmak bağlamında, devlet memuru olan Diyanet işleri başkanına Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğunu anımsatması dolayısıyla uğradığı linç karşısında birçok baro ve avukat desteğini açıklarken, “Dünyanın En Büyük Barosu” ve kaledekilere göre “Atatürkçülüğün Son Kalesi” nedense son kalenin sevimli diktatörünü savunmakta gösterdiği cansiperane tutumun hayli uzağında kaldı.
Nihayet Baroların da içinde yer aldığı meslek kuruluşlarının, seçin sistemleri ve yasal konumlarının değiştirilmesi gündemin başat maddesi haline geldi. Şimdi Saray ve TBB başkanı kendilerine muhalif baroları susturmak ve dağıtmak istiyor. Önce 4 TBB yönetim kurulu üyesi sonra da İstanbul Barosu ve 52 Baro ortak basın açıklaması yaptı.
Büyük başkan doymuyor!
Küçük başkanları yiyecek!
***
Cezaevlerinden sistemin ‘iyi’ çocukları çıktı. Gazetecisi, sanatçısı, avukatı ve bilumum aykırı düşüne kesim, kısaca sistemin ‘kötü’ çocukları içerde kaldı. Dışarıdakiler de içeri tıkıldı apar topar…
Korona günlerinde ölümler kanıksandı. Giderek sayılara ve sonra da skorlara dönüştü insan ölümleri…
Ve türküleriyle yüreğimize dokunan bir sanatçı daha öldü ölüm orucunda…
İstanbul Barosu mensubu iki avukat da ölüm orucunda ölümü bekliyor.
Ve Fethullah Gülen muhibbi eski bir şarkıcının, sonradan türbanlı karısı bir televizyon programında; “15 Temmuzda hevesimiz kursağımızda kaldı. Liderimizi yedirtmeyiz. Bizim aile en az elli kişiyi götürür. Hazırlıklıyız. Zaten bizim sitede listeme aldığım kişiler var. Ayaklarını denk alsınlar.” dedi.
Karşısındaki de rolün cazibesine kapılıp ‘muhteşem’ bir tuluat yeteneği sergileyerek; “Ayak yetmez. Dört ayaklarını denk alsınlar.” diye mesajı tebliğ etti.
Sözün bittiği yerdeyiz dostlarım…
Av. Abdurrahman Bayramoğlu
13 Mayıs 2020 – Ay Sokağı
(*) Bunları yazmışım.
Son Kalenin Sevimli Diktatörühttp://www.yeniyaklasimlar.org/?d=10539
Koca Koca Laflar Etmeden Önce http://www.yeniyaklasimlar.org/?d=10605