Yıl 1994, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü, fiyatların ayda 313 milyon kat arttığı, beş Nisan kararlarının alındığı ve yürürlüğe konulduğu sancılı bir yıl. Henüz 7 yada 8 yıllık genç bir avukat, Şişli Sulh hukuk mahkemesinde davacı vekili sıfatı ile bir savunma yapar.
O güne kadar kira artışlarında uygulanan yöntem "emsal kira" olduğu halde, hukuka olan inancı ve bağlılığı sebebiyle, ekonomik istikrarsızlığın herkesi eşit derecede etkilediğini de düşünerek, müvekkilin (sırf beklentisi değil) haklı beklentisi lehine, kira artış talebine dair savunmasını, o güne kadar süregelen teamülün aksine, "hak ve nesafete" dayandırır.
Genç hukukçunun bu savunması, cübbesi omuzunda lakayt tavırla duruşma yapan hakimi çileden çıkarır. Duruşma sırasında, duruşmayı izleyen diğer meslektaşların da huzurunda "Hak ve nesafeti de nereden çıkarıyorsun, size üniversitede hukuk öğretmiyorlar mı, yoksa burada hukuku biz mi öğreteceğiz?" diyerek, meslektaşı küçük düşürme maksadı ile, adeta azarlar.
Genç meslektaş, hakimin bu saldırgan tutumuna rağmen geri adım atmaz, mevcut ekonomik istikrarsızlığın herkesi eşit derecede etkilediğini ve böylesi durumlarda, fedakarlıkların denkleştirilmesi ilkesine göre, kira artış taleplerinin emsale göre değil, hak ve nesafete göre tespit yapılması gerektiğini, soğukkanlılıkla delillendirip, "eğer farklı bir görüşünüz varsa, bunu kararınızda belirtebilirsiniz" deyince, adeta küplere binen hakim "bu şartlar altında duruşma yapamayacağım" diyerek, duruşma salonunu boşaltır ve sakinleşebilmek için odasına çekilir.
O günün akşamı, bu genç meslektaşımız, haklı olduğuna inandığı duruşma sırasındaki savunmasına karşı, kendisine yaşatılan bu duygusal şidetten kaynaklı gerginliğin de etkisi ile, duygu ve düşüncelerini, tek sayfalık bir makaleye dönüştürerek, ertesi gün, faaliyetlerine katıldığı baronun komisyonundaki meslektaşları ile paylaşır ve geçen 0tuz yıla rağmen güncelliğini yitirmeyen makalesini kayıtlara geçirir. Makalenin başlığı ise "Savunmayı Savunma"dır. (meslektaşımız, otuz yıl önceki bir tavsifin avukatlar ve barolar tarafından, yaygın kabul görmüş olmasının da gösterdiği üzere, "savunmayı savunma"nın kişiye özel olmadığını, aslında bu kavramın her avukata ait "Anonim" bir kavram olduğunu belirtmiştir.)
Otuz yıl önce doğaçlama şekilde ortaya çıkan, tüm Türkiye barolarının biraraya gelerek, bu kavram üzerinden, bir hafta boyunca üzerinde tartışma başlıkları açtığı "Savunmayı savunma kavramının köken bilgisi, diğer bir ifade ile etimolojisi" işte gerçekten yaşanmış olan bu olaydır.
Anonim bir kavram hakkındaki yukarıdaki açıklamalar, eğer savunmayı savunmanın mikro ölçeği ise, aşağıdaki açıklamalar da savunmayı savunmanın makro ölçesi olsa gerek. Şöyle ki;
En gencinden en kıdemlisine, biz avukatlar, meslek yaşamımız boyunca, adliyelerde olsun, resmi kurumlarda olsun, bireysel olarak karşı karşıya kaldığımız, savunmayı savunma durum ve vakalarının, münferid olaylar olduğunu zannederken, son malum vaka ile gördük ki, sadece biz avukatların değil, bize ruhsat veren, bizi temel hukuki ve evrensel değerler paydasında biraraya getiren, aidiyet duygumuzu karşılayan, mesleki birlik ruhunun vücut bulmuş hali olan baro yönetim kurulu yönünden de, savunmayı savunmak gerekliymiş.
İstanbul Barosu hakkında açılan dava sebebiyle, kanaatim o ki, artık savunmayı savunmanın bir üst mücadele seviyesine geçmiş durumdayız. İstanbul Baro Yönetim kurulu üyelerinin görevden alınması ile ilgili olarak başlatılan hukuk dışı süreç de göstermiştir ki, Avukatların ve baroların, görevlerinden ötürü yargılanmaları süreci, biz avukatlar ve barolar yönünden, yürütmenin bir kolu olan Adalet Bakanlığının iki dudağı arasında bırakılamayacak kadar önemli ve değerli bir süreçtir. Zira, yürütmenin bir kolu olan Adalet bakanına verilen izin yetkisi, sorgusuz sualsiz, "Şu yargılansın, bu yargılanmasın" keyfiliği ile kullanılmaya son derece açık, bu hali ile, baroları, avukatları ve sonuçta toplumu savunmasız bırakmaya elverişli tarzda kullanılabilecek bir yetkidir. Adalet Bakanının yargılansın dediği avukat hakkında mutlaka iddianame düzenlenmekte, yargılanmasın dediği avukatın dosyası bir daha açılmamak üzere kapatılmaktadır. Daha düne (yakın zamana) kadar, yargılanmaya izin kararları İdare mahkemesine bile götürülemiyordu. Sonuçta bir avukatlar bir kurum (Adalet Bakanlığı) tarafından himayeye mazhar olmak değil, Hakim savcılar ile eşit bir hukuki güvenceye kavuşmak istiyoruz.
Sonuç olarak avukatların, görevlerinden ötürü hukuka aykırılık iddialara dair yargılanmalarında, adalet bakanlığının izin yetkisi gibi keyfi kullanıma açık bir prosedüre göre değil, bir gün bu ülkede hukuk güvenliği sağlandığında, gerekli yasal değişiklikler yapılarak, avukatlar ve Barolar da Hakim ve savcılarla aynı prosedüre tabi tutulmalı, (İzin tanımı yanıltıcı olup, aslında bu bir direktiftir. Zira, yargılama görevi ifa eden avukatın yargılanması veya yargılanmamasının taktiri Adalet bakanının insafına terkedilmiştir. Yargılama görevi yapan statüsüne sahip olmadıklarına göre, elbette noterler 13 no'lu genelge kapsamında kalmalıdır.) mesleğin icrası ile ilgili suç isnadlar karşısında, tıpkı hakim ve savcılar gibi, cezalandırılma, meslekten uzaklaştırma veya aklanma prosedürüne tabi tutulmalıdır.
Bunun sağlanabilmesi de, yeni yasal düzenlemelerle, Adalet Bakanı HSK bünyesinde kalacaksa TBB de olmalı, savcılara karşılık olarak da, Türkiye genelinde aktif çalışan, sahada, avukatların neler yaşadığını bilen avukatların oyu ile seçilen (AVHSYK bünyesindeki hakim ve savcı sayısı kadar) avukat da, AVHSYK'da yer almalıdır.
Av.K.md.58-59 ile 77/5 maddeleri ilk fırsatta AY mahkemesine taşınmalı, savunma dokunulmazlığını önceleyen yeni düzenlemelerle HSK, AVHSYK olarak yeniden düzenlenmelidir. Böylece, gerek avukatların ve gerekse Baroların, görevlerinden ötürü yargılanma süreçleri yürütmenin keyfine ve insafına terkedilmemiş, aksine, yetkin hukukçuların güvenilir ellerine teslim edilmiş, kürsüdeki marangoz hatası da böylece giderilmiş olacaktır.
Bir üst paragraftaki (kişisel görüşümü yansıtan) çözüm önerisi dışında, çok daha güçlü fikirlerin ortaya çıkabileceğini kuşkusuz öngörebilmekle birlikte, günümüzde içi içe geçmiş kuvvetler birliğinin yarattığı çetin şartların, bize ısrarla bir değişimi dayattığından hiç şüphem yoktur.
Sonuçta, bu bakış açısına uygun olarak, Kuvvetler ayrılığı noktasında gerçekleştirilecek olan bir iyileştirme, öncelikle "savunma dokunulmazlığı"na, devamla "yargı bağımsızlığı"na ve "tarafsızlığı"na hayat verecek, bu sayede sağlığına kavuşacak olan "hukukun üstünlüğü" sayesinde, hem tüm hukukçular hem de toplum olarak, "hukuk devleti"nin nimetlerinden hep birlikte yararlanabilecek ve aynı zamanda, gelecek nesillere de nispeten sağlıklı bir hukuki atmosfer bırakmış olacağız.
Yargının üçlü sacayağıdan birisi olan savunma da, hakim ve savcıların tabi olduğu eşit şartlara tabi tutulacağından, gerek barolar ve gerekse avukatlar, "savunmayı savunma"ya daha az ihtiyaç duyacak, buna karşılık daha çok hukuk yaratmaya zaman ayırabilecektir. Makalenin başlığında kastedilen Savunmayı savunmanın sıfır noktasından kasıt, AVHSYK'nın teşekkül ettirilmiş olmasıdır.
Yukarıda bahsi geçen düzenlemeler yapılamadığı sürece, yürütmenin bir kolu olan adalet bakanının verdiği veya vermediği izne göre, avukatların ve baroların yargılanmasına veya yargılanmamasına karar verilmesinin, mevcut hali ile devam ettirilmesi halinde, daha çok uzun yıllar savunmayı savunmaya mecbur kalacağız demektir. Adalet Bakanlığının gölgesi altında oluşturula bu hukuksuzluk ve avukatlararası eşitsizlik mutlaka düzeltilmelidir. Zira bir yanlış, uygulanagelmekle kıdem kazanmaz, aksine müzminleşir.
Saygılarımla.
01.04.2025
Avukat.Sami AKDAĞ