Geçen yıllarda ekonomi konusunda fikirlerine değer verdiğim, sizin de sevdiğiniz bir abimiz yeni yazdığı bir köşeyazısını basılmadan önce bana gösterdi. “Ne dersin?” diye sordu. Yazıyı alıp okudum. Yazıda Türkiye’deki bütün ekonomik verilerin artık tek bir referans ile hareket ettiği, onun da adının Recep Tayyip Erdoğan olduğu anlatılıyordu. Üstadımız son derece ilginç örnekler yakalamıştı. Normal şartlarda bir ülkenin ekonomisini yıkmasa da sarsması gereken değerlendirme notları, büyüme verileri veya somut pek çok veri Başbakan Erdoğan’ın tek bir ‘güven verici’ demeciyle rafa kaldırılıyor ve ekonomi tıkır tıkır yoluna devam ediyordu. Yazı, Başbakan’ın güvenilirlik endeksini göstermesi açısından önemliydi. Ancak moda deyişiyle büyük resme baktığınızda ortada demokratik bir ülke ile çelişen pek çok veri ve garip bir psikolojik hava oluşuyordu.
Bu yazının yanlış anlamalara yol açabileceğini söyledim. Üzerine uzun uzun tartıştık. Yazıyı ‘şimdilik’ yayımlamamaya karar verdi. Aradan bunca yıl geçtikten sonra geçen gün ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’in gazetecilerin sorduğu bir soruya cevap verirken kullandığı sıradan bir cümle, bizim üzerine düşündüğümüz, hatta yazmaya çekindiğimiz bir şeyin dışarıdan artık nasıl da normal algılandığını gösteriyordu. Dempsey PKK’lılara yönelik operasyon teklifine Türkiye’nin cevabıyla ilgili bir soru sorulduğunda cevabına “Orası Erdoğan’ın ülkesi olarak...” diye başlıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni adı, yeni tanımlanmasının özeti bir cümlecik!
Bugün Türkiye’de beğenelim ya da beğenmeyelim bütün çıpalar Recep Tayyip Erdoğan üzerine atılıyor. Başbakan’ın şahsen ilgilenmediği, çözüm için ‘el koymadığı’ bir mesele kalmadığını hepimiz biliyoruz.
Mahkemeler İstihbarat Teşkilatı’nın takma isimler ile gazetecileri dinleyip dinlemediğini araştırmak için Başbakan Erdoğan’ın izniyle çalışıyor. Türkiye’de yerel seçimler Başbakan Erdoğan daha rahat cumhurbaşkanı seçilebilsin diye bir yıl öne çekilmeye çalışılıyor. Başbakan Erdoğan isterse CHP pazartesi günü Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak için her zamanki gibi Ankara’da yürüyebilecek. Başbakan Erdoğan isterse açlık grevleri bitecek, Öcalan’a tecrit kaldırılacak. Başbakan Erdoğan isterse anayasa değişecek, istemezse değişmeyecek.
Evet, ne yazık ki ABD Genelkurmayı Başkanı çok haklı.
Her şey Başbakan’ın iki dudağının arasında bir ‘Erdoğan’ın ülkesinde’ yaşıyoruz nicedir.
Anketlere bakarsak bu durumdan Türkiye’nin % 50’sinin şikâyetçi olduğu söylenemez.
Ah bir de şu geriye kalan ve bu durumun demokratik bir ülke için hiç de sağlıklı olmadığını düşünen % 50 olmasa, siz asıl o zaman görecektiniz ülke nasıl yönetilir!
Kapalı kapıların ardında kalan sorular
* ABD Genelkurmay Başkanı’nın söylediği sözlerin devamı da ilginç. ABD Ankara Büyükelçisi’nin ortaya attığı, “Türkiye’de PKK’nın Kandil kanadına Bin Ladin tarzı operasyon düzenleyelim teklifimizi kabul etmediler” sözü de çok önemli. Eğer gerçekten ABD istihbarat paylaşımının ötesinde somut olarak Kandil’e bir operasyon düzenlemeyi teklif etti ve Türkiye tarafı bunu kabul etmediyse bunun tek bir anlamı var; Türkiye Kandil ile daha büyük bir pazarlığın içinde. Yani bir tarafta Başbakan Erdoğan BDP’lilere hakaret ededursun, diğer yanda Başbakan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan PKK lideri Öcalan’ı köşeyazısında ‘soytarı’ olarak tanımlasın, fark etmez. Hükümet ancak kafasında başka ve daha büyük bir pazarlık varsa böylesine bir teklifi geri çevirmez.
Diyelim gizlice kapalı kapılar ardında pazarlık yapılıyor; peki, o zaman bu açlık grevi neyin nesi oluyor? Bunca kişi ölüm sınırına adım adım ne uğruna gidiyor? Eğer bir görüşme var ve bunu Kürtlerin önde gelenleri açlık grevindeki Kürtlerden gizliyorlarsa bu vebalin altından onlar da gelecekte kalkamaz. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş geçen gün kesinlikle hükümet ile bir gizli görüşmenin olmadığını söyledi.
Doğru mu?
Doğruysa yine aynı soruya dönüp bu sefer başka bir soru sorabilmeliyiz.
Eğer Demirtaş’ın söyledikleri doğruysa hükümet PKK ile mücadelede ABD’nin böylesine büyük, önemli ve cömert sayılabilecek teklifini neden elinin tersiyle bir kenara itti? Birilerinin bu soruları net bir şekilde açıklaması gerekmiyor mu?
Bu soruları sorması gerekenler sembollerin peşinde koşturmaktan bir türlü gerçek soruları gerçek muhataplarına sormaya zaman bulamıyor. Bugün Türkiye bir ‘Erdoğan’ın ülkesine ya da R.T.C.’ye dönüştüyse inanın bunda tek suçlu Erdoğan değil...
* Bakın, bir pazar günü daha hakara makara konulara sardırmak yerine siyasetin ortasında, cevapsız soruların arasında sıkıştık kaldık. 58 cezaevinde 600 mahkûm ölüm orucunda gün sayarken başkasını yapmak inanın içimden gelmedi. Böylesine bir tablo karşısında, nerede nasıl kutlarsanız kutlayın, hiçbirimize bayram yok.
Sevdiklerinizle mutlu pazarlar.
Radikal/Cüneyt Özdemir