Cumhuriyet Bayramı, 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyetimizin her yıl kutlandığı, kutlamalarının bir bayram sevinciyle ve coşkuyla yapıldığı, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün saygıyla ve özlemle anıldığı resmi bayramlarımızdan ve en özel, en anlamlı günlerimizden biridir. Aynı zamanda 29 Ekim günü ile öncesi 28 Ekim günü saat 13.00’ten itibaren toplamda 1,5 gün resmi tatil günlerindendir.
Bilindiği üzere; Başkomutanlık Meydan Muharebesi, 30 Ağustos 1922 tarihinde büyük bir başarıyla sonuçlanmış ve kurtuluş mücadelesi, kesin ve kalıcı bir zafere ulaşmıştır. 1 Kasım 1922 tarihinde saltanat kaldırılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalanarak, yeni Türk Devletinin bağımsızlığı kabul edilmiştir. 13 Ekim 1923 tarihinde de Ankara, yeni kurulan Türkiye Devletinin hükümet merkezi ve başkenti olmuştur.
20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'na, Atatürk tarafından "Türkiye Devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir" ifadesi eklenmiş ve devamı üç madde değişiklikleri ile "Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin ayrıldığı idare kollarını Bakanlar vasıtasıyla yönetir." hususları kabul edilmiştir. Yapılan bir diğer anayasa değişikliği ile “Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır" ifadesi kabul edilmiş ve artık yeni kurulan devletin hükümet şekli, Cumhuriyet olmuş ve ilk cumhurbaşkanımızın, kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk olması uygun görülmüştür. “Yaşasın Cumhuriyet” alkışlarıyla kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu değişiklikleri sonrası cumhurbaşkanlığı oylamasında, oylamaya katılan 158 kişinin oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” kuralı, devlet yönetiminde en temel yerini almıştır. Artık milletvekilleri, milletin seçtikleri vekilleri olmakta, ancak asıl egemenlik millette kalmaktadır.
Görüldüğü üzere Cumhuriyetimiz, çok büyük zorluklarla kurularak bugünlere gelinmiştir. Düşman askerlerinin yurdumuzdan atılması ile Kurtuluş Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkılmış ve bağımsızlığımız ilân edilmiştir. Yönetim şeklimiz de Cumhuriyet olarak kabul edilmiştir. Milletin evi, başkent Ankara'da bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak belirlenmiş ve hakimiyetin millette olduğu ifade edilmiştir.
Peki “Cumhuriyet” nedir? Cumhuriyet, bir yönetim şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhuriyet; egemenliğin millete ait olduğu ve bu egemenliğin, millet tarafından belirli süreler için seçilen milletvekilleri aracılığıyla kullanıldığı yönetim şeklini ifade etmektedir. Başka bir tanımlamayla, Cumhuriyet, devlet başkanlığının babadan oğula geçmediği ve veraset yoluyla intikal etmediği yönetim biçimidir. Bu yönetim biçiminde milletvekilleri seçimle işbaşına gelmektedir. Ancak millet tarafından seçilmeleriyle bu temsil faaliyetini yerine getiren milletvekilleri, başta anayasa ve yasalar olmak üzere tüm mevzuat hükümleri ile doğrudan bağlı olmaktadır. Yalnızca milletvekilleri değil, cumhurbaşkanı da yürürlükte olan hukuk kurallarının tümüyle bağlı olup, hukuka uygun davranış sergilemekle ve hukuk kurallarını tanımakla yükümlüdür. Başta anayasa olmak üzere doğrudan hukuk kurallarından alınan bir yetkinin, hukuka aykırı kullanılması mümkün olmayıp; ülkenin, milletin beklentilerine ve menfaatlerine uygun şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Zira milletin evi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde alınan kararlar, doğrudan milleti bağlayacağı gibi bir milletin kaderini de pek tabi etkileyecektir. Ancak gerçekte durum nasıldır? Ne yazık ki gerçekte durumlar, açıklandığı gibi değildir. Zira günümüz uygulamasına bakıldığında; milletvekillerinin üzerine düşen yükümlülükleri ve sorumlulukları yerine getirmedikleri ve kendilerine oy veren koca bir ulusu hayal kırıklığına uğrattıkları, vatandaşın istek ve beklentilerine yanıt vermedikleri, hatta meclis çatısı altında yumruk yumruğa kavga ettikleri görülmekte, bu durum da halkı üzmekte ve gençlerimiz ile yeni nesillere son derece kötü örnek olmaktadır. Millet adına anayasal ve yasal düzenlemeler yapma yetkisine sahip olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, anayasal ve yasal düzenlemeler yaparken; Türk Milleti adına karar veren Türk hakimleri de, yargısal kararlar verirken; elbette en başta ülkesini, vatanını ve milletini düşünerek hareket etmekle yükümlüdür. Başka bir ifadeyle; meclis üyeleri ve hakimler, yürürlükte olan hukuk kuralları ile kendileri de doğrudan bağlıdır. Meclis üyeleri temsil faaliyetlerini yerine getirirken, oylarını aldıkları vatandaşların güvenlerine uygun tutum ve davranış sergilemekle yükümlüdür. Mahkeme hakimleri de, verecekleri her kararda hukuk kurallarına uygun şekilde hüküm tesis etmekle yükümlü ve bunun yanı sıra da elini vicdanına koyma ve vicdan muhasebesi yapma zorunluluğu altındadır. Aksi halde devletin üç erkinden ikisi olan yasama ve yargıda hukuksuzluklar ve büyük usulsüzlükler görülecek ve devletin bekası, gelişmişlik düzeyi ile halkın yasamaya ve yargıya duydukları güveni, yaşanan tüm bu olumsuzluklardan doğrudan etkilenecek ve halkta, yasama ile yargıya büyük güvensizlik ve haklı tepkiler oluşacaktır. Bu kapsamda Cumhuriyetimizin ne denli zorluklarla kurulduğu ve bugünlere kadar geldiği dikkate alındığında; aynı zamanda kendileri de bu ülkenin birer vatandaşı olan ve doğrudan millet tarafından seçilerek milletin evine gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin; milletin de doğrudan bir parçası olduğu ve halen içinde yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, başında bulunan cumhurbaşkanının ve hukuka bağlılık yemini ederek görevi başına gelen ve hukuksuzluktan bizatihi kendisi de uzak durması, hukuksuzlukların karşısında olması gereken (!), hukuk kuralları ve vicdanı doğrultusunda hüküm tesis etmekle yükümlü olan hakimlerin, Cumhuriyetin gereklilikleri ve taşıdıkları sıfatları gereği, görevlerinin üstesinden layıkıyla gelmesi gereklidir. Ancak öncesinde de belirtildiği üzere, elbette söz konusu hususlar, olması gereken ve ideal olanları kapsamaktadır. Ne yazık ki ülkemizde gerçek durum ve tüm olan bitenler, anlatıldığı ve açıklandığı gibi değildir. Olan ile olması gerekenin sıklıkla birbirinden ayrıldığı ve zıt istikametlere doğru yol aldığı dönemlerin en zor yıllarına tekabül eden bu son zamanlarda, olanla olması gerekenin bir arada bulunmasını ve tek vücut olmasını umut etmekte ve bunun yalnızca bir umut olarak kalmaması ile yakın zamanda gerçekleşmesini temenni etmekteyiz.
Her zaman kalbimizin en güzide başköşesinde yer alsa da, gününün anlam ve önemine binaen; Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, sevgi, şükran ve özlemle yeniden anıyor ve öneminin kavranması, değerinin ve kıymetinin bilinmesi ile her yıl coşkuyla kutlanması gereken Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetimizin kuruluşunun 101. yılını heyecan ve sevinçle kutluyoruz.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun..
LL.M. Av. Uzm. Arb. AYŞEN GÜZEL