ABD’ye karşı Erdoğan’ı desteklemek

Kaderin cilvesi

NATO'nun, Norveç'te gerçekleşen Trident Javelin tatbikatı esnasındaki bir simülasyonda Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın düşman olarak hedefe konulmasını personel hatası olarak geçiştirmek bizce saflık olur.

Türkiye ABD ilişkilerinin Erdoğan yüzünden kötüleştiğini düşünmek saflık ötesi ağır bir hatadır.

Çok basite indirgeyerek geçmişe şöyle bir göz atalım:

Irak krizi sırasında hükümet tarafından 25 şubat 2003'de TBMM’ye sunulan ve tam adı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi yapılan oylamada salt çoğunluk sağlanamadığı için ret edildi.

ABD askerleri kuzey Irakta Türk askerlerinin başına çuval geçirildi.

Daha sonraki aşamalarda Ordu içerisindeki yurtsever subayları etkisiz hale getirmek için Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Askeri Casusluk gibi kumpas davaları yürürlüğe konuldu.

2012 de MİT müsteşarını tutuklama girişimi, 17-25 Aralıkta yargı darbesi girişimleri sahneye konuldu. Ve nihayet 15 Temmuz Darbe girişimi.

ABD neden Türkiye’yi hedefe koydu?

Çok basit bütün gayretlerine rağmen Türkiye’yi Ortadoğu’da istediği gibi kullanamadığı için.. Bu kadar basit.

ABD emperyalizmi şimdiye kadar hiçbir ülkeye, hiçbir halka bağımsızlık, özgürlük ve refah getirmemiştir. Tam aksine özellikle bizim coğrafyamıza kan, göz yaşı, mezhep ve etnik çatışmaları getirmiştir.

Necdet Saraç ABC’deki yazısında Solcular NATO konusunda da hep haklı çıktılar! başlığı altında diyor ki;

“NATO kuruluşundan itibaren sola, sosyalizme, komünizme karşı, ama esas olarak barışa karşı bir “savaş örgütü” oldu. 70 yıldır bu hiç değişmedi…

Solcular bunu hep gördüler ve itiraz ettiler…
Hiç “yanılmadılar, kandırılmadılar” ve hep haklı çıktılar…
Sonuç onlar için hep aynı oldu: Soruşturma, tutuklanma, saldırı ve ölüm...
Buna rağmen hep “NATO’dan çıkalım, Amerikan üstlerini kapatalım, savaş değil barış olsun” dediler. Rüzgara göre hareket etmediler…

Solcular her fırsatta, “Barış öldürmez birleştirir, savaş öldürür ve böler” derken, 1950’lerde ülkeyi Menderes yönetiyordu…
Sonra ülkeyi onun “siyasi akrabaları” yönetmeye başladı…
1960’larda Demirel, 1980’lerde Evren ve Özal, 2000’lerde Erdoğan…

Gerçek bu…
Gerisi lafı güzaf!”

Şimdi Erdoğan bizim bulunduğumuz yere gelmiş, ne diyelim kaderin cilvesi.

Peki biz ne yapacağız? Erdoğan hayır sen NATO ve ABD karşıtı olamazsın mı diyeceğiz?

Ya da fırsat bu fırsat, ABD ve NATO Erdoğan’ı hedef almışken biz de bütün gücümüzle Erdoğan’a karşı Emperyalist cephede mi yerimizi alacağız?

Bunlar çok açık ve net sorular.

Hayır, asla biz bizim tarafta olacağız ama şunları da unutmayacağız:

16 Şubat 1969’da 6. Filo’ya karşı namaz kılıp ardında 6. Filo’yu protesto için Taksim Meydanı’na akın akın gelen on binlere saldıran kanlı pazarı yaratanların başını çeken İsmail Kahraman’ın yeniden TBMM’si başkanlığına aday gösterildiğini,

Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk ve Kuvayi Milliye kuvvetleri için ölüm fetvasını kaleme alan Mustafa Sabri’nin adının Tokat’ta yeni açılan bir imam hatip lisesine verilmesini,

Laikliğe karşı girişimleri,

Dindar nesiller yetiştireceğiz diye okullara Sünni eğitimin getirilmesini ve Türkiye’nin çimentosu olan laikliğin hedef alınmasını…

Kısaca Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ve getirdiği değerlerin hedef alınmasını unutmadan biz bizim tarafta, olduğumuz yerde olmayı tercih edeceğiz.

YİRMİNCİ ASRA DAİR

— Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...

— Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...

— Yüz yıl sonra, sevgilim...

— Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...

Nazım Hikmet 12.11.1941

Av.Rahmi Ofluoğlu