PARA-META-PARA
MUSTAFA SÖNMEZ
Yeni bir şehir efsanesi boy attı. Türkiye eksen kaydırıyor. Duy da inanma. Kim kaydırıyormuş ekseni? Dış krediden yabancı sermayeye, ihracattan ithalata ağırlıkla merkez ülkelere bağımlı, onların inisiyatifinde gelişip onların dağıtımına itiraz etmeden rolüne boyun eğen ve bunu esnetme şansı, gücü de olmayan bir çevre kapitalizminin neoliberal muhafazakâr hükümeti mi?..
Taha Akyol, 11 Haziran tarihli Milliyet’te, “..yükselen ülkelerden biri olarak Türkiye’nin Davutoğlu’nun deyimiyle ‘bölgesel düzen kurucu ülke’ olma ihtirası bana heyecan veriyor’ diyor. Taha Akyol kusura bakmasın ama bu bir kifayetsiz muhteris heyecanı.
Dönüp kendinize bakmayı bilmez misiniz Tanrı aşkına? 600-700 milyar dolarlık milli geliri bulsa da bu ekonomi hangi kaynakla, kimlerin parasıyla büyüyor, dönüyor? Kimlerin kaynaklarını kullanıp, kimlerin pazarına satıyorsunuz ve bunlardan mahrum kalırsanız, ekseni kaydırdığınızı iddia ettiğiniz bölge bu boşluğunuzu doldurabilir mi? Moda deyimle büyük fotoğrafı hatırlayın:
***
Türkiye’nin ihracatı, tamam 100 milyar doların üstünde ama ithalatı da bunun yüzde 40 üstünde. Yani, müzmin bir dış açık ve açığı kapatmak için kaynak bağımlılığı… İhracatta, krizle birlikte payı azalsa da AB’ye yarı yarıya bağımlısınız. İthalatta da AB’den enerji dışı hammaddeler, sermaye malları alıyorsunuz. Turizminiz 27 milyon turist girişine ulaşıyor ama turistlerin yüzde 52’si AB’den geliyor. Ekseni kaydırmak istediğiniz İslam Kalkınma Teşkilatı bölgesinin Türkiye ihracatındaki payı, krizden dolayı, son 2 yıl arttı ve yüzde 28’e çıktı; ithalattaki payı yüzde 13’e, turizmdeki payı da yüzde 6’ya yakın. Ama zamanın, bu payları hızla değiştireceği hayaline kapılmayın. İslam ülkeleri, sanıldığı gibi sadece Türkiye mallarına açık değildir, sıkı bir Asya kaplanları pazarıdır ve Türkiye bugünkü rekabet gücü ile o pazarda daha fazla büyüyemez. Türkiye için AB pazarı “yapısal”dır, tedarikçi Türkiye’ye “açılmış bir pazar”dır. İslam ülkeleri bu pazarı ikame edemez.
Gelelim, dış kaynaklara… Türkiye, milli gelirinin yüzde 6’sını aşan oranlarda döviz açığı yani cari açık veriyor. Ve bunu karşılamak için çeşitli biçimlerde dış kaynak kullanırken bunu ağırlıkla merkez-emperyalist ülkelerden yapıyor. Türkiye’de özelleştirmelere, banka alımlarına son yıllarda önceden olmadığı kadar yabancı sermaye geldi ve tutarı 80.5 milyar doları buldu. Ama dönün bakın kökenlerine; yüzde 75’i AB kökenli firmalardır bunların. Eksen kaydırmak istenen Ortadoğu kökenli firma payı yüzde 8’den ibaret. Türkiye’nin 271 milyar dolarlık dış borcunun üçte biri kamu, üçte ikisi özel sektör borcu ve bunların 95 milyarı Avro cinsinden borç. Türkiye’nin borsalarındaki sıcak para 50 milyar doların üstünde. Ona yakın bir miktar sıcak para da devlet kâğıtlarında ve bunlar da yine ağırlıkla Batı merkezli finans kapital yatırımları.
Hangi eksen üstünde yer alacağınız, hangi ülke ile müttefik olacağınız bir bağımsız duruş işidir. Yıllar, özellikle 1950 sonrası dönem gösterdi ki, ekonomik olarak bağımlılığınız arttıkça, her tür seçiminiz, tercihiniz de sınırlanır. Türkiye’de, bağımsızlaşma eğiliminde bir burjuvazi hiç olmadı. Hep, merkezdekilerin ülke içi bayisi, partneri, kısaca işbirlikçisi olmayı seçen bir burjuvazi gelişti. Laiki, İslamcı olanı için bu hiç değişmedi. Buna bağlı olarak da hükümetler, “merkez”e bağımlı bir ekonomiyi, dikte edilen uluslararası rolleri icra eden hükümetler oldular. AKP iktidarı, 2002’den bu yana IMF-Dünya Bankası programlarının sadık uygulayıcısı olarak, ABD güdümünde kalarak, ekonomiyi daha fazla merkez ülkelere entegre ederek nasıl bağımsızlaşmış olsun ki, eksen kaydırsın.
Komik olmayın…