Ben de bugün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptıkları son konuşmaları konu alacağım. Başbakan Yardımcısı Arınç önce “BDP’li kadın milletvekilinin yaşadıklarını yaşasam, Diyarbakır Cezaevi’ndeki o ahlaksızca işkenceleri çeksem ben de dağa çıkardım” demiş. Tabii ki Diyarbakır Cezaevi’nde işkence gören insanların yaşadığı acı büyüktür.
Hele kadınlar için “tacizi, tecavüzü” de içine alan kimbilir ne dayanılmaz işkenceler yaşanmıştır. İnsan olan herkes o işkencelerle karşılaşmış olanların acısını yüreğinde hisseder. Ama cezaevi işkencelerini sadece BDP’liler yaşamadı, örneğin 12 Eylül darbe döneminde onbinlerce kişi tarifsiz işkencelerle karşılaştı, sakat kalanlar, ölenler oldu.. Onların hepsi “dağa” mı çıktılar?
Bugün hala “sıfırın altı” soğukluktaki daracık hücrelerde “suçunu bilmeden ve bir suç işlediğine de inanmadan” yıllar geçiren gazeteciler, üniversite rektörleri, doktorlar, milletvekilleri var.. Suçsuzluklarının açık-net kanıtlarını göstermelerine rağmen israrla demir parmaklıklar ardında tutuluyorlar. Sonunda beraat ettiklerinde dağa mı çıkacaklar? 27 Mayıs darbesinde her tür işkence ve hakaretle karşılaşmış insanlar dağa mı çıktılar?
‘DAĞA ÇIKMAK’ NEDİR?
“Dağa çıkmak” hangi anlama geliyor? Yalnızca “devlete protesto” demek mi bu? Hayır, dağa çıkıp terörist olmayı seçenler “masum insanları” kendi düşünceleri, amaçları ekseninde acımasızca katlediyorlar. O zaman, diğer mağdurlar gibi “demokratik mücadele yöntemleri”ne başvurmak yerine dağa çıkanları mazur görmek, devletin zirvesinden “kendini örnek göstererek” bu seçimi makul göstermek yanlıştır. Kabul edilir bir durum değildir. Ve bu konuşma bir başka demokratik ülkede, bir başka hukuk devletinde yapılsaydı “konuşmacının kendi partisi dahil olmak üzere” büyük siyasi tepkilerle karşılaşırdı.
Bülent Arınç aynı konuşmada: “Türkiye dışarıdan rapor yazanların zannettiği gibi özgürlük açısından yerlerde sürünmüyor. Ama ‘kısıtlandığı yerler’ var.. Terörle mücadele yasasına bakmak lazım. O konular da araştırılmalı” dedikten sonra daha önce de söylediklerini (o ve/veya diğer Hükümet üyeleri sık sık bunları söylüyorlar) tekrarlamış:
“Ama hiçbir gazeteci, sayısı önemli değil, mesleğini yaptığı için içerde olmamalı.. Gerçekten ‘gazetecilik mesleğini’ yaptıkları için mi içerde bazı isimler, yoksa ‘yazılı kanunların men ettiği suçlar’dan dolayı mı?”
Bakın bu konuşmada ne kadar çok soru işareti var; mesela “sayısı önemli değil” diyebilmek.. Dünyanın önde gelen basın kuruluşları Türkiye’yi “dünyada en çok gazeteciyi hapseden ülke” olarak uyarır, eleştirir, raporlara koyarken “sayısı önemli değil” denebilir mi hala? Sonra hapisteki gazetecilerin çoğu tutukluyken, sabit bir suçları açıklanabilmiş değilken, bir başbakan yardımcısının bu sözleri “yargıyı etkilemek” değil midir?
Sayın Arınç’ın “ekranlardan sorumsuzca tutuklu meslektaşlarına suç yapıştıran bazı gazeteciler” gibi davranması hata değil midir? Hele de “Habur’dan gelen ve serbest bırakılan teröristler” için mutluluğunu belirtmiş, “daha da çok gelecekler ve merak etmesinler kimse onlara dokunmayacak” demiş biri olarak? Onlar “yazılı kanunların men etmediği” işler mi yapıyorlardı?
YASAKLARIN NEDENİ?
Aynı zamanda bir hukukçu olan Bülent Arınç cevabı biliyordur herhalde; çok açık bir çelişki olduğu için en iyi örnek bence, Soner Yalçın (diğer Odatv gazetecileri serbest bırakılmış olmasına rağmen) hangi nedenle tutukludur? Hangi yazılı kanunun men ettiği hangi suçu işlemiştir? Mustafa Balbay hangisini işlemiştir?
Türkiye’de özgürlükler, basın özgürlüğü sadece “bazı konularda kısıtlanmış” ise bu kadar çok sayıda ve başarılı olduğu toplum tarafından bilinen gazetecinin gazete ve TV’lerdeki işlerinin ellerinden alınması, “en yüksek reyting”lere sahip-kanallara en çok reklam getiren habercilerin ekranlardan uzaklaştırılmasının nedeni nedir? Neden kendi ülkelerinin televizyonları onlara yasaklanıyor, hakları ellerinden alınıyor?
MUTLULUK HAPI
Bu yaşananlar beni üzdüğü gibi milyonlarca kişiyi de üzüyor, hatta depresyona sokuyor şüphesiz. Keşke olayları Bülent Arınç gibi basite indirgeyebilsek ve üzülmesek. Eğer mutluluk veren bir hap kullanıyorsa (Melatonin hafif geliyor artık) herkese tavsiye edebilir mi? İçtenlikle söylüyorum, gerçekten iyi olurdu.
Bekar gençler işsiz!
Şimdi de Başbakan Erdoğan’ın Konya’da yaptığı konuşmadan bir bölüm alalım.. Başbakan yine “ekonominin süper olduğunu” anlattıktan sonra; “Her zaman söylüyorum, en az 3 çocuk yapmalısınız. Daha fazla olmalı, azı olmamalı. Genç ve dinamik bir nüfus yetiştirmelisiniz” sözleriyle bekar gençlere seslenmiş.
“Genç ve dinamik” kısmı güzel, iyi fikir ama ülkede “genç olmayan” milyonlar da yaşamakta.. Gençlerin hepsi “3 ve daha fazla” çocuk yaparsa, 75 milyona yaklaşan nüfus kısa zamanda 100 milyonları bulursa o nüfus nereye sığacak, nasıl beslenecek, eğitilecek, korunacak?
Yoksa “genç ve dinamik” olanlar korunup geriye kalanlar ıssız bir adaya filan mı gönderilecek? On binlerce “şiddete uğrayan kadın” varken “parmakla sayılacak kadar az sığınma evi” olması, “korunamayan kadın ve çocukların şiddet kurbanı olması”, suçluların cezasız kalması sorununa bile çare üretilmemesi geliyor akla örneğin..
Banka memurlarının yolladığı; “Ayda 650 TL maaşla çalışıyoruz, her gün elimizden milyarlar geçiyor ama biz gırtlağa kadar borçtayız. Lütfen sesimizi duyurun” diyen mektuplar geliyor. İşsizlikten yakınan ve “ne iş olsa yaparız, yardım edin” diye çırpınan “en iyi üniversitelerin” mezunları, ağlayan öğretmenler, çocuklarını doyurmak için pazar yerlerinden, çöplerden artık yiyecek toplayanlar geliyor. Onlar dururken hala “en az 3 çocuk” tavsiye etmek doğru mudur, “eğitim verilemeyen-doyurulamayan büyük kitleler” kime ne yarar sağlar anlamak mümkün değil. Erdoğan aynı şeyi tekrarlıyor, biz aynı şeyleri tekrarlıyoruz, bitmeyecek bir tartışma bu!