Düşman Ceza Hukuku ve Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi, İn Dubio Pro Reo
Düşman Ceza Hukuku 1985 yılında Günther Jakobs tarafından yeniden diriltilip Kıta Avrupa’sı Hukuk sisteminin bütün alanlarına taşındı.
Prof. Dr. Kai Ambos, Arş. Gör. Serkan Oğuz’un Türkçeye çevirdiği makalesinde Düşman Ceza Hukuk ile ilgili endişelerini şöyle dile getirmektedir. “ Ben daha önce Jakobs’ un (yeni) düşüncelerini eleştirmiş ve doğrudan doğruya bunun kırılgan bir hukuk sisteminde kolay bir şekilde kötüye kullanılabilecek olan çift anlamlılığını şikayet etmiştim.”
Düşman Ceza Hukuku savaş halindeki bir ülkenin düşmanlarına karşı uygulanacak bir hukuk olarak anlaşılmakta ve ilk bakışta kulağa hoş gelmektedir. Ancak Prof. Dr. Kai Ambos’un dediği gibi bunun kırılgan hukuk sistemlerinde çok kolay bir şekilde kötüye kullanılması mümkündür.
Düşman kavramı siyasi iktidarların yaklaşımına göre değişmektedir. Bazen ülke içerisinde bir kesim düşmanla işbirliği yapan düşman olarak görülebilir.
Savaş hukukunda adil yargılama başta olmak üzere bazı insan hakları askıya alınabilmektedir.
Biz Hukuk, bylock ile ilgili bir savunmasında savaş ve benzeri olağanüstü hallerdeşüpheden sanık yararlanır ceza hukuk ilkesinin tersine dönebileceğini söylemektedir.
“Adına kayıtlı GSM hattından Bylock programını kullanmak suretiyle FETÖ/PDY terör örgütüne üye olmak suçunu işlediği iddiasıyla müvekkilin TCK 314/2 maddesince cezalandırılması talep edilmektedir. Hangi yolla ve ne gerekçeyle olursa olsun Bylock programıyla bir şekilde temas etmiş olan herkesin terör örgütü üyesi olarak kabul edilmesi ve bu ön kabule göre hüküm kurulmasının, ilk başta Adil Yargılanma ilkesinin açık bir ihlali olduğu kanısındayız. Zira ceza yargılamasının en temel işlevi maddi gerçeği şüpheden uzak bir şekilde ortaya çıkarmak ve ona göre hüküm kurmaktır. Kesin olarak kanıtlanmayan olgular şüpheli sayılmalı ve şüphe sanık lehine yorumlanmalıdır.
Şüphenin sanık aleyhine yorumlanması olgusu, zaman zaman savrulduğu karanlık ve çıkmaz sokaklar olarak ceza yargılamasının tarihinde karşılaşılan önemli sorunlardandır. Savaşlar ve benzeri olağanüstü dönemlerde sıklıkla karşılaşılan bu savrulmalardüşman ceza hukuku olarak adlandırılmaktadır. Toplumsal algıyı şekillendiren yaygın travmatik olayların yaşandığı dönemler ne yazık ki ceza yargılamasını da olumsuz olarak etkilemektedir. Ancak yargı mensupları olarak bizlerin sorumluluğu, ilk başta toplumsal duyarlılıklardan olabildiğince etkilenmeden objektif ve adil kararlar verebilmektir.”
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbe dönemleri ve Cemaat yargısında bu savrulmaları yaşadık.
Olağanüstü dönemlerin neden olduğu algı ortamlarında yapılan yargılamalar toplum vicdanında kabul görmediği için kalıcı olamamıştır.
Ceza Yargılamalarında şartlar ne olursa olsun hedef maddi gerçeği aydınlatmak olmalı ve cezai hükümler ihtimallere veya varsayımlara göre değil her türlü şüpheden uzak kesin delile dayanmalıdır. Bu da ortaçağ kalıntısı “kanonik hukuk” anlayışı ile değil TCK’nın dayandığı ceza nazariyesinin kabul ettiği ilkelere uymakla mümkündür. Aksi halde Mor Beyin ve benzeri nedenlerle insanlar beyhude yere özgürlüklerinden, ailelerinden, sevdiklerin ve işlerinden koparılır ve hak etmedikleri halde insanlar hain, terörist ve ülke düşmanı damgasını yerler.
Adalet herkes için gerekli.