Belirli koşullar altında SGK kişilere yapmış olduğu ödemeleri geri alabilmektedir. Bu husus 5510 sayılı kanunun 96. maddesinde düzenlenmiştir:
Yersiz ödemelerin geri alınması
MADDE 96- Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan,
itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.
Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.
Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.
Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Görüldüğü üzere ilk fıkrada yersiz ödemelerin kimlerden talep edilebileceği belirtilmiştir. Bunlar işverenler, sigortalılar, isteğe bağlı sigortalılar, gelir ve aylık almakta olanlar ve bunların hak sahipleri, genel sağlık sigortalıları ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilerdir. Yersiz ödemenin kasıt ve kusurluluk durumuna göre geri alım şekli de farklıdır. Yersiz ödeme; ödeme yapılan kişilerin kasıt veya kusurundan meydana gelmişse, hatalı işlemin tespitinden geriye doğru en fazla 10 yıllık sürede yapılan ödemeler istenebilecektir. Başlangıç tarihi de yersiz ödemenin yapıldığı tarihten başlayacaktır. Diğer durum ise yersiz ödemenin kurumun hatasından kaynaklanması durumudur. Bu durumda geriye dönük olarak en fazla 5 yıllık yersiz ödemenin talep edilebileceği kanun koyucu tarafından belirlenmiştir. Ayrıca ödemede kolaylık olarak da borçluya borç tebliğ edildikten sonraki 24 ay içinde ödeme yapıldığı takdirde faiz tahsil edilmeyecektir. 24 ay sonrasında ödeme yapıldığı takdirde ilk 24 aya faiz işletilmeyecektir. Maddede belirtilen faiz miktarı kanuni faizdir.
Yersiz ödemeler tahsil edilirken öncelikle borçlunun kurumdan alacağı varsa borç bu alacaktan mahsup edilmelidir. Alacak yoksa o halde borç takibi genel hükümlere göre yapılmalıdır. Normal şartlarda alacaklı bir kamu kurumu olduğundan alacak takibi 6183 sayılı kanuna göre yapılması gerekirken genel hükümler işaret edilerek 2004 sayılı kanuna göre işlemlerin yapılması gerekmektedir. Alacakların yersiz ödemelere mahsubu yapılırken en eski borçtan başlanarak “borç aslına” yapılır. Kanuni faiz kalan borca uygulanır. Bu husus ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanacaktır. Borcun gelir ve aylıklardan kesilmesi durumunda kesinti yüzde 25 oranında yapılır. Kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanuni faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı olarak kesilmeye başlanır.
Yersiz ödemeler kaynaklı uyuşmazlıkların çözümünde görevli mahkeme iş mahkemesidir:
Madde 101- Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.
Konuyla ilgili Yargıtay 17. Hukuk Dairesi bir kararında; 6183 sayılı kanuna ilişkin tasarrufun iptali davasında görevli mahkemenin asliye hukuk değil iş mahkemesi olduğunu belirtmiştir:
“Dava 6183 sayılı yasanın 24 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkindir. 5510 sayılı Kanunun 88 ve 101 maddesinde, kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanunu'nun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesinin yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.
Bu durumda uyuşmazlığa Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılamayacağından davanın görev yönünden reddi ile dosyanın görevli ve yetkili iş mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.” (E. 2012/11814 K. 2013/14191 T. 23.10.2013)
Bir başka Yargıtay kararında; yersiz ödenen ölüm aylıklarının tahsili istemine ilişkin bir davada; mirasçı kişinin hak sahibi murisin aylığını almaya devam etmesiyle ilgili olarak konuyu haksız fiil olarak kabul etmiş ve görevli mahkemenin ise asliye hukuk mahkemesi olduğunu belirtmiştir:
“Uyuşmazlık, murisin vefatından sonra bankadan çekilen aylıkları nedeniyle oluşan Kurum zararının tahsili istemine ilişkindir. Davanın, somut olayın özelliğine göre, sebepiz zenginleşme veya haksız fiilden kaynaklandığı kabul edilebilir. Bu hukuki sebeplerden herhangi birine dayanılması imkan dahilinde olup, bu durumda hakların yarışmasından
(telahukukundan) bahsedilir. (AndreasvonTuhr. Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C Edege çevirisi 1983, sayfa 452 ve 453; , Dr. S. Reisoğlu, Sebepsiz İktisap Davasının Genel Şartları 1961, sayfa 42 ve sonrası; Fikret Eren , Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. III, 4.B., İstanbul 1994, sayfa 14) Davalılardan T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğu yönünden ise; yılda 1 defa yoklama belgesi istememesi nedeniyle, 506 sayılı Kanundan kaynaklanmadığı, Borçlar Kanunundan kaynaklandığı açıktır.” (10. Hukuk Dairesi E. 2013/9257 K. 2014/4295 T. 3.3.2014)
Yersiz ödemelerin iadesine ilişkin bazı önemli Yargıtay kararları ise şunlardır:
“Eldeki davada, 07.05.2008 tarihli tahsis talebine istianden davacıya 01.06.2008 tarihinden itibaren aylık bağlandığı; 1120505 sicilli işyerindeki 01.04.2008 – 31.5.2008 dönem çalışmalarının sahte olduğundan bahisle iptal edildiği; davacının 07.01.2016 da 506 sayılı Yasa'nın Geçici 81/ C – bc uyarınca aylık bağlama talebinin olduğu ve 01.02.2016 itibari ile yeniden aylık bağlandığı anlaşılmaktadır.
Somut veriler ışığında, iptale konu çalışmanın fiili ve gerçek olmadığının belirgin olması ve iptal edilen tahsis dışında; davacının ilk ve tek tahsis talebinin 07.01.2016 tarihli olup; davanın da 19.2.2016 tarihinde açılması karşısında, gerek tespite, gerek tahsise ilişkin
istemlerin reddi gerekir .
O hâlde, tarafların belirtilen hususları amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir
Bölge Adliye Mahkemesi 10 Hukuk Dairesi'nin istinaf başvurusunun kısmen kabul kısmen reddine ilişkin hüküm bozulmalıdır.” (10. Hukuk Dairesi 2018/6321 E. , 2020/1070 K.)
“Sahte sigortalılığa dayanan davalar hizmet tespiti içerikli olmakla, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79 maddesi ile 5510 sayılı Yasa’nın 86 maddesinde bu tür hizmet tespiti davalarının kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Kimi ayrık durumlar dışında resmi belge ve yazılı delillerin bulunması sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki bu tür kanıtların bulunmaması halinde somut bilgilere dayanması inandırıcı olmaları koşuluyla bordro tanıkları veya iş ilişkisini bilen komşu işyeri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen diğer tanıklarla dahi sonuca gitmek mümkündür. Bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup mahkemece, tarafların sunduğu deliller ile yetinilmemeli, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğinden araştırma ilkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalı, çalışmanın geçtiği iddia edilen iş yerine dair düzenlenmiş Kurum müfettiş raporu ve dayanak belgeler varsa dosya içerisine getirtilmeli, yine çalışmanın geçtiği iddia edilen işyerinden bildirimi bulunup iptal edilmeyen bordrolu tanıkların yeteri kadarının beyanlarına başvurulmalı, ilgili işyerinin hangi tarihten itibaren faal olduğu ile çalışma ruhsatı alıp almadığı araştırılmalı, işyeri işvereninin vergi kayıtları irdelenerek çalışan sayısı tespit edilmeye
çalışılmalı, komşu işyeri bodro tanıkları ve işverenleri tespit edilerek beyanlarına başvurulmak suretiyle uyuşmazlık konusu husus, hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak biçimde çözümlenip; deliller hep birlikte değerlendirilip takdir edilerek varılacak sonuç uyarınca bir karar verilmelidir.
a-Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığı altında, davalı … yönünden müfettiş raporuna dayalı olarak sahte bildirim olduğundan bahisle geçersiz sayılan bildirimli çalışmaların gerçek olup olmadığı, fiili ve eylemli bulunup bulunmadığı anılan ilkeler kapsamında re'sen araştırılarak irdelenmeli, çalışmaların gerçek olduğu sonucuna ulaşılırsa şimdiki gibi davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu yönde bir araştırma yapılmaksızın somut uyuşmazlıkta uygulama yeri bulunmayan 5510 sayılı Kanunun geçici 45 maddesi gözetilerek yazılı şekilde karar tesisi hatalıdır.
b-Diğer yönden yapılacak araştırma ve inceleme sonucu iptale konu çalışmaların sahte olduğu, fiili olmadığı sonucuna ulaşılırsa, teselsül sorumluluğu bulunmadığı, kendi sorumluluğu kapsmaında sınırlı şekilde iade ile yükümlü olduğu hususu nazara alınarak;
konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2019 günlü ve 2015/10-2743 Esas, 2019/275 Karar sayılı ilam içeriği de gözetilerek dava konusu tedavi giderlerinin (sağlık harcaması) Kurumca rücu edilmesi mümkün olduğu dikkate alınarak varılacak
sonuca göre karar verilmelidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.” (10 Hukuk Dairesi 2018/1449 E. , 2020/435 K.)
“İnceleme konusu dosyada; Kurumun 26.09.2013 tarihli denetmen raporu ile; davacının 01.07.2011 - 31.01.2012 tarihleri arasında Adem İşler'e ait lahmacun ve pide salonunda geçen 210 gün hizmetinin gerçek ve fiili çalışmaya dayanmadığı tespit edilmiş ve Kurum tarafından davacının 210 günlük çalışması iptal edilmiştir. Ayrıca hizmetinin iptali üzerine
emeklilik şartları da yerine gelmediğinden davacının yaşlılık aylığı da iptal edilmiştir. Sahte sigortalılığa dayanan davalar hizmet tespiti içerikli olmakla, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79 maddesi ile 5510 sayılı Yasa’nın 86 maddesinde bu tür hizmet tespiti davalarının kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Kimi ayrık durumlar dışında resmi belge ve yazılı delillerin bulunması sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki bu tür kanıtların bulunmaması halinde somut bilgilere dayanması inandırıcı olmaları koşuluyla bordro tanıkları veya iş ilişkisini bilen komşu işyeri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen diğer tanıklarla dahi sonuca gitmek mümkündür. Bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup mahkemece, tarafların sunduğu deliller ile yetinilmemeli, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğinden araştırma ilkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalı, çalışmanın geçtiği iddia edilen iş yerlerine dair düzenlenmiş Kurum müfettiş raporu ve dayanak belgeler varsa dosya içerisine getirtilmeli, yine çalışmanın geçtiği iddia edilen işyerinden bildirimi bulunup iptal edilmeyen bordrolu tanıkların yeteri kadarının beyanlarına başvurulmalı, ilgili işyerinin hangi tarihten itibaren faal olduğu ile çalışma ruhsatı alıp almadığı araştırılmalı, işyeri işvereninin vergi kayıtları irdelenerek çalışan sayısı tespit edilmeye çalışılmalı, komşu işyeri bodro tanıkları ve işverenleri tespit edilerek beyanlarına başvurulmak suretiyle uyuşmazlık konusu husus, hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak biçimde çözümlenmelidir.
Somut dosyada; davacının çalıştığı iş yerinin...e ait 20-30 metrekare büyüklüğünde pide,
lahmacun salonu olduğu, kurum raporu ile bu iş yerinden bildirimi yapılan 47 kişinin hizmetlerinin iptal edildiği, söz konusu iş yerinin 29.12.2010-31.03.2011 tarihleri arasında kanun kapsamında bulunduğu, söz konusu iş yerinin muhasebe işlemlerini yapan Sinem Katrancıoğlu'nun başka iş yerlerinden yaptığı bildirimlerin de iptal edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı denetmen raporundaki ifadesinde iş yerinde garsonluk ve dışarıya servis işini yaptığını, çalışmalarının gerçek ve fiili olduğunu, kendisinin çalıştığı dönemde iş yerinde oğlu ..., ..., Sinem Katrancıoğlu, Elif Hanım ve eşi Aydın, Ramazan isimli kişilerin çalıştığını iş yerinin çevresinde iş hanlarının bulunduğunu ve buralara sipariş götürdüğünü, iş yerinde vardiyalı olarak çalıştıklarını beyan etmiş, ….. Lahmacun salonuna ait davacının adının ve imzasının bulunduğu 10.08.2011, 13.12.2011, 04.01.2012 tarihli sipariş fişlerini dosyaya ibraz etmiştir. İş yeri sahibi Adem İşler...C. Başsavcılığına verdiği şikayet dilekçesinde...Bölge Adliye Mahkemesi tarafından tanık olarak dinlenen ...'ın beyanından ve dosya içerisinde bulunan bilgilerden çalışmanın geçtiği iş yerinin 01.07.2011 - 31.01.2012 tarihleri arasında faal olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, iş yerine ait vergi kayıtları ilgili vergi dairesinden celp edilmeli, komşu iş yeri araştırması yapılarak re'sen tespit edilecek tanıkların davacının çalışması ile ilgili bilgi ve görgülerine başvurulmalı, davacının beyanı alınarak kimlerle birlikte çalıştığı, çalışmasının nasıl olduğu, hangi iş yerlerine servis götürdüğü, ücretini nasıl aldığı gibi hususlar açıklığa kavuşturularak, beyanında belirttiği kişiler tanık olarak dinlenilmeli, tanık beyanları arasında çelişki olması halinde çelişki giderilmeli, bu şekilde çalışmanın gerçek ve fiili olup olmadığı tereddütsüz bir şekilde tespit edilmeli, elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, yukarıda belirtilen hukuki ve maddi olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve...Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı bozulmalıdır.” (10. Hukuk Dairesi 2017/4972 E. , 2020/338 K.)
“Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;5510 sayılı Kanun'un 89/3 maddesine göre;
Yanlış veya yersiz alınmış olduğu tespit edilen primler, alındıkları tarihten on yıl geçmemiş ise, hisseleri oranında işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara veya genel sağlık sigortalılarına veya hak sahiplerine kanunî faizi ile birlikte geri verilir. Kanunî faiz, primin Kuruma yatırıldığı tarihi takip eden ay başından, iadenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için hesaplanır.
Somut olayda ilk derece mahkemesi tarafından davalı adına yapılan bildirimlerinin gerçek olmadığının tespiti üzerine davacı işyerinden yapılan 11.09.2013 - 20.05.2015 tarihleri arası döneme ilişkin sigortalılık süresinin iptali yoluna gidildiği, toplanan deliller kapsamında iptal edilen bildirimlerin gerçek ve fiili çalışmaya dayanmadığının tespiti ile ödenen pirimlerin iadesine ilişkin davacı şirketin talebinin reddi yönünde hüküm kurulduğu ve bu hükmün Bölge Adliye Mahkemesi tarafından onandığı anlaşılmıştır. Mahkeme tarafından gerçek ve fiili çalışmaya dayanmayan sigortalık süresinin iptaline yönelik verilen karar doğru olmakla birlikte primlerin iadesinin reddi konusunun irdelenmesi gerekir. Bu durumda davacı şirket tarafından ödenen primlerin muhasebecinin yanlış yönlendirmesi ile yapılıp yapılmadığının tespiti gerekir. Şirket mali müşaviri davacı şirketten ayrı bir binada faaaliyet göstermektedir. Mali müşavir iş yerinin bulunduğu apartmanda yöneticilik yapmakta ve davalı aynı apartmanda kapıcılık yapmaktadır. Normal şartlarda bu apartmanda kapıcı olarak sigortalı olması gereken davalı, muhasebeci tarafından bilerek davacı şirkette sigortalı olarak gösterilmiştir. Bu durum tanık ifadeleri ve kurum kayıtları ile sabittir. Nitekim mahkemede tanık olarak dinlenen davalının eşi ..., davalı eşinin davacı şirkette çalışmadığını, çalışsaydı bilebileceğini, eşinin Yengin apartmanında kapıcılık yaptığını, kendisinin de eşine yardım ettiğini, muhasebeci...i olduğunu, eşinin davacı şirkette sigortalı olarak gösterildiğinden haberinin olmadığını belirtelerek, bu durumu doğrulamıştır.
Dava dışı muhasebeci ..., davacı şirketi yanıltmış bu nedenle davacı şirket bünyesinde
çalışmayan bir kişinin sigortalı olarak gösterilmesi nedeniyle haksız ve hukuka aykırı olarak fazladan prim ödemiştir. Bu durum dosyaya yansıyan belgerle de sabittir. Şöyle ki, davacı şirketin çalışanlarına ödediği maaşlara ilişkin hesaba yatırılan paraların tek kalem halinde hesaba geçtiği, hangi aya ait maaş ödemelerinin karşılığı olduğunun yazılmış olup çalışan kişilerin isimlerinin yazılı olmadığının görüldüğü, davacı şirketin muhtasar beyannamelerin incelenmesinde, işçilerin ücretlerinden kesilen vergilerin tek kalem halinde muhtasar beyannameye yazılmak suretiyle vergi dairesine beyanda bulunulduğu, işçilerin isimlerinin bulunduğu bir listenin olmadığı, muhasebecinin davacı şirkette çalışmayan bir kişiyi kasten çalışıyormuş gibi beyan ederek davacı şirkete zarara uğrattığı bu haksız eylemi nedeniyle davacı şirket tarafından savcılığa şikayet dilekçesi verildiği hususları hep birliktre değerlendirildiğinde davacı şirketin talimatı ve bilgisi olmadan muhasebecisi tarafından yanıltılarak prim ödemesinde bulunduğu açıkça ortaya çıkmıştır. 5510 sayılı Kanun'un 89/3 maddesinde açıkça düzenlendiği üzere yersiz ödenen primlerin davacı şirkete iadesine karar verilmesi gerekirken reddedilmesi doğru olmamıştır. Yapılacak iş, ek bilirkişi raporu alınarak davalının 11.09.2013- 20.05.2015 tarihleri arasındaki iptal edilen dönemde davacı tarafından yersiz ödenen sigorta pirimlerinin hesaplattırılıp sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.
O halde yukarıda açıklanan hususlarda dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.” (21. Hukuk Dairesi 2019/2082 E. , 2020/233 K.)
AVUKAT ÜMİT ALTAY
İSTANBUL