Dünyanın, Sovyetler’in çöküşünden, Soğuk Savaş’ın bitmesinden, ABD liderliğinde girilen Küresel dönemin başlamasından sonraki düzenlenmesi devam ediyor:
Yeni devletler üretiliyor, yeni sınırlar çiziliyor, yeni gerginlikler, yeni savaşlar yaşanıyor…
Önce Sovyetler’in çöküşünden sonra ortaya çıkan yeni devletlerle, Doğu Avrupa ve Balkanlar yeniden düzenlendi:
Kurulan yeni devletler…
Çizilen yeni sınırlar…
Soykırımlar…
Savaşlar…
Renkli devrimler…
Ayaklanmalar…
Değişen rejimler…
Şimdilik Doğu Avrupa ve Balkanlar göreli bir istikrara kavuşmuş görünüyor.
Sıra, “Arap Baharı” adı aldatmacası altında, Genişletilmiş Ortadoğu Bölgesi’ne yani Kuzey Afrika’ya ve Ortadoğu’ya geldi…
Her şey önceden ilan ediliyor…
ABD’nin hedefi belli:
Afganistan ve Irak’ın işgali…
Libya’ya doğrudan müdahale…
Daha Bush döneminde Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice’ın “Ortadoğu’da sınırlar değişecek” demesi…
Obama döneminde, Libya, Suriye gibi yerlerde Başkanlık emriyle görevlendirilen CIA ajanları…
Türkiye’de, olaylar Suriye’ye sıçramadan önce yapılan sınır tetkikleri, hazırlıklar…
Bugün artık bütün dünyanın gözlemlediği Türkiye-Suriye sınırındaki geçişli savaş provaları…
İran’ın pozisyonu…
İsrail’in tutumu…
Esad’ın eylem ve söylemleri…
Ve bütün bunların üstüne, yaygınlaşan, sıklaşan, Şemdinli’de alan hâkimiyetine soyunan, Ege’ye inen, Gaziantep’i vuran, karakol saldırılarında ve mayın patlatmalarında neredeyse her gün bir şehit alan PKK terörü…
Hüseyin Aygün olayı, BDP-PKK karşılaşması; böylece PKK eylemlerinin sivil siyasete ve uluslararası düzeye taşınma çabaları!
Ve biz daha soruyoruz: “Türkiye baharı mı?”
***
Dün, Cumhuriyet’te, Anayasa Profesörü ve eski Dışişleri Bakanı Mümtaz Sosyal bu süreci şöyle özetlemişti:
“Önce, ajanlar eliyle toplumda huzursuzluk yaratan olaylar; şurada burada patlamalar, kim vurduya gelen insanlar.
Sonra, huzursuzluk çıkardığı çok belli kişilere ya da odaklara halktan gelen tepkiler, resmi önlemler, genellikle ölçüsü kaçırılan yaptırımlar.
Ardından, yaptırımlara direniş, baskıya karşı kuvvet, şiddete karşı dehşet.
Terör böyle gelince, büyük dış projelerin sahipleri daha fazla beklemez:
İnsan haklarından söz ediş, uluslararası mekanizmaların devreye sokuluşu, tek başına sorumluluk almak istemeyen devletlerin başkalarını ateşe sürmesi, maşalara sıkışıp kalan kestanelerin yanması.”
Yine de, umutsuzluk tuzağına düşmemiş, yazısını çıkış yol ve yöntemlerine işaret ederek bitirmişti!
***
Mustafa Sönmez de dünkü yazısında çok önemli bazı tespitler yapmıştı:
1) PKK-BDP ilişkileri için:
“Kürt siyasetinin legal partilerinin hiçbiri PKK ile aralarında mesafe olduğunu, ayrı düşünüp ayrı davrandıklarını söylemediler ki... Bundan dolayı milletvekillikleri düşürülüp içeri atılanlar olmadı mı? Oldu.
Ardı ardına kurulan ve artık bir çırpıda isimlerini hatırlamadığımız Kürt siyaseti partisinin hangisi PKK’den ayrı, onun yaklaşım ve yöntemlerini eleştirdiğini söyledi ki? Hiçbiri.
‘Siz başkasınız, sivil siyaset yapıyorsunuz, PKK silahlı terörist, onlarla aranıza mesafe koyun, onları kınayın, onlardan uzak durun’ diyenler ve böyle olmasını isteyenler, hep ağaçla uğraşırken ormanı gözden kaçıranlar oldu.
Bu devekuşu tutumu sağdan sola, tüm ana akım siyasete hâkim olurken, Kürt siyaseti de bildiği yoldan şaşmadı. Hem dağda silahlı külahlı kadrolarını korudu hem de ‘ovada siyaset’te yol aldı. Yapılan yerel ve genel seçimlerde ağırlığını duyurdu.”
2) Kürt siyasetinin Türkiye’deki ağırlığı için:
“Kürt siyaseti, bugün, irili ufaklı 100 dolayında belediyeyi yönetir vaziyette ve 2007, 2011 genel seçimlerinde artan oy oranları ile -yüzde 10 barajlarına rağmen- TBMM’de grup oluşturacak kadar milletvekili ile temsil edilir durumda.”
3) Ve mevcut durum eleştirisi:
“2009’da Habur’da silah bırakmış üniformalı PKK’lileri karşılayan AKP iktidarı, yönetemediği bu açılım sürecinin ardından ‘güvenlikçi politikalara’ dönüş yaptı. KCK operasyonları altında 7-8 bin Kürt siyasetçi kadrosu gözaltına alındı, tutuklandı. Bunların aralarında milletvekilleri, belediye başkanları da var.”
Kürtlerin önder gördükleri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit politikası ile de ‘güvenlikçi politikalar’ koyultuldu. Mesele, ‘Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin sorunları vardır’ çizgisine kadar geriletildi.”
Bütün bu saptamalarına karşın, Mustafa Sönmez de yazısını umutla, barış, demokrasi, müzakere çağrılarıyla bitiriyordu.
***
Ve biz daha soruyoruz: “Türkiye baharı mı?”
23 Ağustos 2012 - Cumhuriyet