O, sabahları ayağında blucin, sırtında bir mont, elinde içi kitap dolu bir çanta, uykulu gözlerle otobüse binen bir üniversite öğrencisi... Yorgunluktan çoğu zaman kıvırcık saçlarını taramaya üşeniyor, arkadan bir kurdeleyle bağlıyor, tamam. Otobüste yarı uykulu düşünüyor. Yakın arkadaşlarından biri beslenme yetersizliğinden ötürü günlerdir hastanede. Onu hasta yatağında düşünürken içi öfkeyle doluyor. Aklına, üniversite harçlarının çok yeterli olduğunu söyleyen televizyon konuşmaları, gazete yazıları geliyor. Hışımla, saçlarını bağladığı kurdeleyi çözüp kıvırcık saçlarını iki yana savuruyor. Bir de onu dinleseler.
Çocukken Gürcan’a ne olmak istediği sorulduğunda o hep aynı cevabı verirmiş: Doktor. Hiçbir mesleği doktorluk kadar önemli bulmuyor. Bir insanı, bir canlıyıiyileştirmek, onu yeniden hayata döndürmek onun için kutsal bir iş. Şimdilerde bunca yorgunluğu, bunca koşturması da bu nedenle. O bir doktor olacak! Zaman zaman, “keşke daha az zaman, daha az çalışma isteyen bir meslek seçseydim” diye düşündüğü oluyor. Çünkü ailesinin uzun bir eğitimle baş edecek maddi gücü yok. Bazı sabahlar, sıradan bir memur emeklisi olan babasının ağrıyan belini tutarak elinde kocaman paketlerle evden çıktığını gördüğünde, bir an her şeyden vazgeçmeyi düşünüyor. Babası, civardaki kadınların ördüğü hırkaları, kazakları pazara götürüyor. Eğer pazar mafyası o gün izin verir de uygun bir yer bulursa onları satacak, üç beş kuruş kazanacak. Annesi yorgun, düşünceli bir kadın ve bu hayat pahalılığında ne yapacağını şaşırmış. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor. Ay sonunda birkaç kuruş biriktirmek için çırpınıyor, biriktirebilirse o parayı Doğu’da askerlik yapan oğluna yollayacak. Ama para bir türlü birikmiyor, birikmiyor...
Gürcan, hamburger dükkânından aldığı parayla evin bütçesine katkıda bulunmaya çalışıyor, ama aldığı para komik. Asgari ücret alıyor Gürcan. Öğlen ve akşam yemeklerini dükkândan yiyebilir, ama üçüncü ayın sonunda hamburger gördüğünde midesi bulanmaya başladı. Şimdi simitle, komşu dükkândan getirilen dönerle idare ediyor. Üst baş mı... En son ayakkabıyı bir yıl önce aldı. Kazakları bir kız arkadaşından. Gürcan’ın marka tutkusu zaten yoktu, giderek iyice yok oldu. Şimdi bir blucin, bir kazak, o kadar. Gözü bazen şık bir çantaya takılıp kalsa da hemen evi geçindirmek isteyen annesini düşünüp vazgeçiyor. Sinema, tiyatro gibi yerlere gitmeyeli çok oldu. Oysa Gürcan müziksever, sinemasever, dans etmeyi sever... Bunları çoktan unuttu. Bir erkek arkadaşı bile yok. Bunun için zaman ister. Az da olsa para ister. Onun kendisi için harcayacak tek bir dakikası bile yok, tek bir dakikası. Gürcan uykulu gözlerle otobüsten dışarı bakıyor, az sonra okula gelmiş olacak. Aklı, beslenme yetersizliğinden ötürü hastanede yatan arkadaşında. Dışarıda yağmur var. Uzakta Gürcan yağmur altında koşuyor, az sonra anatomi dersi başlayacak.
Yazarın notu: “Kimselerin onlardan haberi yok dedilerse de inanmayın. Akan sular, parıldayan ay ve usulca doğan güneş her şeyi gördü. Ve onların belleği asla unutmaz.”