Birkaç gün evvel internette “avukattan açık tehdit” isimli bir haber okudum. Yazının içeriği Ankara Barosu avukatlarından Meltem Banko’ya ait(1).
Maalesef söz konusu yazının içeriği, haber başlığı kadar çarpıcı değil. Haber başlığının aksine Av. Meltem Banko yazısında kimseyi tehdit etmemiş ancak çok şık bir şekilde aba altından sopa göstermiş. Bu yazı da aba altında hazır bekleyen sopa karşı yazıldı.
Her cevap, özünde savunma içerir. O yüzden bu yazının bir cevap olmasından çok “@fuatavni” vakasına nasıl yaklaşılmasıyla ilgili olmasına gayret ettim.
Gerekçe?
Bir yazı, avukat/hukukçu kimliği ile kaleme alınıyorsa her şeyden evvel gerekçeli olması gerekir. Hem de tüm varsayımlar açısından. Ve ben bir hukukçunun insanlara: “bakın bunu yaparsanız devlet sırlarıyla ilgili şu suçları işleyebilirsiniz(!) , zırt yasasının pırt maddesi, şu fıkrası, bu bendi, aman ha” demesi yerine, bunları gerekçelendirmesini veya doğrudan konunun özüne inmesini beklerdim.
Kıssadan Hisse
Av. Meltem Banko’nun @fuatavni hesabına sahip kişinin işlemiş olması muhtemel suçları saydığı paragraf esasında @fuatavni hakkında düzenlenecek iddianamede yer alacak suçlardır. O yüzden bu yazı sanki avukat ağzı ile değil de devlet ağzı ile yazılmış gibi.
Yazıda Nihat Hatipoğlu’nu aratmayacak kıssadan hisseler de mevcut. Yazının sonuna geldiğimde ise benim aklıma gelen hikâye ağzında su taşıyan karınca ile ilgiliydi. Hikaye özetle şu, Kral Nemrut İbrahim peygamberi yakmak için göklere varan bir ateş yakmış. Korkuyla kaçışan mahlukatlardan biri ağzında bir damla su ile ateşe giden karıncayı görmüş. “Ne yapıyorsun karınca kardeş?” diyince karınca da ateşe su taşıdığını söylemiş. “Senin suyunla o ateş söner mi?” demiş bu kaçan ve şaşkınlık içerisindeki mahlukat. Karınca da yapıştırmış cevabı, “ben safımı belli ediyorum, sen işine bak”.
Irmaklar ağlıyordu, dağlar kabarıyordu, diyerek hikâyeyi süslemek size kalmış.
Devlet Sırrı Nedir?
Malum ve maruf olanın ispatına lüzum yoktur. Sır kavramı hepimizin malûmu. Devlet sırrı ise, yönetici kesimin, yönetilenlere karşı kullandığı bir kavramdır. Temelinde yöneticilerin yönetilenlere karşı duyduğu güvensizlik yatar. Bu güvensizliğin sebebi de korkudur. Her iktidarın doğasında olan gücü muhafaza olgusudur. Yani kısaca devlet sırrının sahibi yozlaşmış iktidarlardır.
Devlet Sırrı Ne İşe Yarar?
Yönetici kesimin ayıplarını örter, hatalarını gizler. Yöneticilerin denetlenmesini engelleyen bir kalkandır. Devlet sırrı, yönetimdeki şeffaflığa engeldir. Demokrasi düşmanıdır.
Hal böyle olunca, hukukun üstünlüğünü korumaya yemin ederek ruhsat alan bir avukatın, belki de Cumhuriyet tarihinin en ilginç olayı olarak görülecek “@fuatavni” vakasına devlet ağzı ile yaklaşmamasını dilerdim.
Kime göre sır?
Peki hangi bilginin veya vakıanın devlet sırrı olduğuna kim karar verecektir? Tabi ki iktidarı elinde tutan ve sır saklamaya ihtiyaç duyan elit kesim bu kararı verecektir.
Sizce bu kesim TBMM’deki Milletvekilleri midir?
TBMM Meclis İçtüzüğü’nün 105. maddesi “Devlet sırları ile ticari sırlar, Meclis araştırması kapsamının dışında kalır” diyor. O halde devlet sırrı son zamanlarda sıkça duyduğumuz siyasi irade’ye de engeldir. Hatta “Benim milletimin seçtiği vekillerden bile devletin sırlarını sakladılar” denebilir.
Bu verilerle bile devlet sırrı, hükümet edenleri yasamanın denetiminden ve yargının şefkatli kollarından saklayan bir kalkan olmuyor mu?
Hangi menfaati korumalıyız?
Kişilere suç isnat etmeden evvel, suçun koruduğu hukuki menfaatin tespit edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. TCK’nun 7. bölümünde düzenlenen bu suçlarda korunmak istenen menfaat devlet denen, bireyler tarafından oluşturulan o irade birliğinin çıkarları mıdır, yoksa belirli bir süre iktidarı elinde tutan kesimin çıkarları mıdır?
Eğer savunduğumuz şey, “kanun koyucunun maksadı iktidarı elinde bulunduranların çıkarlarını korumadır sonuçta onlar devleti temsil ediyor. Aynı şey” ise bu durumda sizin demokrasi anlayışınızı sorgulamanız gerekir. Kaldı ki söz konusu maddeler bu haliyle Anayasamızda yer alan demokratik devlet ve hukuk devleti ilkelerine de aykırıdır.
“Hayır efendim olur mu hiç, amaç devlet denen aygıtı korumaktır” diyorsanız o zaman bende size katılıyorum. Çok mantıklı düşünüyorsunuz. Klasik Hukuk Okulunun kurucusu Carrarra da bizim gibi düşünüyor. Devleti bireyler oluşturuyorsa bireyler ona karşı suç işleyemez diyor.
O halde devlet adına bu kararı 4 yılda bir değişen iktidar mı verecektir yoksa karar mercii “Türk Milleti Adına” karar veren yargı mı olacaktır?
Diğer ülkeler nasıl?
Örneğin İsviçre Ceza Kanunu; hâkim aleni kılınan sırrın önemi azsa her türlü cezadan vazgeçilebilir demiş, geniş bir takdir hakkını hâkime bırakmıştır.
Fransa ceza Kanunu ise devlet sırrını ulusal savunmaya ilişkin sırlar şeklinde açıklamış ve cezalandırma yoluna gitmiştir.
Almanya ise devlet sırrını tanımlamış ve belirli kişilerin ulaşabildiği, devletin dış güvenliğini tehlikeye düşüren olaylar/bilgiler demiştir.
Yapan ne kadar güzel yapıyor değil mi?
Bizim Ülkemizde
Bizde ise devlet sırrı kavramı CMK 47 de düzenlenmiştir. Maddedeki esas sorun devlet sırrını tanımlarken “mili savunma”, “milli güvenlik”, “anayasal düzene tehlike” gibi muallak ifadelerle “devlet sırrı”ndan başka herşeyi tanımlamış olmasıdır.
Maalesef bizim kanun koyucumuz halen, eskilerin deyimi ile efradını cami ağyarını mani bir tanım yapamıyor.
Bunun yanında Anayasamızın 26. maddesi “devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş” bilgilerden bahsetmiş ancak bu usulün ne olacağını söylememiştir. Bir ara “Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı” gündeme gelmişti. Ancak bu tasarıya yönelik eleştirilerim başka bir yazının konusu olabilir. Sonuç olarak, üzülerek söylemem gerekir ki, casusluk mesleği de en az avukatlık mesleği kadar eskidir. Bu yüzden Avrupa örneklerinde olduğu gibi bu hususun “ulusal savunmaya ilişkin” olarak sınırlanması gerekir.
@fuatavni
@fuatavni hesabında kimi zaman cumhurbaşkanının sağlık durumundan bahsediliyor. Peki bu devlet sırrı olabilir mi? Ecevit iktidarının son döneminde sabah, akşam haber bültenlerinde izlediğimiz “Ecevit öldü ölecek” minvalindeki haberler devlet sırrı mıydı? Veya bu bilgiler yüzünden devletin kurumları mı aşağılandı? Geçiniz efendim bunları.
Aklıma gelen bir diğer konu da Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüne ilişkin ‘twit’ler. Bunu okuyan biri olarak, “tabi canım devlet sırrıdır!” desek de, o kişinin yakınları veya ona gönül verenler nezdinde ne kadar kabul görecektir? Bu durumda biz, devletin vatandaşlarını öldürebileceğini ve faillerini sır olarak saklayabileceğini savunmuş olmuyor muyuz?
Son zamanlardaki bir diğer olay da şu: @fuatavni hesabı günler öncesinden Prof. Dr. Saraçoğlu’nun Cumhurbaşkanı başdanışmanı olduğunu söyledi, 2 gün sonra da Cumhurbaşkanlığı bunu açıkladı. Şimdi bu profil suç mu işlemiş oluyor?
Sonuç olarak retweet(RT) suç oluşturur mu?
Yazıda değinilip geçilen, retweet’lerin suç oluşturup oluşturmayacağı sorununu da şu şekilde değerlendiriyorum: örneğin ben, sizin kulağınıza bir tanıdığınızla ilgili hakaret suçunu oluşturan şeyler söyledim. Siz de bunu gittiniz 3. bir kişiye söylediniz. Burada benim işlediğim hakaret suçunun faili siz olabilir misiniz?
-Hukuk fakültesi 1. sınıf öğrencisi cevap veriyor :” suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olur!”
-Alkış!
Bir ihtimal TCK 215’e göre suçun övülmesi suçunu oluşturacağı düşünülse de yine bana göre, facebook iletisini “like”lamak, twitter’da retweet etmek favorilere eklemek kesinlikle övgü anlamına gelmez.
RT suretiyle ancak müstehcenlik, çocuk pornosu gibi suçları işleyebilirsiniz ancak çok şükür şu ana kadar @fuatavni’nin böyle bir paylaşımını görmedim.
Engellemeleri ve sahte hesapları ne yapacağız?
Eğer Türkiye’den giremiyorsanız o zaman siz de Demirel gibi “Demokrasilerde çare tükenmez”, diyerek henüz ileri demokrasinin uğramadığı Kenya, Yeni Zelanda gibi ülkeler üzerinden bu engellenen profillere ulaşabiliyorsiniz. Tabi bizim gibi “ileri demokrasi”lerde çaresizler tüketileceğinden avukat olarak fikrimi sorarsanız size bu illegal yolları kullanmamanızı tavsiye ederim. Gerçekten.
Yazıda değinilien bir diğer sorun da, devletlerin veya şirketlerin sahte hesaplara karşı önlem alması husus. Böyle bir şeye ihtiyacımız mı var?
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2003’te “internette iletişim özgürlüğü deklarasyonu” yayınladı ve 7. maddesinde de; devletler, internet kullanıcılarının kimliklerini ifşa etmeme isteklerine saygı göstermekle yükümlü olduğunu söylüyor. Türkiye henüz üye olmasa da engellediği her hesap ile İHAS’nin 10. maddesini ihlal ediyor.
Şayet bu "ileri demokrasinin" gittiği yer batı ise bu ilkeleri benimsememiz gerekmez mi? Yoksa Sakallı Celal’in dediği gibi doğuya doğru giden bir gemide batıya doğru koşturkça batılı olduğunu sanan ahmaklar mıyız?
Diğer yandan yazıda anlatıldığı gibi sahte hesap açmak insanları suça özendiriyorsa bu mantıkla cinayet haberleri de insanlara cinayete teşvik ediyor diyebiliriz. En iyisi yazıda yer alan bu iddiaya hiçbir şey dememek.
Sonuç olarak
@fuatavni hesabının avukatı değilim. Avukatlık ücretimi karşılamaya parası yeter mi o bile belirsiz. Fakat insanlara hukukçu kimliğiyle gelişi güzel ve yüzeysel bir şekilde suç isnat edilmesi beni biraz rahatsız etti.
Halen devletin sırrı olabilir diyorsanız size de katılıyorum. Sadece askeri bilgiler ve dış güvenliği açısından olmalıdır. Kendi vatandaşına karşı devlet sır saklamamalıdır.
Devletin ise böyle sahte hesaplar peşinde koşması, profilleri engellemeye çalışması bu çağda onu ancak küçük düşürüyor.
Zaten bugünlerde devlet canı sıkıldıkça; yasak ağacın meyvesinden tadar tatmaz edep yerlerinin açık olduğunu fark eden Adem ile Havva’nın cennet yapraklarına sarılması gibi her fırsatta sansüre sarılıyor.
Eğer siz de sahte hesapları engellemek için Av. Meltem Banko gibi “kalıcı ve ayakları yere basan” çözümler arıyorsanız o zaman devletten TC Kimlik numaralarımıza sosyal medya hesapları atamasını isteyin.
Bu şekilde kimin o ateşe odun, kimin su taşıdığını da anlarız.
Av. Erdost Balcı
(1) Yazının aslı: http://www.hukukihaber.net/sanal-casus-fuat-avni-makale,3770.html