Başbakan Erdoğan, önceki akşam Ülke TV'de yayınlanan Sıradışı Özel programında gözyaşlarını tutamadı. Mısır'da, İhvan Lideri Muhammed El Biltaci'nin, darbeci askerler tarafından öldürülen kızı Esma’ya yazdığı mektubu dinlerken gözyaşlarına boğuldu.

Buraya kadar her şey olağan… Elbette ki darbe destekçisi değiliz. Öldürülen kişi de 17 yaşında bir genç kız ve Müslüman! Olmasa da fark etmezdi bizce. Önemli olan bir insanın canına kast edilmesi, hayatının elinden alınmış olması ve bir ailenin kahrolması değil midir?

Programın yayınlanmasından beri gerek görsel gerek yazılı basın, her yerde her dakika Başbakanın gözyaşlarından söz ediyor. Başbakanın Esma için döktüğü gözyaşlarından… Peki ya diğerleri… Öldürülen diğer gençlerimiz, diğer şehitlerimiz, atalarımızın mektupları, şehitlerimiz için yazılan destanlar… 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerinin astığı genç fidanlarımız…

Bu gözyaşları samimi değil, olamaz da. Başbakanın gözyaşları, aklına gelen evlatları içinse, bu Dünyada acımasızca öldürülen tek kişi Esma değildir. Ya da yazılan tek mektup, yakılan tek ağıt, dökülen tek gözyaşı yalnızca Esma’nın babasınınki değildir.

Erdoğan’la halkımızın farkı da bu aslında… Başbakan belli hesaplarla duygusal bir şov sergilerken, çapulcu dediği halkın büyük bir kesimi öldürülen çocuklarına, kardeşlerine ve yurttaşlarına ağlamakta sessizce…

Başbakanın şovu bana 3 mektubu anımsattı. Beni ve eminim ki bu ülkedeki birçok kişiyi ağlatan 3 mektubu... Keşke Başbakan, Mısırlı küçük bir kız için yazılan mektuba ağladığı gibi bu mektuplara da ağlayabilse, bu mektuplar için akan gözyaşlarını da silebilse… Ağlar mı sizce?

Bugün ülkemizde şehit anaları 3 kuruş tazminatla susturulmaya çalışılırken, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale’de hayatını kaybeden Anzak askerleri için kaleme aldığı mektubu anımsadım ilk olarak.

Türkiye’yi Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna temsil ettiği, Avustralya Başbakanı Julia Gillard, Yeni Zelanda Savaş Gazileri İşleri Bakanı Nathan Guy, Avustralya Hava Kuvvetleri Komutanı Hava Mareşal Geoff Brown, Avustralya ve Yeni Zelandalı askerler ile 6 bin Anzak torunu katılımıyla, Arıburnu önündeki Anzak Koyu’nda düzenlenen Şafak Ayini’ninde, törenlerde okunan ve dinleyen herkesi gözyaşlarına boğan mektubunda yer alan;

“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik’lerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

sözleriyle Atatürk Anzak analarının acıları hafifletmiştir. 


Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı mektubu hangi yürek gözyaşlarına boğulmadan dinleyebilir ki…

“Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.

Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.

Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.

Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağını inanıyorum.

Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul´a götürmeye kalkma.

Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.

Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…

Oğlun Deniz…”

Ve yine birçokları gibi beni de gözyaşlarına boğan, Gezi şehitleri Ethem, Ali İsmail ve Abdullah’ın ailelerinin mektupları, acılarını dile getirişleri…

Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın Ramazan Bayramının sabahında Ethem ve Ali İsmail’in annesi ile görüşme haberini okuyan kim gözyaşlarını tutabilirdi. Ben tutamadım ve bu yüzden o Bayram sabahını hiç unutamam.

Ethem’in annesi Sayfı Sarısülük;

“Ne diyeceğimi bilemiyorum. İlk kez yavrumdan ayrı düştüm. Dünden beri gözyaşım durmadı. Çok acı bir şey. Oğlumu öldüren polis içeri dahi girmedi. Ben daha ne kadar yıkılabilirim ki? Allah yardımcım olsun. Sanki zorum ayakta durmak için.

Şu an burada içeri giremiyorum, gözüm kapıda. Sanki oğlum gelecek, seslenecek ‘Anne ben geldim’ diye. Halası, bana ‘İçeri gel’ diyor ama giremiyorum ki... Köydeki evin balkonunda yavrum gelir diye bekliyorum. Ama onu burada da bulamadım. Her tarafım kırıldı. Ben ne yapabilirim kuzum. Bu acıya nasıl dayanacağım? Bu acıyı unutamam.”

Abdullah’ın annesi Hatice Cömert;

“Bayramda herkes çocuğuna sarılacakken ben gidip mezarına sarılacağım. Allah bize bu acıyı yaşatanlara bin katını versin, onlara da evlat acısı yaşatsın.”

Abdullah’ın ağabeyi Zafer Cömert;

“Ailemiz ile devlet arasına kan girmiştir. Kan davası olmuştur. Devlet kardeşimi katletmiştir. 65 gün geçmesine karşın bırakın faillerin bulunmasını, ifadesi bile alınmamıştır. Olayı soğutmayı çalışıyorlar, zamana oynuyorlar. Soruşturmada hiçbir gelişme yok. Eğer böyle giderse şüphelilerin isimlerini bayramdan sonra çıkıp açıklayacağım”

Gözyaşlarımızın farkı bu sayın Erdoğan…

Yeşim TURAN


Atatürk'ün mektubu kemalistgenclik.org sitesinden alıntı yapılmıştır.