Bir de Barolar Birliği’ni. Ama öncelikle kendilerinden izin almak istiyorum. Yoksa had bildiriyorlar.  Sınırlarımı bileyim ki ona göre davranayım.

Nereden mi çıkarıyorum bunu.  İstanbul Barosu’nun 10 Nisan günlü “YARSAV ve Yargıçlar Sendikası’nın 07.04.2015 tarihli açıklamasına yanıt” başlıklı açıklamasından. Okumamış olanlar Baro’nun internet sitesine girip bakabilirler. Ben bu yazıyı yazarken hala sayfanın en üstünde duruyordu.

Hadi, Baro’nun üslubunu bir kenara bırakalım, bunların tarzı böyle. Ama şu YARSAV ve Yargıçlar Sendikası İstanbul Barosunu bu kadar kızdıracak ne demiş ki diye düşünüyorsunuz. O halde YARSAV’ın internet sitesine girip bu açıklamayı da okuyabilirsiniz.

“Yargıç ve savcıların güvenliğini sağlamak zorunda olan ve bu sorumluğunu yargıç ve savcılara silah dağıtarak yerine getirdiğini sanan iktidar, şimdi de yargıç ve savcıların güvenliği için, yargıç ve savcıları arama paradoksu ile karşı karşıya kalmıştır” diye başlayan açıklama bir bütün olarak altına imza atılacak değerlendirmeler içermekte. Zaten İstanbul Barosu da kendi açıklamasında katıldığı noktalar olduğunu söylemekte.

İstanbul Barosu’nun şiddeti açıklamanın sonunda yer alan “bir meslek örgütü olan İstanbul Barosu´nun ya da Türkiye Barolar Birliği’nin, kendi meslek mensuplarının yasal hak ve özgürlüklerini koşulsuz savunmak yerine, yargıç ve savcılarla sefalette eşitlik üzerinden savunuyor olmasının, varlık nedenlerini sorgulatacak biçimde, popülist bir tutum ve yaklaşım olduğunu da not ediyoruz” paragrafından dolayı.

Özetle, İstanbul Barosu ve TBB avukatların üstünü arayın ama yargıç ve savcılarında arayın demişti ya, işte YARSAV ve Yargıçlar Sendikası “herkes aransın olay kapansın" yaklaşımını kabul etmeyeceklerini belirterek gerek yargıç ve savcıların gerekse de avukatların aranmasına karşı çıkmakta.

 

Bu yazının amacı üst aramaları ile ilgili değil. Bu nedenle bu kısmı uzatmayacağım. Ama yağmasa da sık sık gürleyen bir yönetime sahip olan İstanbul Barosu’nun açıklamasında “kurumsal vakar ve sorumluluk duygusu içinde”, “Adliyelerin güvenliği için makul olanı arama çabaları”, “Tarih İstanbul Barosu’nun gerektiğinde nasıl bir kavga verebileceğinin sayısız örnekleriyle doludur. Bunun yakın tarihlerdeki örnekleri henüz belleklerden silinmemiş olup, gerektiğinde daha üst düzeyde tekrarlanacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.” cümlelerini okuyunca acı acı güldüğümü söylemek zorundayım.

İstanbul Barosu’nun tarihinde yer alan mücadele örneklerinin yakınından dahi geçemeyen şu anki yönetimin yakın tarihteki örnekleri nedir diye de sormayacağım. Ama bugün olan bellidir. İstanbul’da ki adliyelerin girişlerinde avukatlara özel güvenlik ve polis tarafından saldırılmakta, avukatlar yaka paça adliyelerden dışarı atılmakta, hakarete uğramakta, tehdit edilmektedirler.  Peki, İstanbul Barosu bu saldırılara karşı ne yapmaktadır? Söylemesi acı ama İstanbul Barosu’nun “protokol” açıklamasından sonra bu saldırılar daha pervasız bir hale bürünmüştür.

Yukarıda Baro’nun üslubunu bir kenara bırakalım yazmıştım. Ama tabi ki bırakmayacağız. Çünkü artık gelinen nokta İstanbul Barosu’nun yaptığı açıklamanın çok ötesindedir ve kabul edilemez bir hale bürünmüş, “Türkiye Adaletini Arıyor” kampanyası çerçevesinde geçtiğimiz Cumartesi günü İzmir’de yapılan mitingde YARSAV ve Yargıçlar Sendikası yok sayılmak istenmiştir.

YARSAV ve Yargıçlar Sendikası’nın bahsi geçen açıklaması sonrasında TBB bu iki örgütü mitingde istemediğini, konuşturmayacaklarını dile getirdi. Ardından mitinge iki gün kala afişlerden yargıç ve savcı örgütlerinin logo ve isimleri çıkartıldı. Nihayetinde, YARSAV ve Yargıçlar Sendikası mitingde konuşturulmadıkları gibi katıldıkları kürsüden anons dahi edilmedi.

 

Eğer tablo yukarıda aktardığım ve bu aktarımdan anlaşıldığı üzere, “TBB kendi etkinliğine ilişkin kararlar alıyor” halinden ibaret olsa, nezaketsizlik der geçersiniz (veya geçmezsiniz). Ancak daha vahim olanı, “Türkiye Adaletini Arıyor” kampanyasının YARSAV ve Yargıçlar Sendikası tarafından düşünülmüş, tasarlanmış ve Bursa Barosu ile planlanmış olması. Barolar Birliği isminin yer alması dışında hiç dahli olmadığı böylesi bir çalışmaya sonrasında bodoslama girmiş, çalışmaya etkisizleştirmiş, yürüyüşü iptal etmiş ve nihayetinde de çalışmanın içini boşaltmıştır. Son İzmir mitinginde kürsüden dile getirilenler de bu hali açık olarak göstermektedir. 

İstanbul Barosu ise baştan itibaren bu çalışmaya mesafeli durmuştur. Hazırlıklarına katılmadığı bu çalışmanın Bursa mitingine otobüs dahi kaldırmayıp İzmir mitingine ise dostlar alışverişte görsün misali bir otobüs kaldırmıştır. İstanbul Barosu üyeleri bu mitinglere kendi çabaları ile katılmışlardır. Ancak her iki mitingde de kürsüde boy gösterilmiş, bir kez daha yağmasa da gürlenilmiştir.

 

Hal böyle iken, kampanyaya yapılan böylesi bir müdahalenin yalnızca nezaketsizlik olarak nitelendirilmesinin eksikli kalacağı açıktır. Çalışmaya el konulmuştur!

Ancak baroların siyasetlerini izleyenler açısından ortada şaşırtıcı bir durum yoktur.

İstanbul Barosu “AKP’ye karşı ulusalcı” ancak esas olarak “liberal” ağırlıklı bir ekip tarafından yönetilmektedir.  

Barolar Birliği Başkanı ise bende hep Süleyman Demirel izlenimi uyandırmaktadır. Sağcıdır. Ancak kendilerine yer bulamayan Adalet Partisi/Doğru Yol Partisi ekibi nasıl CHP üzerinden söz söylemeye çalışıyorlarsa, Barolar Birliği Başkanı da aynısını yapmaya çalışmaktadır.

Baroların siyasetleri de, izledikleri yolda bu yazının konusu değil. Bu nedenle değinip geçmiş olayım. Yalnızca bu yaşananların doğalarına aykırı olmadığını söylemeye çalışıyorum. 

Adalet ve Sosyalizm sitesini takip edenler, yargının bileşenlerinin ortak bir zeminde hareket etmesi ihtiyacını, bunun şartlarının oluşturulması gerektiğini uzunca bir süredir yazıp çizdiğimizi bilirler.  Bunun içinde mahkeme salonları ile sokak arasındaki bağı kurabilecek güçlerin öne çıkması gerektiğini de sık sık vurguluyoruz.

Kanaatimce, bu şartlar oluşmuştur. YARSAV ve Yargıçlar Sendikası attıkları adımlarla buna ciddi katkılarda bulunmuşlardır. Neyse ki avukatlar ve örgütlenmeleri de barolardan ibaret değildir.

Bilgütay Hakkı Durna