İki gün önce aynı televizyonunun ana haberlerinde HSYK Yasasındaki değişiklik önerisiyle ilgili görüşlerini açıklayan Sarıoğlu, bu kez daha geniş bir şekilde değerlendirmelerde bulundu.
Malatya Barosu Önceki Başkanı Av. Selahattin Sarıoğlu, Tutku Eren’in yönelttiği sorular bağlamında şunları söyledi:

-17 Aralık.

O tarihten sonra Türkiye bir alt-üst oluş yaşamakta. Türkiye şoke edici haberlere, olaylara yabancı değildir ama bu farklı bir durum.
Yargı ve ona bağlı kolluk eliyle yürütme organı olan Bakanlar Kurulu’na yönelik başlatılan bu olay, bu yolsuzluk ve rüşvet iddiası olayı tarihte benzeri olmayan bir durumdur. Bütün vatandaşlar 17 Aralık sabahı sarsılmıştır. En çok sarsılan da muhakkak ki Başbakan, Bakanlar Kurulu ve Ak Parti yöneticileri olmuştur.

Çünkü bu Partinin ve Hükümet’inin en dikkat çekici yanı yolsuzluk ve rüşvete giden yolları kesinlikle keseceği yönündeki algıydı.  Banka sahiplerinin kendi bankalarının içini boşalttığı, hortumladığı bir dönemden sonra seçime girmişler ve seçimi kazanmışlardı. İkinci çok önemli bir husus da Ak Parti’nin İslami bir dil kullanmaları her konuya İslami ışıkla yaklaşacakları yolundaki halkı inandırmış olmalarıydı. Ağızlarından
Allah’ın adını, Kuran’ı, duayı düşürmeyen kişilerdi. Yönetimlerinin on ikinci yılının 17 Aralık sabahında Bakan çocuklarının ve partiye yakın kişilerin gözaltına alınmaları, evlerinde ayakkabı kutuları içinde milyon Dolarların, para sayma makinalarının bulunması, bunların fotoğraflarının basında çıkması karşısında bu Hükümet’e inanan, oy verelerin neredeyse küçük dillerini yutmalarına neden olacaktı.

Sayın Başbakan
en iyi savunma saldırıdır diyerek darbe sözcüğüne duyarlı olan oydaşlarını yine bu sihirli sözcükle avlamaya yöneldi. Bu hareketin milli iradeye yönelmiş bir darbe olduğunu, seçimle gelenlerin seçimle gitmesi gerektiğini, Devlet içinde yapılanmış olan bir Paralel Devletin kendilerine komplo kurduğunu en yüksek sesle anlatmaya başladı, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını hiçbir şekilde üstlerine kondurmadan, darbe sihriyle insanları, kendilerine inanıp oy verenleri etkileme ve bu arada da derhal Yürütme ve Yasama gücünden yararlanarak önlemler almaya başladı. İstanbul’dan başlayarak Ankara ve diğer illerde, emniyet teşkilatı içinde operasyonlara girişti. Yüzlerce üst düzey emniyet görevlisinin, genel müdür, daire başkanı, emniyet müdürü gibi görev yapanları görevden aldı, görev yerlerini değişti.
İstanbul’da, bir C. savcısının mahkemeden aldığı arama ve gözaltı kararı emrini kolluk görevlileri yerine getirmediler.
Savcının emri ve mahkeme kararı boşlukta kalmıştı. Yasa yürümüyordu.
Cephede, komutanın emrini maiyetindeki askerlerin dinlenmemesi gibi bir şeydi, tarihin yazmadığı bir şeydi.

Ben bu televizyonda, soruşturmadan, kaymakamın, valinin, bakanın haberdar edilmesi gerektiği görüşünün gülünç olduğunu söylediğimin ertesi günü Adli Kolluk Yönetmeliğinde değişiklik yapılarak haberdar etme zorunlu hale getirildi. Neyse ki
TBB’nin açtığı iptal ve yürütmenin durdurlması istemli davada Danıştay derhal yürütmenin durdurulmasına karar verdi.

-HSYK.

Hükümetin kendinden olmayanları, işine gelmeyenleri etkisiz hale getirme, ayıklama,
kendine bağlama operasyonu olarak değerlendiriyorum. Bu değişiklik teklifi Anayasanın 2, 9, 138 ve 159. maddelerine açıkça aykırı. HSYK yargı bağımsızlığının adeta beyni adeta simgesi. Bu değişiklikle Hükümetin bakanına bağlanıyor. Yani savaş, seferberlik durumlarında dahi olamayacak denli evrensel hukuka aykırı hükümler içeriyor.

-Düğmeye basma.

Şimdi Türkiye gibi ülkelerde yönetim değişiklikleri, iktidar değişiklikleri iç dinamiklerin değil daha çok dış dinamiklerin tercihleriyle oluyor algısı var.
‘Dış dinamikler Türkiye’nin iç dinamiklerine bin basar.’ diye bir tanınmış kişinin sözünü biliyorum.

Sayın Tayyip Erdoğan 2002 seçimi öncesi miting için
Malatya’ya geldiğinde balkonda oturmuş caddeden geçmekte olan Erdoğan’ın içinde olduğu Parti otobüsüne vatandaşların atlamaları, etrafında salkım saçak olmalarına bakıp yazdığım köşe yazısında
“Tayyip Erdoğan, ne zaman, Erbakan gibi, Türkeş gibi, Demirel gibi, Ecevit gibi bir lider oldu.” diye yazmıştım.

Bakın on iki yıldır iktidarda. Şimdi şöyle bir komplo teorisi oluşturmaya çalışalım: Dış dinamikler, Tayyip Erdoğan gittikçe güçleniyor, muhalefet etkisiz, medya susturulmuş, üniversiteler, ordu, yargı dağıtılmış. Gezi gibi kitlesel eylemler şiddetle bastırılmakta. Ak Parti içinde Erdoğan’a kaşının üstünde kara var diyecek kimse yok. Böyle giderse bir
Kaddafileşme sonucuyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu Hükümet’e, Ak Parti’ye oy veren insanların fikrini öyle yazıyla, çiziyle, sözle, toplantı, mitingle değiştirmenin olanağı en azından kısa vadede yoktur.

Peki, ne yapmalı, Tayyip Erdoğan’a, Ak Parti’ye inananları
sarsacak, şoke edecek olgu ve olaylar gerekir. İşte yolsuzluk, rüşvet gibi yüz kızartıcı suçların İslamiyet’i  ağzından düşürmeyen bir Partinin bakanları, ileri gelenleri eliyle yapıldığı ortaya çıkarılırsa seçmen sarsılır ve bu sarsıntı sürecinde düşünceleri değişir..
Böyle bir düğmeye basma sözkonusu olabilir elbette.

-Dershaneler.

Şu hususu izninizle açıklamak isterim: Dershanelerin kapatılması projesi bana aittir. 2001 yılında CHP’ye göndermiştim.
Dershaneler kapatılsın, fakir halkımızın paraları ve umutları boş yere dershanelerde tüketilmesin demiş ve yatırım yapmış olan dershanecileri mağdur etmemek için de isteyenlerin Devlet desteği de verilerek özel okullara dönüşebilmesine de olanak verilmelidir demiştim. Bu projem CHP’nin PUSULA 07 kitapçığında aynen yer almıştı.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye çapında haber oldu. Fakat ben bu açıklamayı yaparken, kamuoyunda söylendiği gibi
Başbakan’nın,  Sayın Fetullah Gülen parasal kaynağını kurutmak, böylece onları kıskaca almak, sıkıştırmak gibi bir düşüncesinin olduğuyla ilgili bir duyumum yoktu. Ama, Sayın Başbakan benim projemi halkın, fakir fukaranın değil, kendi Parti amaçları doğrulturunda kullanmakta olduğundan kuşkulandım.

Şimdi hemen burada, düğmeye basma konusunda aklıma hemen şu geliyor, madem ki bu
Hükümet-Cemaat Çatışması dershane kapatma açıklamasından sonra geldi, öyleyse başbakanın parmağını düğmeye bastıran kimdir? Buna göre, bir dış oyun, bir darbe söylemi, komplo teorisi ortadan kalkmış, çürümüş oluyor.

-Paralel Devlet.

Sayın Başbakan Paralel Devlet diyor. Paralel Devlet, devlet içinde devlet demek. Bir yanda Anayasa ve yasalarla çerçevesi ve işleyişi belirlenen, hiyerarşik, sıradüzen işleyişi olan kağıt üzerindeki hukuksal devlet; diğer yanda başka bir merkezce yönlendirilen, kendine göre amaçları, hedefleri olan
illegal, hukuk dışı bir başka devlet.  Tabii ki, bu yapılanış devletin doğasına aykırı.

Başbakan bunu her yerde, her ortamda üzerine basa basa söylüyor. İleri giderek, orduya
kumpas kurulduğunu, ayarlanmış mahkemelerle, savcı, hakimlerle, uydurulmuş delillerle yargılamalar yapıldığını söylüyor.
Bu çok ciddi bir sav.
Nasıl yolsuzluk ve rüşvet savlarının kanıtlanması gerekirse, varsa bu yapının da ortaya çıkarılması gerekir.
Islak imza konusunda, TUBİTAK Bilirkişi Raporunda bu imza ıslak değildir diyen bilirkişiler TUBİTAK’taki görevlerinden uzaklaştırılmışlardı. Şimdi ıslak imza diyenler uzaklaştırıldı, önce görevden alınanlar geri görevlerine getirildi. Bu durum çok ilginç değil mi?

Ben, Sayın Başbakan’ın sözlerine bakarak şunu söylüyorum, eğer öyleyse, kumpas kurulup, mahkemeler ayarlanıp, sahte deliller uydurulup o komutanlar, o akademisyenler, o yazarlar yargılandılarsa, yargılanmaktaysalar,
BU MAHKEMELERİN O YARGILAMALARDA VERDİKLERİ KARARLARI YOK HÜKMÜNDEDİR.
Bu insanlar daha fazla mağdur edilmeden serbest bırakılmalıdırlar.
Çünkü Anayasamız Devletin yargı görevinin bağımsız mahkemeler eliyle yerine getirileceğini söylemektedir.
Öyleyse eğer 
bu mahkemeler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değil Paralel Devletin Mahkemeleridir.

-Ceza soruşturmasının gizliliği.

Evet doğru. Soruşturmanın gizliliği esastır. Ama şöyle düşünün, 17 Aralık sabahı bakan çocukları, yakınları gözaltına alınıyor, evlerinden alınıp polis merkezlerine getiriliyor.
Ardından, Hükümet savunmaya geçiyor, yolsuzluk, rüşvet iddiası hükümetimize karşı komplodur, darbedir diyor.  Peki bu durumda ne olacak?
Halk kime inanacak? Önemli kısmı Başbakan’a inanacak. O zaman da soruşturma boşlukta kalacak.  Bu durumda soruşturmayı yapanlar da çeşitli yöntemlerle kamuoyuna bilgi, belge sızdıracak.
O
ayakkabı kutuları içindeki paraların, para kasalarının, para sayma makinalarının fotoğrafları bu amaca hizmet ediyor. Kaldı ki, olağan hallerde vatandaşın haber alma hakkı da vardır; soruşturmanın gizliliğine zarar vermeden elbette.

-Sonu.

İçindeki her kökenden bireyiyle Türk Milleti
öyle sıradan, köksüz bir Millet değildir.
Tam tersine, tarihin derinliklerinden süzülmüş gelmiş, engin deneyimleri , birikimleri olan, tarihin akışına yön vermiş bir Millettir.
O nedenle yolsuzluk yoktur, rüşvet yoktur, seçilmiş hükümete darbe vardır, paralel devlet.. sözleri ile para kasaları, para sayma makinaları, ayakkabı kutuları içinde milyon dolarları birlikte değerlendirip, tüm gelişmeleri, tüm süreci de birlikte değerlendirip
bir senteze varmasını bilecektir.
Buna, Milletin sağduyusu denir ki en doğrusu budur.
Bu yargı, geçmiş tüm seçimlerde olduğu gibi gelecek tüm seçimlerde de belirleyici olacaktır. Diğer etkenlerle birlikte biçimlenecektir.

-Son söz.

Geçmişte ara rejimler, darbelerle ilgili bir açıklamamda ‘İlimizin, ülkemizin gökyüzünden yaz kış, gece gündüz hukuk güneşi eksilmesin.’ demiştim.
Şimdi de,
‘Sürekli hukuk, yüzde yüz hukuk devleti.’ diyorum.


http://www.selahattinsarioglu.com