GEÇENLERDE Hürriyet arşivlerine göz gezdirirken 10 Ocak 1983 tarihli gazetenin birinci sayfasındaki bir haber dikkatime takıldı. Haber, “Yüzde 10 alamayan parti parlamentoya giremeyecek” başlığını taşıyordu.

12 Eylül cuntasının demokrasiye geçiş sonrasında Türkiye için öngördüğü yeni siyasal tasarımın önemli bir düzenlemesini konu alıyor bu haber.
Bu başlığı, hemen yanında dönemin Devlet Bakanı Prof. İlhan Öztrak'ın bir açıklaması destekliyor. Prof. Öztrak, “Seçim yasasıyla küçük partileri önleyeceğiz. Çok küçük partiler ülkeye istikrar getirmiyor” diye konuşuyor.
YÜZDE 10'A MUHALEFET YÜKSELİYOR
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen hafta Strasbourg'da Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'ne “Yüzde 10 barajını biz koymadık” diye seslenirken işaret ettiği adres aslında 12 Eylül askeri rejimidir.
Erdoğan “Biz ülkemizin istikrarı, güveni için bu böyle bir adımı devam ettirme kararı almışız” derken, Prof. Öztrak'ın 12 Eylül döneminde telaffuz ettiği “istikrar” temasıyla aynı dalga boyunda buluşmuş oluyor.
Gelgelelim, 12 Eylül'ün getirdiği ve Erdoğan'ın da sahiplendiği yüzde 10 barajı, 2011 Türkiye'sinde muhtelif sakıncalarının yanı sıra Kürt sorununun çözümünü de zorlaştıran en acımasız, haksız antidemokratik engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Yüksek Seçim Kurulu'nun bağımsız BDP adaylarıyla ilgili kararının yol açtığı krizin bir sonucu da bu partinin üzerinde asılı duran yüzde 10 baraj engelini yeniden canlı bir tartışma konusu haline getirmiş olmasıdır.
Türkiye, bir kez daha bir genel seçime 12 Eylül askeri rejiminin tuğrasını taşıyan bir barajın gölgesi altında girmekte, bunun demokrasiye, çoğulculuğa yakışmadığı ve artık düzeltilmesi gerektiği yolundaki sesler toplumda her zamankinden daha yüksek bir sesle dillendirilmektedir.
SEÇMENİN TEMSİL HAKKINDA GERİDEYİZ
Barajın düşürülmesi bir demokrasi talebi olarak dile getirilirken, Başbakan Erdoğan'ın geçen hafta Strasbourg'da “Yüzde 10 barajını indirmek veya indirmemek demokrasi ile ilintili bir konu değildir” şeklindeki açıklamasının isabet derecesi çok tartışmalıdır.
Temsil hakkı ve seçimde adalet demokrasinin alfabesinde yer alan temel kavramlardır. En iyisi, hükümetin Anayasa değişikliği ve demokratikleşme gibi konularda sıkça referans aldığı ve görevi Avrupa'da hukuk değerlerini yüceltmek olan Venedik Komisyonu'nun bu konudaki ölçütlerine başvurmak.
Venedik Komisyonu geçen yıl kabul ettiği seçim barajlarıyla ilgili raporunda da “yönetme yeteneği” ile “seçmenin temsil hakkı” arasında “tatmin edici bir denge” kurulması gerektiğini belirtmiş ve getirdiği ölçütlerle Türkiye'yi bu denge eşiğinin altında bırakmıştı.
Bu raporun en önemli noktalarından biri, Avrupa Konseyi'ne üye ülkelerde en yüksek seçim barajının yüzde 10 ile Türkiye'de olduğunu vurgulamış olması. Rapora göre, Başbakan'ın geçen hafta Strasbourg konuşmasında sarf ettiği “Şu an Avrupa'da yüzde 8, yüzde 7 barajı da var” şeklindeki sözleri yanlış değil. Yüzde 8 değil ama yüzde 7'lik baraj var. O da Rusya'da.
Ama biz isterseniz rol modeli olarak Putin'in Rusya'sına değil, rapordaki diğer şu örneklere bakalım:
Yüzde 5 barajı: Almanya, Belçika, Estonya, Gürcistan, Macaristan, Moldova, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya,
Yüzde 4: Avusturya, Bulgaristan, İtalya, Norveç, Slovenya, İsveç,
Yüzde 3: İspanya, Yunanistan, Romanya, Ukrayna,
Yüzde 2: Danimarka,
Yüzde 0.67: Hollanda.
Barajsız ülkeler: İsveç, Finlandiya, İrlanda, İzlanda ve diğerleri...
TÜRKİYE ‘AZ YERLEŞMİŞ DEMOKRASİ' Mİ?
Venedik Komisyonu'nun “yerleşmiş demokrasiler” (established democracies) için önerdiği baraj eşiği yüzde 3 ile yüzde 5 arasında bir sınırdır.
Komisyon, “az yerleşmiş demokrasiler”de (less established democracies) ise yüzde 10'u geçmemesi gerektiği söylüyor. Burada kastedilen Berlin Duvarı'nın çöküşünden sonra demokrasiye geçen Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleridir.
Venedik ölçütleri açısından baktığımızda, Başbakan yüzde 10 barajını sahiplenirken, kendi ifadesiyle “ileri demokrasi Türkiye”yi “yerleşmiş” değil “az yerleşmiş demokrasiler” ligine düşürdüğünü fark etmiyor herhalde.

Önemli Not: Venedik Komisyonu'nun seçim barajı konusunda 13 Mart tarihinde kabul ettiği rapor ve Avrupa Konseyi'nin bu konudaki muhtelif karar ve belgelerine venice.coe.int/docs/2010/CDL-AD(2010)007-e.asp linkinden ulaşılabilir.