Yeryüzünde, çocukları diri diri yakarak öldürmeyi haklı gösterebilecek hiçbir kutsal dava yoktur.
En kutsal amaç bile o çocukların tutuşup eriyen etleriyle, kemikleriyle birlikte dünyanın en büyük alçaklığına döner.
Gaziantep’te o bombayı kim koyduysa insanlık tarihinin en sefil eylemlerinden birini gerçekleştirdi.
Böylesine bir insan düşmanlığını sevinçle gerçekleştirecek psikopatları bünyesinde tutan her örgüt de o psikopat kadar insanlıktan kopmuştur.
Şu anda bunu kimin yaptığını bilmiyoruz.
PKK “ben yapmadım” diyor.
PKK yönetimi “rol modeli” olarak Türk devletini kabul ettiği, anayasasıyla, “tek adam, tek parti” düsturlarıyla Türk devletinin “kuruluş” günlerine delice hayran olduğu için bu devletin her türlü hastalığını, bu arada yalancılığını da devraldı.
Bizim eski Genelkurmay gibi çok rahat yalan söylüyor.
Taksim bombasında da “biz yapmadık” demişti, sonra “TAK yaptı” dedi, sanki TAK başka bir şeymiş gibi.
Ne bu devlete, ne bu PKK’ya inanıyorum.
Başka hiçbir devlet kuruluşu tarafından doğrulanmayan Başbakan’ın “115 PKK’lı öldürdük” böbürlenmesiyle, BDP’lilere sarılan PKK’lının “100 asker öldürdük” böbürlenmesi arasında bir fark yok.
Ölümden medet umdukça, öldürmekle övündükçe ölümler artıyor.
Antep’te yanarak ölenlerden biri bir buçuk yaşında.
Kim yaptı bunu?
PKK doğru söylüyorsa eğer geriye iki ihtimal kalıyor, Suriye istihbaratı ile Türk derin devleti.
Bu üçünden biri yaptı.
Belki de bunlardan ikisi birleşerek yaptı, belki de üçü birleşip yaptı.
O bombayı oraya yerleştiren psikopat yakalanana kadar kesin bir şey söylemek mümkün değil, gerçek suçlu ortaya çıkana kadar üçü de “şüpheli” olarak dürüst insanların vicdanlarında bir soru işaretiyle birlikte duracaklar.
Üçü de bu tür sefil eylemlerden sabıkalı çünkü.
Her kim yaptıysa Türkiye’deki gerginliği ve düşmanlığı daha da arttırmak için yapıyor bunu.
Hepimizi bir kan deryasında boğacak bir Kürt-Türk savaşı çıksın istiyor.
Bu olmayacak.
Zirvelerde duranların insafsızlığı, insan düşmanlığı, bu ülkenin halklarında yok çünkü.
Dün Uludere’de askerleri taşıyan bir minibüs devrildi.
Dere yatağına uçan minibüsteki ölülerle yaralıları taşıyanlar Uludereli Kürtlerdi, aralarında biri bombardımanda oğlunu kaybetmişti.
Hiç duraksamadan yardıma koşmuşlardı.
İnsan olmak böyle bir şeydir, bir acı karşısında yardıma koşmaktır.
Çocukları yakanlar, bu vicdanlı insanları birer canavara çeviremeyecekler.
Ama bu canavarların ortada rahatça dolaşmasına imkân vermeyecek bir iklim yaratmak gerekiyor artık.
Gerginliği azaltmak gerekiyor.
Emrinde on binlerce polis olan bir İçişleri bakanının bütün köşe yazarlarını tehdit ederek “o yazıları senin ağzına tıkarım” dediği bir ülke gerginlikten kurtulmaz, bir İçişleri bakanı böyle haddini hukukunu bilmez bir densizlikle konuşursa, bundan böyle insanlar için bir trafik çevirmesinde tutuklanmak da, “havaya sıkılmış” bir mermiyle enseden vurulmak da olağanlaşır.
Sürekli şiddeti öven, yenmekten, ezmekten, öldürmekten söz eden bir başbakan, ipin ucunu bu yandan böyle sert bir şekilde çekerse, gerginlikten medet umanlar da öbür tarafından çekerler ve o ip sonunda hepimizin boğazına dolanır.
Şu anda, güneydeki üç komşumuz da Türkiye ile itişiyor.
Üç Şii ülkeyle Türkiye arasında gizli bir mezhep savaşı var gibi gözüküyor, eğer ülkenin içini gerginlikten kurtaramazsanız bu “gizli savaş” her fırsatta Türkiye’nin içinden başını gösterir.
Türkiye’nin eşitliği ve adaleti sağlaması tek kurtuluştur.
Birinci adım olarak, “aynı ülkede yaşayan Kürtlerle Türkler aynı haklara sahip olmalı”, bu adımı atmadan Türkiye’de gerginlikleri, çatışmaları durdurmak mümkün değil.
Şu anda Türkiye’nin bizzat kendi iktidarı tarafından içine sokulduğu bu gergin ortam, Türk, Kürt, Suriyeli her psikopata, yanan bebeklerden zevk ve yarar çıkartacağı büyük bir ölüm lunaparkı yaratıyor.
Herkesi “ezmekle” tehdit etmek, insanların inançlarını aşağılamak, ırklar arasındaki farkları savunmak, herkese bela getiriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar ülkenin bu gerginliği taşımasının ihtimali yok.
Şiddetle, askerle, polisle gerginliğin önlenemeyeceği, Antep’te patlayan bombayla, Şırnak’ın sadece 15 kilometre ötesinde PKK’lı gerillaların gösteriler düzenlemesiyle ortaya çıkıyor.
Her ırkın “eşit” olması, kimse için “yenilmek” anlamına gelmiyor, ırkçılıktan vazgeçmek, gelişmek, demokratlaşmak anlamına geliyor.
Bütün ülkenin “Uludere köylüleri” gibi vicdanlı olabilmesi, Antep katliamını gerçekleştiren psikopatların hayat sahasını kaybetmesi anlamına geliyor.
Hayatımız alçaklara lanet okumakla mı geçecek?
O alçakların yaşayamayacağı bir ülkeyi kurmak hiç mi aklımıza gelmeyecek?