Prof. Dr. Ersan Şen & Av. Beyza Başer yazdı;
İnsan için en önemlisi umuttur.
Bu nedenle; haksızlığa uğradığını iddia eden için hak arama hürriyeti, bağımsız ve tarafsız yargı, dürüst yargılanma hakkı gibi kavramlar icat edilmiştir. Umudun tükendiği, umut yollarının kapandığı, keyfiliğin hakimiyet kazandığı, çare yollarının neler olduğunun belirsizleştiği toplumlarda; hukuk devleti ve hukuk düzeni, umut hakkı gibi ayakta durması şart olan kaidelerin anlamlarını ve inandırıcılıklarını yitirmeye başladıkları görülür. Sistem devam etmeli, çark işlemeli, müesses nizam varlığını sürdürmelidir.
Hukuki belirsizlik, öngörülemezlik ve bilinmezlik kabul edilemez. Hukuk devletinde kişi hangi yargı yoluna başvuracağını bilebilmeli ve hak arama hürriyetini kullanabilmelidir. Hukuki öngörülebilirlik ve bilinirlik, hukuk düzeninin devam ettiği ve “hukuk devleti” ilkesinin geçerliliğini koruduğu olağanüstü hal dönemini de kapsar.
15 Temmuz 2016 tarihinden sonra başlayan ve yargının iş yükünü artıracağı anlaşılan ihtilaflarda üç süreç dikkati çekmektedir. Sorun; bu süreçlerin hangileri olduğu değil, hak arama hürriyeti kapsamında yargı yollarına nasıl başvurulacağının belirsizliğinden ve karmaşıklığından kaynaklanmaktadır. Bu yollar; Ceza Yargısı, Anayasa Yargısı ve İdari Yargıdır.
Bunlardan yine en belirgin olanı Ceza Yargısı gözükmektedir. Başlamış soruşturmalar ve bu kapsamda soruşturulanlar ile açılacak davalar, nihayetinde şahsi kusur sorumluluğu, suçta ve cezada kanunilik, suçsuzluk/masumiyet karinesi ve dürüst yargılanma ilkelerine göre yürütülecektir. Elbette Ceza Yargısı, kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması bakımından en sert olanıdır. Ceza Yargısının kurallarının doğru dürüst kullanılmadığı, keyfi uygulandığı durumlarda, hukuk güvenliği ve savunma haklarının korunduğundan bahsedebilmek mümkün olamayacaktır. Ceza Yargısında öngörülemezlik ve bilinmezlik, insanların ne zaman ve hangi iddia ile muhatap olacaklarını bilememesinden kaynaklanır. Esasında Ceza Yargısının yol açabileceği endişe her zaman varsa da, olağanüstü hal ve sıkıyönetim dönemlerinde insanların korku ve kaygılarında artış olduğu bir gerçektir. Bundan dolayıdır ki; savunma hakkına, hak arama hürriyetinin aktif kullanılabilirliğine, hukukun evrensel ilke ve esaslarının korunmasına olağanüstü hal döneminde daha fazla gerek duyulur.
Anayasa Yargısı; olağanüstü hal dönemlerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere karşı iptal davası açılmasının mümkün olup olmadığı tartışmasının yanında, esas olarak kişilerin Anayasa Mahkemesi’ne yapacakları bireysel başvurularda kendisini gösterecektir. Herkes, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında olan hak ve hürriyetlerinin kamu otoritesi tarafından ihlal edildiği iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne, başvurusuna konu karar veya işlemin tebliğ veya usule uygun tefhiminden itibaren 30 gün içinde başvurma hakkına sahiptir. Kişi bu başvurusunu; doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne giderek yapabileceği gibi, bulunduğu yer mahkemelerinden birisi vasıtasıyla da gerçekleştirebilir. Ancak bu başvuru, asla bir klasik dava açıp takip etme düzenini kapsamaz. Esas olan iç hukukta öngörülen olağan yargı yollarının tüketilmesi olsa da, KHK’lara konu ihraç tasarrufları yönünden mahkemeye erişim hakkı engellendiğinden bahisle doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulabileceği de kabul edilmektedir. Olağanüstü hal döneminde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı askıya alınmamış olup, hak arama hürriyeti ve hukukilik denetimi varlığını korumaktadır. Örneğin, pasaportları KHK ile iptal edilenler de seyahat hürriyetinin engellendiğinden bahisle bireysel başvuruda bulunabilecekleri söylenebilir. Ancak bu kişiler hususi pasaport alabilmekte iseler, seyahat hürriyetinin ihlal edilmediği gerekçesiyle başvuruları hakkında kabul edilemezlik kararı verilebilir.
İdari Yargı ise, idari işlemin beş unsuru olan yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden kişilerin hak ve hürriyetlerini etkileyen tasarrufların (idari karar ve işlemlerin) yerindeliğini değil de, hukukiliğini denetleyen mekanizmadır. Olağanüstü hal döneminde idari yargı yolu açıktır, fakat yürütmenin durdurulması kararı verilmesi yolu kapatılmıştır. Belirtmeliyiz ki, 667 sayılı KHK’dan sonra çıkan KHK’lara konu ihraçların doğrudan idari yargı yoluna konu edilemeyeceği, bunlar için önce ilgili idari makama başvuru prosedürünün tatbik edileceği söylense de, henüz yargıda tecrübe edilmemiş bu konuda farklı fikirlerin olduğu, genel düzenleyici işlem olan KHK’ya konu edilen bireysel tasarruflara karşı başvurulabileceği savunulmaktadır. Bu konuda, kimisi Danıştay’a gidilebileceği ve kimisi de idare mahkemelerine başvurulabileceğini belirtmektedir. Aşağıda bu konu ile ilgili ayrıntılı açıklama yapılacaktır.
Olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK’larda meslekten ihraçlar yönünden iki usul tatbik edilmiştir:
Birincisi; hakimler ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi’nde görev alan üyelerin ihraçlarında tatbik edilen usuldür ki, bu husus 667 sayılı KHK’nın 3. maddesinde gösterilmiştir. Benzer hüküm, “Kamu görevlilerine ilişkin tedbirler” başlıklı 667 sayılı KHK’nın 4. maddesinde de yer almaktadır.
Bu maddelere göre; terör örgütlerine veya milli güvenlik kurulu tarafından Devletin milli güvenliğine karşı faaliyete bulunduğu tespit edilen yapı, oluşum veya topluluklara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin, meslekte kalmalarına uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilecektir.
667 sayılı KHK’da öngörülen usul, meslekten ihraçların idari tasarruflarla, bir başka ifadeyle ihraç edilecek kişinin çalıştığı kurum veya kuruluş tarafından düzenlenecek bireysel idari işlemlerle gerçekleştirilmesidir.
İkincisi; meslekten ihraçlarda 668, 669, 670 ve 672 sayılı KHK’larda farklı bir metod izlenmiş ve genel düzenleyici tasarruflarda ilk defa ekli listelere yer verilmek suretiyle kimlerin kamu kurum ve kuruluşlarından ihraç edileceği isimleri ile ilan edilmiştir. Böylece, bir yasama tasarrufu sayılan ve bu yönüyle “genel düzenleyici işlem” niteliği taşıyan KHK’larla bireysel işlemlerin tesis edilmesi yolu izlenmiştir.
667 sayılı KHK ile sonradan çıkarılan KHK’lar arasındaki bu farklılık, ilgili kişilerin başvurabileceği kanun yollarını birbirinden farklı kılmaktadır. KHK’larla meslekten ihraç edilen birçok kişi hangi kanun yoluna başvurması gerektiği konusunda tereddüt yaşamaktadır. Bu yazı; KHK’lar ve idari işlemlerin hukuki niteliği ile kanun yolları değerlendirilerek, ilgililerin başvurabileceği yöntemlerin ortaya koyulması amacıyla kaleme alınmıştır.
I- 667 sayılı KHK Kapsamında Meslekten İhraç Edilenler
Yukarıda izah edildiği üzere, 667 sayılı KHK ile terör örgütlerine veya milli güvenlik kurulu tarafından Devletin milli güvenliğine karşı faaliyete bulunduğu tespit edilen yapı, oluşum veya topluluklara üyeliği, mensubiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin, meslekte kalmalarına uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Dolayısıyla, bu kişilerin çalıştığı kurum veya kuruluş tarafından düzenlenecek bireysel idari işlemlerle meslekten ihracına karar verilecektir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasında idari dava türleri açıklanmış, bir idari dava türü olan “iptal davası” açılabilmesi için ortada yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden birisi ile hukuka aykırı olduğu iddia edilebilecek bir “idari işlem” bulunması gerektiği düzenlenmiştir.
667 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeye göre meslekten ihraçlar ilgili kişinin çalıştığı kurum veya kuruluş tarafından verilen ihraç kararı ile gerçekleştirileceğinden, ortada iptal davasına konu olabilecek bir idari işlem bulunacağı, ilgilinin kurum veya kuruluş tarafından verilen ihraç kararına karşı kararın tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde idare mahkemesine başvurabileceği tartışmasızdır.
KHK uyarınca alınan idari karar ve yapılan idari işlemlere karşı açılan davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi yasaklanmıştır. Görüleceği üzere, 667 sayılı KHK m.3 ve 4 uyarınca meslekten çıkarılmalarına karar verilenlerin iç hukukta yargı yoluna başvurma hakları vardır. Bu kişiler, iç hukukta öngörülen olağan kanun yollarını tüketmedikçe Anayasa Mahkemesi’ne ve ardından İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurma hakkına sahip olamazlar.
667 sayılı KHK kapsamında meslekten ihraç edilenler yönünden iç hukuk yollarının tüketilmesinin uzatılmaması ve hak arama hürriyetinin etkin şekilde kullanıldığının, yani idari tasarrufların hukukilik denetiminin layıkı ile yapıldığının, idari işlemin unsurları yönünden denetlenmesi ve buna ilişkin değerlendirmelerin dava dosyalarında yer alması şarttır.
667 sayılı KHK m.3 ve 4’e göre mesleklerinden ihraç edilenlerin, yeni bir KHK’ya veya kanuna ihtiyaç olmaksızın kendilerini ihraç eden kurumun veya yargının kararı ile görevlerine dönebilmeleri mümkündür. Bu durumda ilgili; haksız ihraç edildiğinden bahisle mesleğe dönebilecek, geçmiş tüm özlük hakları ile geleceğe ilişkin tüm haklarını geri kazanacaktır. Bu yönü ile 667 sayılı KHK m.3 ve 4, diğer KHK’larda yer alan ve isimli olarak ihraç edilenlerden ayrı tutulmalıdır. Çünkü genel düzenleyici bir işlem olan KHK’da bireysel tasarrufa tabi tutulan ve meslekten çıkarılan ilgilinin mesleğe geri dönüşü, ancak yeni KHK veya kanun veya KHK’nın ilgili hükmünün Anayasaya aykırılığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespiti ile mümkün olabilir.
II- Diğer KHK’ların Ekli Listelerinde İsimleri Yer Alanlar
Meslekten ihraçlarda 667 sayılı KHK’dan farklı bir yöntem benimsenen 668, 669, 670 ve 672 sayılı KHK’larda ilk defa ekli listelere yer verilmek suretiyle kimlerin kamu kurum ve kuruluşlarından ihraç edileceği ilan edilmiştir. Böylece, bir yasama tasarrufu sayılan ve bu yönüyle “genel düzenleyici işlem” niteliği taşıyan KHK’larla bireysel işlemlerin tesis edilmesi yolu izlenmiştir. Bu yöntem, ilgilinin meslekten ihraç edilmesi için çalıştığı kurum veya kuruluşun karar alması, yani idari bir işlem düzenlemesi zorunluluğunu ortadan kaldırmıştır.
Yukarıda bir iptal davası açılabilmesi için, ortada idari bir işlem bulunması gerektiği açıklanmıştı. 667 sayılı KHK’dan sonra çıkarılan KHK’larda ekli listelere yer verilmek suretiyle ilgili kişiler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan ihraç edildiğinden, ortada idari davaya konu edilebilecek bir idari işlem bulunmamaktadır. Çünkü KHK’lar idari işlem değil, genel düzenleyici işlemlerdir.
Bu noktada, KHK ile doğrudan ihraç edilen kişilerin başvurabileceği iki yöntem bulunmaktadır;
Birincisi; KHK ile mahkemeye erişim hakkı başta olmak üzere, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin güvencesi altında bulunan varsa diğer hak veya hürriyetinin ihlal edildiğinden bahisle, KHK’nın yayımlandığı tarihten itibaren 30 gün içerisinde doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulabilir, Yüksek Mahkeme talebi reddettiğinde de ilgili bu başvurusuna konu ihlal iddiasını İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne taşıyabilir.
İç hukukta mahkemeye erişim hakkının engeli; hem anayasal ve hem de yasal düzenlemelerle mahkemeye başvurunun yasaklanması nedeniyle başvurunun yapılmaması veya yapılamamasını ve hem de iç hukukta yapılan bir başvurunun mahkemeye erişim hakkı yasaklandığından bahisle reddini kapsar.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Büyük Dairesi 23.06.2016 tarihli ve 20261/12 başvuru numaralı Baka - Macaristan kararında, başvurucunun iç hukukta mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından bahisle doğrudan yaptığı başvuruyu kabul etmiş ve bu kısıtlılığın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile güvence altına alınan dürüst yargılanma hakkının ihlali olduğu sonucuna varmıştır.
Mahkeme; somut olayın özellikleri doğrultusunda mahkemeye erişim hakkının, dava konusu düzenlemenin kabul edildiği süreçte değil, bu süreçten önce de kısıtlanıp kısıtlanmadığının değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir. Aksi bir yaklaşım, başvurucunun hakkına müdahale teşkil eden düzenlemenin aynı zamanda başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenmesinin yasal dayanağı olabileceği anlamına gelecektir. Bu husus; üye devletlerin sözkonusu uyuşmazlıkları yargı denetimi kapsamı dışında bırakan geçici yasal düzenlemeler yaparak, kamu çalışanlarının bireysel uyuşmazlıklarda mahkemeye erişim hakkını engellemelerine imkan sağlayabilecektir.
Somut olayda, başvurucunun süresinden önce Yüksek Mahkeme Başkanlığı görevinin sona erdirilmesinin yargısal denetimi yapılmamış olup, bu husus yargı yetkisi bulunan herhangi bir merciin denetimine de açık tutulmamıştır. Yargı denetimi yoksunluğu, “hukukun üstünlüğü” prensibine uygunluğu konusunda şüphe uyandıran bir düzenlemenin sonucudur.
Sonuç itibariyle Mahkeme; başvurucunun şikayetini kabul edilebilir bulmuş, dürüst yargılanma hakkının demokratik bir toplum düzeninde gerekli olan hallerde sınırlandırılabileceğini, fakat somut olayda sınırlandırmanın demokratik bir toplum düzeni için gerekli olmadığını belirterek, Sözleşmenin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılan bu başvurulardan birisinin kabul edilmesi ve ilgilinin hak veya haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi halinde ilgilinin mesleğine dönmesi gündeme gelmeyecektir. Hak ihlalinin tespit edildiği kararda, sadece ilgiliye tazminat ödenmesine karar verilebilecektir. Çünkü meslekten ihraca ilişkin KHK iptal edilmediği veya yeni bir KHK veya kanunla ilgilinin yeniden mesleğe kabulüne dair bir düzenleme yapılmadıkça, KHK ile getirilen ihraç geçerliliğini koruyacaktır. Dolayısıyla bu yöntem, KHK ile doğrudan ihraç edilenlerin mesleğine geri dönmesi için elverişli gözükmemektedir. Ancak hak ihlali kararları, kamu otoritesinin bu ihraçları tekrardan gözden geçirmesi için destekleyici bir rol oynayabilecektir.
İkincisi; her ne kadar bireysel işlemi KHK ortaya koysa da, ilgili kişi işe iadesi için çalıştığı kurum veya kuruluşa veya idari işlemin tesisinde yetkili olan bakanlığa İYUK m.10’a göre başvuru yapabilecektir. Bu başvuru reddedildiğinde veya 60 günlük sürede cevap verilmeyip red işlemi oluştuğunda, idari davaya konu edilebilecek bir idari işlem meydana gelecek ve ilgilinin işe iade ile ilgili talebinin reddine karşı idari yargı yoluna başvurma hakkı doğacaktır. Ancak meslekten ihracın düzenlendiği KHK yürürlükte olduğu sürece, işe iade taleplerinin mahkemelerce kabulü olası gözükmemektedir. Çünkü Anayasa m.138/1’e göre hakimler; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Hakimlerin kararlarının Anayasaya, kanunlara ve hukuka uygun olması zorunluluğu, meslekten ihracın düzenlendiği KHK’ya aykırı düşmeyecek kararlar verilmesini gerektirmektedir.
Bunun dışında ilgili, KHK ile değil de çalıştığı kurumun veya bağlı olduğu bakanlığın bireysel idari tasarrufu ile mesleğinden ihraç edilmişse, buna karşı zaten idari yargı yolu açık olup, sadece mahkeme tarafından olumsuz idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilemeyecektir. Çünkü olağanüstü hal döneminde KHK’lar dayanak alınarak meslekten ihraç edilenler hakkında yürütmenin durdurulması yasaklanmıştır.
İşe iade talebinin reddi kararının iptali talebiyle açılan davasında davacı, işe iade talebinin reddine dayanak olarak gösterilen KHK’nın Anayasa aykırılığı iddiasında bulunabilir. Bu talep, Anayasa m.152’ye dayanmaktadır. Kişilerin bir kanun veya KHK’nın Anayasaya aykırılığı iddiasıyla AYM’ye doğrudan iptal davası açabilme hakları yoktur. Kişi ancak, Anayasaya aykırılık iddiasıyla AYM’ye başvurması için Anayasa m.152 uyarınca yerel mahkemeden talepte bulunabilir. Anayasa m.152/1’e göre; “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır".
Anayasa m.152 uyarınca Anayasaya aykırılığın ciddi bulunup mahkemece ileri sürülebilmesi kuralı işletilmek suretiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması istisnai olarak mümkündür. Olağanüstü halde çıkarılan KHK’ların yer, süre, konu ve kapsam bakımından Anayasa Mahkemesi tarafından incelenebileceği söylenebilir, çünkü “hukuk devleti” ilkesi varlığını bu dönemde de korumaktadır, fakat Anayasanın bir hükmüne KHK’nın aykırı düşmesi bu dört ölçüt dışında inceleme ve iptal gerekçesi yapılamaz.
Davacının ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının yargılamayı yürüten mahkemece ciddi görülerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması ve Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda yer verilen dört ölçüt kapsamında yapacağı inceleme neticesinde KHK’nın iptaline karar vermesi veya Bakanlar Kurulu veya Meclis tarafından KHK’nın değiştirilmesi halinde, meslekten ihraç kendiliğinden ortadan kalkabilecektir.
Bir başka görüş, genel düzenleyici işlem olan KHK’nın bireysel idari işlem tesis ettiği gerekçesiyle doğrudan idari yargıda dava konusu edilebileceği yönündedir. Bu görüş de ikiye ayrılmaktadır. Kimisi, KHK ile ihraç edilenlerin 60 gün içinde Danıştay’a ve kimisi de, aynı sürede idare mahkemelerine başvurabileceklerini ileri sürmektedirler. Bizce; KHK ile ihraçlarda ortada bir idari işlem olmadığından ve Danıştay’ın görevine giren tüzük, yönetmelik, tebliğ gibi bir tasarruf bulunmadığından, KHK’ya karşı Danıştay’a veya idare mahkemelerine başvurulamaz. Ancak tatbikatta, hak kaybına yol açmaması için aynı anda ilgili kurum ve kuruluşlara, aynı zamanda da Anayasa Mahkemesi’ne ve idari yargıya başvurulduğu görülmektedir. Kanaatimizce, nev’i şahsına münhasır bu duruma karşılık gelen ve kişilerin hak arama hürriyetlerini ne şekilde kullanabileceklerine dair açık ve derli toplu bir yasal düzenleme olmadığından, bu tür farklı düşüncelerin ve uygulamaların ortaya çıkmasında olağan dışılık bulunmamaktadır.
Yeri gelmişken, Sayın Başbakan’ın açıkladığı varsa hatalı ihraçlardan dönülebilmesi için komisyonlar oluşturulması ve yeknesak kriterler üzerinden hareket edilmesi fikri isabetli olmakla birlikte, yasal dayanağa sahip değildir. Bu konuda geçici nitelikte bir KHK çıkarılarak, komisyonların kurulmasının hukuki dayanağının oluşturulması ve bu dönemde yargı yollarına başvuru sürelerinin işlemeyeceğini öngören bir hükme yer verilmesi isabetli olacak ve insanların hak kaybetme korkusunu önemli derecede azaltacaktır.
Yine yeri gelmişken Anayasa m.129/2-3’e göre;
“(2) Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.
(3) Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz”.
Meslekten ihraçlarda, Anayasa m.129/2-3’e aykırı düşen uygulamaların bulunduğunu ifade etmek isteriz.
Netice itibariyle; ister 667 sayılı KHK m.3 ve 4’de öngörülen usule ve isterse diğer KHK’larda belirtilen “ekli liste” usulüne göre meslekten ihraçlar olsun, bu şekilde ihraç edilenlere iç hukukta yargı yolu açık tutulmalıdır. Aksi halde; sonradan Anayasa, kanun veya KHK değişikliği ile hak arama hürriyetinin kısıtlanması, dürüst yargılanma hakkının ihlali anlamını taşıyacaktır. Dürüst yargılanma hakkı; yalnızca ceza yargılamalarını değil, adli ve idari yargılamaları da kapsar.
Olağanüstü halin ilanı ile insan hak ve hürriyetlerinin önemli bir kısmının askıya alındığı bir gerçektir. Ancak bu gerçeklik, olağanüstü hal döneminde meydana gelen işlem ve eylemlerin tümü ile hukukilik denetiminden muaf olduğu anlamına gelmez. Örneğin İHAM’ın 18.12.1996 tarihli Aksoy-Türkiye kararında, gerekçesi ve haklılığı açıklanamayan 14 günlük gözaltı süresinin keyfi olduğuna ve işkence ve kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
İleride Ülkemiz aleyhine bu tür hak ihlali kararları verilmemesi ve vatandaşların uzun yıllar sürebilecek şekilde mağduriyetlerine sebebiyet verilmemesi için, “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşmayan, “suçsuzluk/masumiyet” karinesini gözardı eden ve kişilerin mahkemeye erişim hakkı kısıtlayan düzenlemeler yapılmaması isabetli olacaktır.
Kaynak: Haber7