Av. Abdurrahman Bayramoğlu
“Adaletin aklını kaybettiği yerde felsefe susar.”
Diderot
Kabul edelim ki AKP iktidarının en başarılı olduğu alan propagandadır. Gerçekleri çarpıtarak topluma farklı algılatmak, suçu başkasının üzerine yıkmak, faili koruyup mağduru linç etmek ve benzeri birçok propaganda yöntemini “başarıyla” uygulayageldi AKP ve özellikle RTE.
Günün başat gündemi olan “Akademisyenler Bildirisi” de RTE’nin küfürbaz üslubuyla sahnelediği “başarılı” bir “tersyüz etme operasyonu” olarak toplumu sarsmaya devam etmektedir.
Olayı bir anımsayalım. Yıllardır AKP’nin hukuksuz uygulamalarına sessiz kalmakla suçladığımız Üniversite dünyasından 1200’ü aşkın akademisyen, devleti Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşanmakta olan süreci sonlandırmaya ve müzakere sürecini başlatmaya davet eden bir bildiriyi kamuoyu ile paylaştılar. Bunun üzerine küfür, hakaret ve tehdit dolu bir nutuk çeken RTE, hukuk kurallarını hiçe sayarak herkese talimatlar verdi. “Kanuna aykırı emre uyan memur da sorumludur.” İlkesi yerine, “Reisin lafını ikiletmek affedilmez bir suçtur.” ilkesini benimseyen ne kadar “yetki” sahibi zevat varsa derhal harekete geçerek, hışımla yakalayabildikleri “ne idüğü belirsiz hainler”in üstüne çullandılar. “Vurun kahpeye!” diye bağıranlar, “Kan banyosu” için soyunanlar ve “kutsal devlet”e omuz vermek için arkasında saf tutanlar da fırsatı kaçırmadılar elbette.
Geçen hafta bir televizyon programına telefonla katılan bir öğretmenin, “çocuklar ölmesin” dileğiyle kabaran şoven ruh, akademisyenlerin bildirisiyle adeta şaha kalktı.
RTE’nin halen sürmekte olan cinnet halindeki küfürlerine gerekçe yaptığı; “Terör örgütüne tek elime eleştiri yapılmıyor.” Sözünün özellikle irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu çok sorunlu bir ifade…
İlki “terör örgütü” ile “devet”i eşitleyen bir söz. Yurttaşlarına devletten istediklerini terör örgütünden de istemelerini öneren sorunlu bir ifade. Örgüte hangi sıfatla talep iletilecektir?
İkinci olarak bu ifade, “devlet” ve “terör örgütü”nün uymakla yükümlü oldukları ortak kurallar olduğu varsayımına dayanıyor. Eğer karşıda bir terör örgütü olduğunu kabul ediyorsak o örgütün eylemlerinin mevzuata uygun bir icra şekli olamaz. Mevzuata göre tüm eylemleri suç teşkil eden bir yapıdan söz ediyoruz. Eğer örgütün eylemlerinin mevzuata uygun bir icra imkanı varsa ortada yasadışı bir örgütün varlığından söz edilemez. Bu ifadeden, “Kürdistan İşçi Partisi (PKK)’ni neden partiler yasasına uygun davranmaya davet etmiyorsunuz.” anlamı çıkmaz mı?
Kamuoyu bakımından Oslo görüşmeleri ile başlayan, Ankara, İmralı ve Kandil arasındaki çözüm sürecinde, Doğu ve Güneydoğu coğrafyasında yaşananlar ve başta RTE olmak üzere, devletin süreci kamuoyuna takdim şekli anımsandığında, yaşanmakta olan olağanüstü durumun devleti yönetenler ve Reis için beklenmedik bir durum olmadığı kabul edilmelidir. Zira aksini kabul edersek, “Büyük devlet”imizin ruhuna Fatiha dememiz gerekir ki uygulamalara bakınca maşallah “dimdik” ayakta…
Yeri gelmişken bir çift söz de 1930’lar Türkiye’sinde yaşandığı varsayılan “devlet zulmü” ve “katliamlar” için fırtına kopartan RTE’ye alkış tutan bir kısım “aydın”lara söylemek gerekir sanırım. Doğu ve Güneydoğu’da şu an yaşananlara sessiz kalmak nasıl bir “aydın”lık acaba? Reis’ten fetva bekliyoruz.
***
Düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında, bildiriyi yayımlayanların en temel haklarını kullandıkları ve bundan dolayı asla kınanamayacaklarını kabul ediyorum. Ancak “uluslararası gözlemci” önerilerini sorunlu bulduğumu ifade etmeliyim. Tıpkı batının bize demokrasi dayatmasını ve ancak bu yolla çağdaş bir toplum olabileceğimizi varsayan AB perspektifini sorunlu bulduğum gibi…
Yazı konusu olayın, AKP ve Reis’in “cambaza bak” taktiğinden başka bir şey olmadığı açıktır. Her zaman olduğu gibi suç işleyenler değil, bunu söylemeye cesaret edenler “yasal mermi” sahiplerince sanık sandalyesine oturtulmak isteniyor.
O halde bana da bir sandalye lütfen. Cesurların işlediği “suç”a ortak olduğumu itiraf ediyorum.