Öncelikle onu tanımlayalım: “Kayıt dışı” nedir?
“Kayıt dışı, ekonominin karanlık yüzüdür”.
Kimin ne yaptığının, kaça yaptığının, kimden alıp kime sattığının devlet tarafından bilinmeyen yüzü…
Hani körebe oynar gibi bir şey.
Kötü mü?
Kendimize pay çıkarıp “sûretâ haktan” yani “sözde düzgün” görünmek için; “Kötü, hem de çok kötü” desek biraz haksızlık etmiş oluruz.
Çünkü biliyoruz ki, kayıt dışılık bir açıdan da devlet yönetimindeki yanlış uygulamaların köşeye sıkıştırdığı kurum ya da gerçek kişilerin “süpabı” yani patlamadan önceki son çıkış noktası gibi.
“Sistem” şartlarını zorlayınca, ayakta kalabilmek için kurtuluşu kayıt dışına çıkmakta buluyor bir kesim.
-Bu doğru bir yol mu, savunulabilir mi?
Bir şey söyleyelim mi; onlar çaresizse, batmakla, aç kalmakla kayıt dışı olmak arasında bir tercih yapma durumundalarsa, onlara en azından “bilerek ve çıkarı için yapıyor” demek çok insaflı bir değerlendirme olamaz.
Bir de içinde bulundukları “koşulları”i görmek lazım.
Hem düşünsenize, bizde üç beş yılda bir neden vergi afları çıkar, neden elektrik-su paraları, sigorta borçları yeniden yapılandırır? Neden kaçak yapılaşmalara “olacak o kadar” denir?
“Devlet” denen o büyük otorite suçlulara karşı her zaman çok mu yufka yüreklidir?
“Suç”ların üzerine her üç beş yılda bir sünger çekmeye çok mu meraklıdır?
Eğer değilse, “Af”lar çıkarılırken bu işlerde asıl suçlu acaba “sözüm ona” aftan yararlananlar mı, yoksa onları af beklemek durumuna sokanlar mıdır?
Özetle; yasal düzenlemelerin çok başarılı olmadığı, uygulamaların baştankara gittiği, sıradan insanların hayata tutunabilmek için mutlaka bir şeyler yapmak zorunda kaldığı bazı durumlar varken “kayıt dışılık” öyle kara kaplı kitaplarda yazıldığı, kimilerinin söylediği gibi bir şey olabilir mi?
Evet “kayıt dışı” bir karanlık, bir denetimsiz alan; haydi kayıt dışını hep beraber reddedelim ama, “kaydın” her zaman haklı, düzenlemelerin her zaman dengeli olmadığı durumlarda “kayıtçıların” yanlışlarını, ölçüsüzlüklerini de masaya yatıraraktan.
*
İşin sadece bir yanı fakat, konuyu daha somutlaştırarak tartışmak için gelin çok gözler önündeki bir örnek üzerinden konuşalım:
Biliyor musunuz, bizde emeğin en yoğun kullanıldığı sektör “konfeksiyon”dur ve zaman zaman bu ülkedeki en yetkililer bile “Türkiye ekonomisinde kayıt dışılık yarı yarıyadır” demiştir. Genelde yarı yarıya olan kayıtdışılık bu sektörde daha da yüksek olduğu için bu oranı örneğimizde yüzde yetmiş olarak alabiliriz. Yani, çalışan her 100 kişiden en fazla 30 kişinin “bordroda yer aldığı”, üretilen her 100 parça ya da 100 metre malın 70’inin açıktan alınıp satıldığı bir alan…
Çok mu söyledik? O zaman yumun gözünüzü işporta tezgahlarına, bırakın ufak tefek dükkanları bir kenara; gidin semt pazarlarına sebze-meyveden daha çok konfeksiyon ürününün yığınla, kayıtsız kuyutsuz “serbestçe” satıldığını kendi gözünüzle görün.
Soralım şimdi ortadan;
-“Bu sektördekilerin hepsi, yaptıkları kayıt dışı işler dolayısıyla suçlu mu?”
-“Kanunlara bakarsanız evet ve cezalarını da mutlaka çekmeliler.”
Ama durun, şimdi adaletli bir hükme varabilmek için geçelim tezgahın öbür tarafına, bir de “Suçlu”yu dinleyelim.
Diyor ki:
Bu sektörde, merdiven altı atölyeleri başta olmak üzere hemen bütün işletmelerde belirli ölçüde kayıt dışı adam çalıştırmak zorundayız.
Nedeni basit: Bu sektörün ihracat fiyatlarına uyarak ayakta kalabilmesi yani çalışanlarının yevmiyelerini çıkarabilmesi, onların karınlarını doyurabilmesi için “çalıştırana” olan maliyetlerinin “iç ve dış piyasanın kaldırabileceği seviyenin” üzerine çık-ma-ma-sı gerekiyor.
Nasıl “çıkmayabileceğini” de biliyoruz:
Önemli bir kısmının kayıt dışı; yani vergisiz, sigortasız çalışmasıyla.
-Peki kayıtlı çalışsaydı ne olurdu?
-Biterlerdi…
O kayıtların gerektirdiği vergi ve sigorta yüküyle oluşan işçilik maliyetleri üzerinden hiçbir zaman “iş” alamayacakları için hepsi de atölyelerine kilit vurmak, insanlarını açlığa terketmek zorunda kalırlardı.
Yani bir ölçüde kayıt dışılıkları olmasaydı “iş”leri de olamazdı.
Peki, bu durum sadece tekstil, konfeksiyon sektöründe mi?
-Değil tabii… Hemen bütün sektörlerde aynı durum var.
Bunun işareti de, TÜİK raporlarından hükümet üyelerinin demeçlerine kadar pek çok resmi ağızlardan –ihtiyatlı bir dille- “Türkiye’de” kayıt dışılığın yüzde 35-40 dolayında olduğu”nun ifade edilmesi.
Bu oran tabii ki sadece “bordrolarda hiç görünmeyen adam sayısı” hesabıyla ifade edilen bir kayıt dışılık; aslında dahası da var ve “parasal açıdan” işin boyutu hayli yüksek.
Soruyorum;
-Şeklen yani “asgari ücretten kayıtlı” ama gerçek ücreti bunun hayli üzerinde olanlar “kayıt içi” mi?
- “Bizde bir kuruş kayıt dışılık olmaz” diyen çok büyük, çok kurumsal iş yerlerimiz; taşeronlarından, yan sanayicilerinden “tam fatura” isterken, kendilerine “dışarıdan” hizmet verenlerin bu mal ve hizmetleri sağlarken belirli ölçüde kayıt dışı adam çalıştırmak zorunda olduklarını bilmiyorlar mı?
Yabancı deyimiyle “outsourcing” ya da bizim iyi bildiğimiz “taşeronluk” usulü, bu firmalara neden çoğu zaman daha ucuz ve daha “temiz” bir iş olarak görünüyor ve tercih ediliyor bir düşünsenize.
-Daha daha ileri gidelim; devlet ve özellikle belediyeler bile aynı adam sayısı ve aynı iş tanımına rağmen bazı işleri neden doğrudan yapmayıp taşerona yaptırdığında daha “ucuza” geldiğini kabul edip bu yola başvuruyor?
Gerçek durum hiç de resmiyetin resmindeki gibi değil tabii.
*
Peki bu durumlar bilindiğine göre kayıt dışılık bitirilemez mi?
Bizim anlayışımıza göre kayıt dışılık, “mali mevzuat” ile “piyasa koşulları” yani defter ile piyasa arasındaki farktır.
Kayıt dışılık ikisi arasındaki “makas”tan kaynaklanır.
Mevzuat çok şeyler ister, piyasanın işleyişi başkadır.
Piyasadaki işletmelerin kendi istekleri ile iç ve dış piyasaların geçerli fiyat düzeylerini değiştirme, “bu malı şu fiyattan alacaksınız, benim maliyetlerim yüksek, başka türlü satmıyorum” diyerek o makası kapatma şansı var mıdır?
-Yoktur.
O zaman işin yürümesi, istihdamın devamı, ekonominin durmaması için “reçete” de bellidir:
Devlet olarak bu işi “düzeltmek” istiyorsanız, kayıt dışılığa yol açan ve piyasanın taşıyamadığı istihdam yükünü “taşınabilecek” düzeye indirirsiniz, arada bir fark kalmayınca kayıtdışılık diye bir sorun da kalmaz.
Söz açılmışken bu durum “düzeltilmediği” zaman ekonomide, piyasada, siyasette ne oluyor?
1.Bu durum düzeltilmediği zaman, ekonomideki kayıt dışı bataklığını kendi elinizle besliyorsunuzdur.
Hem de “katlayarak” biliyor musunuz…
Gelin hesaplayalım:
Örneğin, adamın atölyesinde; ustabaşının aylığından kırpılan, düz işçinin hiç kayda girmeyen yevmiyesinden dolayı açıktan ödenen para ayda 10 bin lira olsun. Yine diyelim ki o işletme her 100 liralık mal sattığında 20 lira kazanabiliyor.
Peki, bu işletmnine her ay o 10 bin lirayı açıktan kazanıp yine açıktan ödeyebilmesi için satışlarının ne kadarının kayıt dışı yapılması gerekiyor biliyor musunuz?
Tam beş katı, yani 50 bin lira. Çünkü ancak 50 bin liralık satışla bu 10 bin lirayı
elde edip açıktan ödeyebiliyor.
Çözüm:
İşyerinin her ay 10 bin lirayı kayda sokmasına yarayan, kaçırmasına gerek bırakmayan düşük vergiyi getirin, -ki bu rakam örneğe göre en fazla 4 bin liradır- karşılığında 50 bin liralık satışın kayıt dışı olmasını “zorlayan” , işletmeleri ayakta kalabilmek için bu yola iten nedeni ortadan kaldırın.
2.Bu kayıt dışılığı kaldıramadığınız zaman ekonominizde hemen hiçbir istatistiğin önemi kalmıyor; çünkü gerçek ekonomiyi ölçemiyorsunuz.
Piyasası yarı yarıya kayıt dışı olan bir ekonomide kimin ne ürettiği, kimin ne kazandığı nasıl ölçülebilir? Ölçülemeyen verilerle hangi ekonomik planlama isabetli olabilir ki?
Bunca kayıt dışılık varken; insanlar vergi ve sigorta dairelerine bile “farklı” bilgiler verirken TÜİK’in “anket”lerine ne kadar “doğru” cevaplar verebiliyorlar mı dersiniz?
3. Ekonomideki kayıt dışılık, -her şeye rağmen- yasalara uygun çalışmak durumunda olan işyerlerine, “diğer”lerine göre daha ağır bir maliyet yüklemektedir. Bu rekabet eşitsizliğidir, haksızlıktır.
Rekabet etmek için kayıt dışına kayanlar için ise “kurumlaşma” ve “büyüme”den vazgeçmek demektir. Yani ekonominin bu günkü halidir.
4.Kayıt dışılığın “kaçmaca-kovalamaca” haline gelmesi, “daha fazla kimin peşine düşelim” konusunda idarecilere bir “tercih” imkanı vermektedir.
Bu “tercih” doğal olarak objektiflikten uzaklaştıkça, bürokrasi siyasetin etkisinde kaldıkça o “denetim”lerin de siyasi eğilimlere hizmet etmesi kaçınılmaz olacaktır.
5.Kayıt dışılığa zorlama, belirli aralıklarla ekonomide yeniden “beyaz bir sayfa açma” ihtiyacını doğurmaktadır.
Mali afların, yeniden yapılandırmaların bizde bu kadar sık olmasının nedeni, sistemin en fazla üç-dört yılda bir “tıkanması”dır.
Tıkanma, işletmeleri zorlamakta, idarelerin tahsilâtını düşürmekte, yargıdaki ihtilafları arttırmaktadır. Sık sık açılan bu “beyaz sayfalar” elbette ki, bir taraftan ödeyen-ödemeyen arasındaki adaleti bozarken diğer taraftan da yönetimin, mevzuatın başarısını, onlara güveni engellemektedir.
Yani “sistem”in “ayar hataları” yine sistemin kendisine zarar vermektedir.
Daha dahası mı?
Konu hayli geniş ve teknik tarafları da var.
Onları da merak edip soran varsa, peki nasıl yapalım diyen olursa anlatırız.