“Onun vergisini indir bunun vergisini indir” de, peki bu bütçe nasıl denkleşsin?

Hani “Gülü seven dikenine katlanır” diye bir söz vardır ya…

Düşünüyorum da bu söz "bizim gibi" ülkelerin demokrasilerine pek de uyuyor.

“Neden ki?” diyeceksiniz, hemen söyleyeyim:

Batılıların diplomatik bir dille “Gelişmekte olan” diye tanımladıkları bizim gibi ülkelerde siyasetin demokrasi diye yola çıkıp “popülizm” denen “halk neden hoşlanıyorsa, onu yapalım, onu vadedelim” çerçevesinden çıkamamasından dolayı tabii…

-Peki demokrasi olmasın mı?

“Aman ha, aman da aman... Tabii ki olacak.”

Siyasetin bilimini yapanlar “Demokrasi, yönetim biçimleri arasında en az kötü olanıdır” derler ya. Dolayısıyla aynı görüşten hareketle söylemek istediğimiz de asla “olmasın” falan demek değil, Burada söylemek istediğimiz, o güzel demokrasi gülünün dikenlerini de göstermeye çalışıp “peki buna nasıl bir çare bulalım” ya da “aman, işin bu tarafına da dikkat edelim, batmasın” demek.

Şimdi gelelim somut konuya.

Türkiye şu ya da bu nedenlerle çok büyük bir ekonomik krizde midir?

-Eyvallah öyledir.

Peki bu krizde herkesin canı burnunda olup hep bir ağızdan pahalılıktan şikâyet edip “o vergiyi indir, bu vergiyi indir” demekte ve karşımızdaki siyaset erbabı da bu durum karşısında sürekli yutkunmakta, zaman zaman yaradana sığınıp bir şeyler yapmakta ya da yapmaya çalıştığını göstermeye çalışmakta mıdır?

-Eh, dürüstçe söylemek gerekirse aynen öyle. Yoksa “yapmam kardeşim” deyip niye kendini bu kadar sıkıntıya soksun?

Evet, işte bizdeki durum tam da budur şu sıralar:

Halk “yandım anam, indirin her şeyin vergisini geçinemiyorum” derken demokrasi kurumu dönüyor siyaset kurumuna “Halk ne derse doğrudur, yap hadi bakalım” diyor.

Akıllı bir siyasetçi ne yapsın bu durumda?

Hele de o siyasetçi işi daha başından popülizme vurmuş, hesap kitap bir yana sürekli “sen ne desen haklısın” demiş, şimdi kendisine referans olabilecek bazı kurumları da önemsizleştirmişse.

Mesela “Ey halkım, sen bunu yap diyorsun ama bak bizim şu anlı şanlı kurumumuz olmaz diyor, bak iyi kötü işin aslını bilen sivil toplum örgütleri bunu doğru bulmuyor diyebilme imkanı var mı siyasetin?

-Yok.

Dolayısıyla işin içinden çıkmak da zor ve hemen yapılması gerekenler yapılamadığı için de işin çözümü giderek hem daha zorlaşmakta hem maliyeti daha yükselmekte.

Örneğin şu vergi meselesi.

Bırakalım bu duruma neden ve nasıl geldiğimizi, şöyle basit bir mantık yürütelim bakalım:

Bugün itibariyle devletin bütçesi ardına kadar açık mı?

-Açık

Hangi nedenle olursa olsun, devletin maaş ödemekten çarkı döndürmek için gerekli diğer bütün harcamalarına kadar para gerekliyse, hatta şu anda yüksekliğinden şikayet edilen vergiler toplandığında bile yine bu açık karşılanamıyorsa, şimdi hep bir ağızdan “İndir şu vergileri rahat edelim” denmesi karşısında memleketin siyaseti de halka mutlaka istediği gibi cevap verilmesini gerektirdiğinde doğru çözüm ne olabilir?

-Esnafın yaptığı gibi “Olsa dükkan senin” diyemez, devleti batırdı denir.

-“Vergi kutsaldır, öde kardeşim” dese adam geçinemezken neyi ödeyecek?

-Haksızsın, kes sesini desen yarın oy isteyeceksin, yapamıyorsun.

-Biraz daha borçlanayım ve bütün bu istekleri karşılayayım desen, borç bini çoktan aşmış; bir hesaplasan şimdi alacaklarınla birlikte o borçların kapatıldığını görmek kolay kolay sana bile kısmet olmaz, iş en azından çocuklara kalacak da, ileride torunlarının bile kulağını çınlatması olası.

Ne yapacaksın? Bu büyük bir açmaz değil mi?

Çok bastırırsan, dar zamanda başka bir yol bulamayan siyasetçi ya elde avuçta kalanı da satıp günü kurtaracak ya da ödenecek taksitler senin yaşamın boyunca da durumu kurtarmayacağı için senin çocukları borçlandıracak değil mi?

Örnek mi istiyorsun? Al sana anlı şanlı Osmanlı'nın borçları.

İşte bu durumda da kötülerin en az kötüsünü seçmekten başka çare görünmüyor:

Siyasetçi bu vergi işini her şeyden önce kendi içinde halledecek; kim ne derse desin, kimin sesi fazla çıkarsa çıksın; alt gelir guruplarını rahatlatmak için onların yiyip içtiğinin, kullandığının vergisi indirecek ama buradan eksilen vergi gelirini aynen üst gelir gruplarına ve onların yiyip içtiğinin, kullandığının üzerine aktaracaktır.

Bu “vergi yükünün yeniden dağılımı” olayıdır ve en azından kısa vadede durumu rahatlatacaktır.

Ancak memlekette görülen en büyük yanlış, vergi tekniğine hâkim olmaması dolayısıyla pek çok kişi ya da kurumun üst gelir guruplarına aktarılan vergi yükleri için bile “yine mi vergi, bu çağda bu da mı lüks, biz iyi şeylere layık değil miyiz” deyip topluca feryat etmesidir ki bu durum ülkede halkın en az yarısı aç iken otomobiller üzerindeki vergilere, akaryakıta, lüks konut vergisine, yurt dışı seyahat harçlarına ve benzerlerine karşı çıkması olarak gözler önündedir.

Siyasetçinin sıkıştırılıp ülkede kamu mallarının haraç mezat satılması istenmiyorsa, bugün bulunacak paranın ödemesi yarınki neslin sırtına vurulup geleceğe kötü miras bırakılmayacaksa ve siyasetçinin durumu kurtarmak için rol yapması istenmiyorsa bu ancak böyle olacaktır.

Başka çaresi yok.

İkincisi biraz daha uzun vadeli.

Halk her zaman sadece ister, doğaldır. Bu işin derinliğini bilmesi de gerekmez. 

İşte o zaman siyasetçinin böylesi teknik konularda köşeye sıkışmaması, sıkıştığında topu bilenlere atması için yapacağı iş, pek çok konuda olduğu gibi şimdi konumuz olan “vergi” işinde de bu işlerde söz ve bilgi-birikim sahibi olacak kurumlara, meslek kuruluşlarına itibar kazandırmaktır. Eğer hala böyle kurumlar kaldıysa, olabildiğince onları öne çıkarmaktır. Çünkü siz siyasetçi olarak ne derseniz deyin bu popülist politikalar sürdükçe halk doğrudan sizi bilip sizden isteyecektir çok şeyi.

Konu açıldığında topu atacağınız, desteğini alacağınız, sırasında halka doğruları anlatacak kurumlarınız olmaz da “Her şey benden sorulur” demişseniz ya da demeye devam edecekseniz; “Buyurun halka cevap verin, meydan sizindir”.