Av. Abdurrahman Bayramoğlu
Kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasının hukuki nitelemesinin yargıç tarafından yapılması diye tanımlayabileceğimiz Habeas Corpus kuralı, modern toplumun olmazsa olmazlarının başında gelir.
1679 yılında İngiltere’de çıkarılan ve Habeas Corpus yasası diye tanımlayabileceğimiz yasayla, esasen Tacın (kral/başkan) hiçbir emrinin, mahkemenin otoritesinden üstün olamayacağı kuralı, başka bir deyişle özgürlüğün korunması yargıç güvencesine bağlanmıştır.
Magna Carta ile başlayan ve erkin göksel dogma yerine, insan iradesinin ürünü olan yasaya dayanması olarak somutlaşan bu süreç sonunda modern toplumun vardığı aşama, (konumuz bakımından) bütün hakların güvencesi olarak özgürlük ve güvenlik hakkının hukuka aykırı müdahalelerden özenle korunması anlayışıdır.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın, “Bunlar terörist gençler. Onların eşkallerini belirlemek suretiyle bu üniversitede okuma hakkını vermeyeceğiz.” sözlerini, “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu.” sözleri kadar yadırgamadığımıza göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konu bağlamında nereye doğru gitmekte olduğunu değerlendirmek için geç kalınmış olabilir.
Bu sözlerle hedef gösterilen haberi yapan kişi ve terörist gençlerin başına neler geldiğini biliyoruz. Bu örnekleri çoğaltabilir ve 21. Yüzyıl Türkiye’sinin hali pür melaline ilişkin değişik görüşler ortaya koyabiliriz. Ancak bunun yerine, şu hükme göre bu örnekleri yorumlamanın daha öğretici olduğu kanısındayım.
“… hiç kimse, … ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”
Sizce haberi yapan kişi ve terörist gençler bu hükümle yasaklanan türden herhangi bir muamele ile karşılaştılar mı? Hayır! Bu çağda böyle şeyler olmaz! Hele Türkiye gibi halka gereğinden fazla özgürlük bahşedilmiş bir ülkede, asla…
1950 yılında kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. Maddesinde çerçevesi çizilen özgürlük ve güvenlik hakkı, 1215 yılında yürürlüğe sokulan Magna Carta Libertatum’un yukarıda aktarılan 39. Maddesi ile ne kadar da benzer değil mi?
Bu durum iki şekilde yorumlanabilir.
Her iki hüküm de batı (Hıristiyan/Yahudi) ürünüdür. Kendi içinde doğrusal bir gelişme izlemesi normal. Anormal olan bizdeki sürecin 200 yıl önce istikametinden saptırılarak, batı medeniyetinin zararlı rüzgarlarının etkisine sokulmasıdır. Hamdolsun, 200 yıla yaklaşan ara rejimin tasfiyesinde sona gelinmiş ve gidişat yeniden dini ve milli değerlerimize uygun bir yörüngeye oturtulmuştur. Mutlak İradenin (Allah Emri) tezahürü olan Emirül Müminin’in iradesinin tartışılması şirktir.
Bulunduğumuz zemindeki zamanın ruhuna uygun olan budur.
İkinci yol ise evrensel normlara uygun bir hukuk devletini ve insan aklının ürünü olan yasaların uygulanmasını istemektir. Emirlere değil yasalara uyulmasını beklemek, yani şirk koşmaktır.
İstanbul – 05 Nisan 2018